Ayşe Şasa'nın şizofrenisini anlattığı kitabı okuyan üç psikiyatrist ayrı görüşlerde

Güncelleme Tarihi:

Ayşe Şasanın şizofrenisini anlattığı kitabı okuyan üç psikiyatrist ayrı görüşlerde
Oluşturulma Tarihi: Nisan 19, 2003 22:13

Ünlü senarist Ayşe Şasa'nın 18 yıllık şizofreni deneyimini yazdığı 'Delilik Ülkesinden Notlar' kitabını Şizofreni Dostları Derneği'nin kurucusu üç psikiyatra, Hakan Atalay, Erdoğan Özmen ve Salman Ünlügedik'e okuttuk.

Doktorlar Ayşe Şasa'nın hastalığını, nedenlerini ve tedavisini yorumladılar. Kitabı edebi bakımdan dikkat çekici bulan uzmanlar içerik konusunda fikir ayrılığına düştü. Hakan Atalay, Şasa'nın şizofreni teşhisi konusunda kuşkulu. Salman Ünlügedik inanca dayalı tedavi yöntemini eleştirdi. Erdoğan Özmen, Allah inancının genel bir tedavi yöntemi olamayacağını düşünüyor. Ancak üç doktor iki görüşte birleşiyor: 1. Şizofreninin nedeni biyolojiktir. 2. Şizofrenlerin iç dünyalarını, hezeyanlarını dinlemek gerekir. İşte üç psikiyatrın Ayşe Şasa'nın Delilik Üzerine Notlar'ına ilişkin notları...

ERDOĞAN ÖZMEN (Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi)

Şizofreninin nedeni yetiştirilme tarzı olamaz

‘‘Mürebbiyelerin elinde şefkat ve sevgiden yoksun, çikolata ve paraya doygun bir şekilde yetiştirildim. Seralarda büyütüldüm şizofrenimin nedeni bu’’ diyor Ayşe Şasa. Oysa ki mevcut psikiyatri şizofreniyi bir tür biyolojik rahatsızlık olarak kabul ediyor. Nasıl yetiştirildiği ile hastalığının bir alakası yok. Şu anda psikiyatrlar yoğun bir şekilde beynin biyokimyasını araştırıyor. Bu kitabı okuduğumda Ayşe Şasa'nın yaşadıkları, hezeyanları çok ilgimi çekti. Her şizofren benzer hezeyanlar yaşar. Davranışları garipleşir. Kişi kendini mesih kabul eder, birtakım güçler tarafından yönetildiğine inanır. Gerçekte var olmayan birtakım sesler duyar, olmayan görüntüler görür. Ama psikiyatrlar hastanın hezeyanlarını anlamaya çalışmaz. Genelde bu yönde bir çaba yoktur.

ŞİZOFRENLER PSİKİYATRİNİN SOKAK ÇOCUKLARIDIR

Biz şizofrenlerin iç dünyasında neler olduğuyla pek ilgilenmiyoruz. İhmal ederiz onları, dinlemeyiz. Ama bence ilgilenilmeli. Hastanın hezeyanlarını anlamak tedavide iyi sonuç verebilir. Şizofrenler psikiyatrinin sokak çocuğu gibi geliyor bana. Herkes Ayşe Şasa gibi yazamaz.

‘‘Koyu bir inançsızlıktan inanca doğru yöneldim. Mutlak'a kadar zincirleme giden bu korkunç yabancılaşma ve gözaltı duygusu içinde, ancak Allah, en uçta Allah'ın var olduğu inancı güven verebilir.’’ Bu cümleleri sayesinde Ayşe Şasa'nın son liman saydığı imanla tedavi edildiğini anlıyoruz. Mümkündür. Hastanın Allah'a varması bütün yaşadıklarını anlamlı kılabileceği bir referans noktası elde etmesidir. Bazı hastalıklarda olumlu olabilir.

Hezeyanlar kişiden kişiye değişebilir. Kimi Ayşe Şasa gibi kendini dünyanın merkezi olarak görür, kimi beynine bir çip yerleştirildiği ve takip edildiği hissine kapılır, kimi bütün organlarının çürüdüğünü zanneder, kimi kendini ajan zannedebilir, kimi sürekli zehirleneceğinden korkar.

HAKAN ATALAY (Haydarpaşa Numune Hastanesi)

Şizofreni olduğundan kuşkuluyum

'Delilik Ülkesinden Notlar' bu konuda bir kaynak olması açısından iyi bir kitap. Fakat Ayşe Şasa'nın yaptıkları ve yazdıkları şizofreni seyrine pek fazla uymuyor. İyi bir düşünce sinsilesi izliyor bütün yazıları. Oysa şizofreninin kriterlerinden biri düşünce sürecinin kesintiye uğramasıdır. Çağrışımlar sürekli bir yerlere kayar. Ben Ayşe Şasa'nın şizofreni olduğundan kuşkuluyum.

ANNEYİ SUÇLAMAK ETİK DEĞİL

‘‘Annem bu kadar katı ve sevgisiz olmasaydı, bana hep bir Nazi subayı gibi davranmasaydı, bütün bu olup bitenler meydana gelmeyecekti.’’

Şasa hasta olmasının nedenini çocukluğundaki yalnızlığa bağlıyor. Annesini suçluyor. Eskiden 'şizofrenik anne' diye bir kavram vardı. Şizofreni vakalarında özellikle anne suçlanırdı. Ama çok uzun süreden beri bu tür nedenler ortadan kalktı. Anneyi suçlamak etiğe uygun değil. Şizofreninin biyolojik bir hastalık olduğu düşünülüyor.

BİRAZ MANİK DEPRESİFLİK VAR

Ayşe Şasa kendini üstün görüyor. ‘Akıllılar dünyasının bir kıyısında, sisli bir dağ başına çöreklenmiş. Dünyayı kendimce anlamlandırmaya çalışan bir deliyim'' diyor. Biraz manik depresiflik var. Bu tür durumlarda kişi kendi yarattığı dünyanın efendisi olur. Yalnız şizofrenik bir hastanın ‘‘Ben şizofrenim’’ demesi düşük bir ihtimaldir. Doktorla ilişkisi sonucunda kabullenebilir. Ama sürecin içindeyken bunu bir hastalık olarak görmesi mümkün değil. Çünkü içinde bulunduğu dünya ona gerçek gibi görünebilir. Ayırt edebiliyorsa bu hastalık açısından çok olumlu bir şeydir.

Hasta şizofreni nöbetini sorguluyor. Hatta ‘Yazmak ve konuşmak düşünsel nöbeti ayakta tutmanın bir parçasıydı benim için’ diyor. Her şizofrenden böyle bir gözlem yeteneği beklemek mümkün değil. Genellikle şizofreni hastaları görsel imgelerden çok işitsel imgelerle mücadele eder. Olmadık sesler duyar.

HER NÖBETTE PİCASSO VAR!

‘Her hastalık nöbetimde bana resistansı yeniden anlatan dostum Picasso.’ Ayşe Şasa'nın nöbetleri Hitler, Picasso gibi önemli insanlarla geçiyor. Bu çok doğal. Çünkü yaşadığı megalomanik dünyanın içinde sıradan şeylerle uğraşması mümkün değil. Her şey ona bağlı. İkinci dünya savaşı onun yüzünden çıkıyor. Bir kuşak onun yüzünden heba oluyor ki o yetişsin. Her şizofrende böyle bir megalomani yoktur.

‘Son noktada birçoklarının karamsarlığa sürüklendiği orta yaşta ben atalarıma özgü bir bilgeliğe sonsuz baharın sırrına ermiştim’ sözleri yazarın bir kişilik bütünleşmesi yaşadığını gösteriyor. Diğer anlamda yabancılaşma süreci sona eriyor, cehennemden çıkılıp cennet bulunuyor.

SALMAN ÜNLÜGEDİK (Özel Okmeydanı Hastanesi)

Edebi yönden dikkat çekici bilimsel açıdan tartışmalı

Aslında şizofreni ne psikososyal bir problem ne biyolojik ne de genetik. Şizofreni bir sendrom... Belirli bir klinik tablo yok. Nedenlerinden tam olarak emin değiliz. Kitapta Ayşe Şasa ayrıksı bir psikososyal yaşantının kendisini şizofren yaptığını söylüyor. Bu yanlış bir söylem.

Şizofreninin temelini çocukluğa ve aileye dayandıramayız. Tıp dünyası bunun etik olmadığını düşünüyor. Ben kitabı edebi yönden dikkat çekici olmakla birlikte bilimsel yönden tartışmalı buldum. Aileyi suçlamak hastalığın tedavisini zorlaştırır. Tedavi bireyin gerçeklerine yönelik olmalıdır. Biyolojik tedavi en önemlisidir.

İNANCA DAYALI TEDAVİ BİR BOŞ İDEALİZME GÖTÜRÜR

Ayşe Şasa'da bir parçalanmışlık söz konusu. İçinde bulunduğu dünyayı bütünleyemiyor. Ve bir bütünlüğe ihtiyaç duruyor. Burada Allah inancı, mutlak arayışı devreye giriyor. İnanca dayalı bir tedavi öngörmek bizi boş bir idealizme götürebilir. İnanca dayalı tedavi Ayşe Şasa'nın bireysel konumu itibarıyla mümkün olabilir, bir başka şizofren için mümkün olmayabilir.

Özetle kitabın bana çağrıştırdığı şey şu: Bizlerin bu tür hikayelerden öğreneceği çok şey var. Hastanın deneyimlerini dinlemeliyiz. Bu kitap bize kişilerin hasta bile olsalar bir arka planları olduğunu, iç dünyalarında anlaşılma ihtiyacı duyduklarını anlatıyor. Bu da onun kültürünü ve çevresiyle olan ilişkilerini tedavi aşamasında önemsemenin gerekliliğini hatırlatıyor.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!