Ayşe'nin gözlüğü

Güncelleme Tarihi:

Ayşenin gözlüğü
Oluşturulma Tarihi: Ekim 23, 1997 00:00

Ayşe ARMAN
Haberin Devamı

Bir dünya defilesi...

Bu bizim hayatımızda bir devrim!

En sinir, en ukala, en kusur bulmaya hazır halimizle erkeklerin bedenlerini süzüyoruz.

Çoğunluğu İtalyan olan, Akdenizli bir ırkın temsilcilerini, Tanrı'nın bol zamanında yarattığı o erkekleri izliyoruz.

Önümüzden 25 erkek geçiyor.

Uzun boylusu, kısa boylusu, orta boylusu, zayıfı, yapılısı, kaslısı, esmeri, sarışını, kumralı, uzun bacaklısı, normal bacaklısı, kısa bacaklısı...

25 sıradışı adam!

Ama gıcıklık bu ya, hepsine bir kulp buluyoruz!

- Şekerim iyi değil, beli yeterince ince değil.

- Şunun da kalçaları iyi ama yüzü, o yüz ne öyle...

- Burnu kemerli olmasa mükemmel olabilir.

- Bak, bu da yürümesini bilmiyor, şöyle yaylana yaylana yürüse ya...

- Bacaklarının üst kısmı güzel, ama bak ürkek davranıyor, yiyecek halimiz yok ya onu, niye gözlerini kaçırıyor...

*

Oysa, biraz önce evlerimizde böyle değildik.

‘‘Klasik rol’’deydik.

‘‘Bakılmak’’ için uğraşan bu yüzden de, hiçbir hatası olmak istemeyen kadınlar konumundaydık.

Nasıl görüneceğimiz, ne göreceğimizden daha önemliydi!

Sekiz saat, ayna karşısında ne giyeceğimiz konusunda kafa patlatmıştık.

Ama hala pek kararsızdık!

Birimiz dantelli siyah elbisesinde karar kılmıştı ama yine de, o elbiseyi ilk defa giyeceği için tedirgindi.

‘‘Üzerime giysem de, önce sen bir baksan’’ diyordu.

Diğeri üzerindeki, tek parça tulumun fazla spor olup olmadığını soruyordu.

Ne yapmalıydı, tekrar üzerindekileri değiştirmeli miydi, yoksa böyle mi gitmeliydi, bütün herkes çok mu şık olacaktı, o fazla mı gündelik kaçacaktı?

Bana gelince sanki hayatımın seçimini yapmaya zorlanıyordum.

O sırada en önemli şey şuna karar vermekti: İnce askılı, uzun yırtmaçlı siyah elbise mi, yoksa boynu kapalı kısa jarse mi?

*

Kadın olmak, işte böyle bir şeydi, isteseniz de istemeseniz de hep ‘‘bakılan’’ olmak demekti.

Bunu bildiği için de sadece kadının kendisine aynada bakması yetmiyordu.

Onay gerekiyordu.

Yani bir çift başka göze ihtiyaç duyuyordu...

Çünkü siz istemeseniz de zaten başka bir çift göz size mutlaka bakıyordu!

Ve eleştiriyordu...

Farketmiyordu kadının uzun boylusu, kısa boylusu, orta boylusu, zayıfı, şişmanı, esmeri, kumralı, sarışını, uzun bacaklısı, kısa bacaklısı, normal bacaklısı...

- Azizim güzel ama bak, bilekleri kalın!

- Bacakları uzun ama göğüsleri yok. Kadında biraz kalça, göğüs olmalı değil mi?

- Arkadan bakınca çok hoş, ama önünü dönünce... Olmadı, yüzü çok ifadesiz!

Yani anlayacağınız, tüm bu taarruzlara maruz kalmak için manken, model olmak gerekmiyordu...

Kadın olmak yetiyordu!

*

Belki de bu yüzden...

Bir erkek defilesinde inanılmaz mutlu ve gururluyuz.

İşte şimdi ‘‘bakılan’’ değil, ‘‘bakan’’ız.

Ve bunun keyfini çıkarıyoruz.

Rolleri değiştirdik ve biz bir ‘‘kadın geyiği’’ yapıyoruz.

Bu ne özgürlük böyle...

Bakışlarınızda herhangi bir kontrole, sınırlamaya ihtiyaç duymadan, dilediğinizce, erkeklere bakmak, onları baştan aşağıya süzmek.

Arkasını bir dönse de kalçalarına baksak diye beklemek.

Ya çok beğenmek, beğendiğini belli etmek.

Ya da acımasızca eleştirmek...

Arada sırada bir erkek defilesine gitmek iyi oluyor.

Rolleri değiştirmek iyi geliyor.

Kesinlikle tavsiye ediyoruz.

Hele Zegna'nınkilere...

Şimdi gelelim defilye...

Ve o müthiş giysilere!

*

Üç tane farklı seri gösterildi.

Çıplak ten üzerine giyilmiş battaniyeleri saymazsak tabii!

Birincisi klasik Zegna çizgisini hatırlatan, iş elbiseleri ve onun uzantılarıydı. Kumaşlarda griler, laciler ağırlıkta, ama geçen yıllara göre ceketler bele daha çok oturuyor, omuzlar daralıyor.

İş adamları mutlaka onlardan edinmeli!

Bizim adamlarımıza gelince...

Onlar kesinlikle Zegna'nın defilesinde sergilenen ikinci seriye itibar etmeli!

İkinci seri giysilerinde birdenbire klasik anlayış yerini, güncel hayatın getirdiği doğa renklerine bıraktı.

Biz de ilgimizi mankenlerin bedenlerinden çok giysilere kaydırdık.

Sevgililerimiz için bundan böyle nasıl giyinmeleri gerektiğinin notlarını aldık.

Daha çok toprak renkleri. Kiremitten oranja kadar uzanan bir dolu renk. Sonra, gökyüzünün maviliğini yumuşatan renkler...

İşte onlar müthişti!

Anlayacağınız, daha gençlere, ya da ruhu genç kalmış insanlara hitap eden; kadifeler, fitilli kadifeler, kanvas pantolonlar ve onların içine rahat giyilebilecek, sert yakalardan oluşmayan gömlekler...

Onlara bir kadın olarak ben bile ilgi gösterebilirim.

Onları giymek için erkek olmak gerekmiyor...

Hele kazaklar onlar bir harika!

Hiç öyle abartılı kabartmalar yok...

Düzlüklerden oluşuyor...

Gömleklere gelince, geçmiş yıllara oranla kareli desenler pek revaçta. Ciddi ciddi takımların içindeki gömlekler daha küçük kareli, takım elbise sporlaştıkça, içindeki gömleğin kareleri büyüyor.

O kıyafetleri görünce bizim de gözlerimiz büyüdü!

*

Bir de Yasmine Le Bon'u görünce...

Bir kadın üç çocuk doğurup o halde kalabiliyorsa, helal olsun ona!

Darısı bizim başımıza...

Bir erkek defilesinde Jasmin Le Bon'un işi neydi demeyin.

Mutlaka Türkiye'ye gelmesi Kerim Kerimol'un fikridir. Çünkü bu defileyi TEMA Vakfı yararına yapmak da onun fikriydi. Birkaç yıl önce bizi İtalya'da Zegna İmparatorluğuna götürdüğünde keşfettiğimiz en önemli özellik bu ailenin kendi ülkesinde yarattığı ‘‘Oasis’’ idi. Onlar beton yığınları arasında bir vaha yaratmanın derdine düşmüş önemli insanlardandı. Kerim Kerimol da, Türkiye'de aynı düşüncenin uzantısı olan TEMA Vakfını insanların gözüne sokmayı planlamıştı.

Bu yüzden de bu defile TEMA Vakfı yararına yapılmıştı.

Jasin Le Bon'un o defiledeki birinci görevi de, o iki doğa savaşçısına Hayrettin Karaca ve Nihat Gökyiğit'e sadece Türkiye'nin değil dünyanın şükranlarını ileten o plaketi vermekti.

Darısı diğer firmaların, diğer defilelerin başına...

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!