Güncelleme Tarihi:
Türkiye'nin en ünlü stilistleri, bugüne kadar hep yeni kreasyonları, defileleri ve özel hayatlarıyla gündeme geldiler. Çoğu kendileri gibi ünlü müşterileriyle olan ilişkileri ise hep geri planda kaldı. Oysa herbirinin müşterisiyle olan ilişkisi yarattığı modeller kadar ilginç. Kimisi ‘‘terapist-modacı’’ rolünü üstlenirken, kimisi kapris yapana bir daha asla dikmiyor. Tahmin edilenin aksine müşteri onları değil, onlar müşteriyi seçiyor. Bakın modacılar, müşterilerini nasıl anlatıyor...
Otuz beş yıldır erkek Haute Couture’ünde bir marka haline gelen İlhan Şerif, bugün Ayten Şerif'le politikacılardan işadamlarına, müzisyenlerden yazarlara kadar her meslekten erkeği giydirmeye devam ediyor. Müşterilerinin arasında mafya babaları da var. Yaklaşık bir yıldır erkek tarzı giyinmek isteyen kadınlara da dikmeye başlayan Ayten Şerif'in prensibi müşteriyi dost olarak görmek. ‘‘30 yıldır bu işin içindeyim. Artık erkekleri çok iyi tanıdığımı düşünüyorum. Müşteri gelmeden önce hayalinde bir kostüm yaratıyor. Ama o kostüm kişinin vücut yapısına uygun olamayabiliyor. Baştan kabul etmiş görünüyorum ama sonuçta onu isteklerinden uzaklaştırıp kendisine yakışan çok şık bir kıyafet ortaya çıkarıyorum.’’ İnsanların kararsız davranışlarının yanında oldukça sabırlı olduğunu düşünüyor ve müşteri her zaman haklıdır ilkesiyle çalışıyor.
Sıkıntısı işadamlarından yana. Çoğu işadamının zamanında ödeme yapmadığından yakınıyor. Kimi zaman hiç ödeme yapmayan bile oluyormuş. ‘‘Gardıroplarını hazırlıyoruz, tam bir ay onlar için çalışıyoruz. Ödemeyi sonra yapacağım diye atlatıyorlar bizi. Bunlar da maalesef başarılı işadamlarımız. Repo yapmayı tercih ettikleri için biz modacılar arada kaynıyoruz.’’ Mafyanın ödemeleri hiçbir zaman aksatmadığını söylüyor. ‘‘Birkaç kere Dündar Kılıç ve Alaaddin Çakıcı'ya da diktim. Mafyada asla paramız kalmaz.’’ Zaman zaman Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e de kıyafet hazırlayan Ayten Şerif, onun kolay, mütevazı bir müşteri olduğunu söylüyor.
Yıldırım Mayruk, iki ünlü müşterisi Berna Yılmaz ve Gülay Aslıtürk'le.
Yıldırım Mayruk
İki tür sosyete var
Yıldırım Mayruk'un müşterileri arasında Tansu Çiller, Berna Yılmaz, Gülşen Bubikoğlu, Belma Simavi gibi isimler var. ‘‘Eskiden müşteriler mevsim başlarında gelir ve birlikte tüm gardırobu oluştururduk. Bugün sadece düğün ve önemli davetlerde giyilecek abiyeler için geliyorlar. Ağır giysiler dikiyoruz.’’ Mayruk'un müşterileriyle seviyeli bir ilişkisi var. ‘‘İş yaşamında oldukça sakin görünürüm, panik içindeki müşterilerimi, ne seçeceğini, ne istediğini bilemeyenleri kolaylıkla yatıştırırım. Aslında sinirli bir kişiliğim var ama bunu bastırıyorum ve kimseye yansıtmıyorum.’’
Mayruk 35 yıllık meslek hayatında iki tür‘‘sosyete’’ olduğunu kavramış. Biri eğitimli, asil, kültürlü, güngörmüş insanların oluşturduğu sosyete, diğeri sonradan parası olmuş, şımarık, densiz insanların oluşturduğu. Mayruk bu ikinci sosyeteye asla dikmiyor. ‘‘Çok doluyum, yetiştiremem diye bir bahane uyduruyorum. Çünkü biliyorum ki diktiğim kıyafeti taşıyamayacaklar.’’
Ajda ve Semiramis Pekkan kardeşleri Cemil İpekçi giydiriyor.
Cemil İpekçi
Çomçomlara ihtiyaç yok
Cemil İpekçi'nin, ailesinden yadigar kalan bir huyu var; yalan söyleyemiyor. Bu yüzden kimi zaman tatsız olaylar yaşamış müşterileriyle. ‘‘Bu sektörde kendilerini bize soyadlarıyla tanıtırlar. Benim için bir soyadının önemli olması için en az 500 yıllık olması gerekiyor. Ayrıca onların zenginliği de ilgilendirmiyor beni...’’ Yapmacık ilişkilerden, gereksiz iltifatlardan nefret ediyor. ‘‘Dünyada en hür olmanız gereken konulardan biri, en tabii hakkınız, giyinmek. Bu hakkı oturup hiç yapmacıksız kullanmanız lazım.’’ Ona göre beyinlerin giydirilmediği bir ülkede, giyimin bu kadar ön plana çıkması çok sinir bozucu! İpekçi, ‘‘İn’’olabilmek için belirlenmiş bir modanın peşinden gidenleri de sevmiyor. ‘‘Oysa bir kadın istediği gibi giyinmeli. Her kadının ruhu farklıdır ve farklı giyinmelidir. Türkiye'de böyle bir saplantı var. Toplu halde yapılan bir trend. Biri olmak için giyiniliyor. Kim olmaksa o çaba?’’ ‘‘Çomçomlar’’ sınıfı diyor bu in olmak isteyenlere. ‘‘İş hayatımı onlara bağlı olmak için kurmadım. Beni hiç sevmeyebilirler, bana hiç gelmeyebilirler. Onlara hiç ihtiyacım yok. Sultanahmet Meydanı'nda defileyi yapar, üç parça dikeceğim şeyi pazarda satarım!’’
Cengiz Abazoğlu
Peri kızı olmak istiyorlar
Kadınların ortak noktasını bulmuş bir stilist Cengiz Abazoğlu. ‘‘Hepsi de onları sihirli değnekle peri kızına benzetmemi istiyorlar. İşimden dolayı artık kadınları o kadar iyi tanıyorum ki yaptıkları en ufak hareketten o an ne düşündüğünü biliyorum.’’ Ayda ortalama kırk elbise diken Abazoğlu'nu daha ilk provada elbisenin finalini görmek isteyen müşteriler çok sinirlendiriyor. ‘‘Daha çok sanatçılar böyle davranıyor. Bu yüzden artık Yeşim Salkım hariç hiçbir sanatçıyla çalışmıyorum.’’ Sanatçıların kapris yapma gibi bir lükslerinin olmaması gerektiğini düşünüyor. ‘‘Biz modacılar zaten onları güzelleştirmek için uğraşıyor, kılı kırk yarıyoruz.’’ En başarılı olduğu elbiseler tamamen yaratıcılığının kendisine bırakıldığı elbiseler... Bu arada müşterilerinin fikrini mutlaka soruyor. ‘‘Genelde ilk çizdiğim modelde fikir birliğine varırız. Kimi zaman ikinci modeli de çizerim. Ancak başka ne olur diye 10, 20 tane model görmek isteyenler oluyor. Oysa ben müşteriyi ilk gördüğümde bir giysi canlandırırım gözümde. Onu hemen kağıda dökerim. Kendimi başka ne yapabilirim diye zorlamaya başladığımda yaratıcı olamıyorum.’’
Bahar Korcan
Avşar elbiseyi bozdu
Bahar Korçan, kapıdan içeri girer girmez müşteriyi tanımanın zor olduğunu söylüyor. ‘‘Önce dinliyorum. Mesleği, hayata bakışı, zevkleri ve burcunu soruyorum. Sonra onu gönderiyor, iki gün sonra tekrar çağırıyorum. Bu arada hayalimde modeller oluşuyor. Müşteriyi düşünerek çizmiş olduğum modelleri önüne koyuyorum. Birlikte modeli belirliyoruz.’’ Prova sırasında kendisine karışılırsa çileden çıkıyor Korçan. ‘‘Mesela Hülya Avşar'a dikerken modele çok karıştı, sustum sonuna kadar dinledim ama bir daha onunla çalışmamaya karar verdim. Elbiseyi bozdu, son halini o da beğenmedi.’’ Kolay kolay sinirlenmiyor, panik müşterileri, kararsız olanları yatıştırıp, onlara bir nevi terapi yaptığını söylüyor: ‘‘İster istemez psikolog gibi oluyorsunuz. Bu da mesleğinizin cilvesi belki...’’