Kentte öteki tarihi eserler aydınlatılırken, 1500 yıllık bir kilise geçmişine sahip bu tarihi mekánın karanlıkta kalması yorumlara yol açtı. Ayasofya’nın kilise olduğu için karanlıkta bırakıldığı izlenimi doğdu.
TEPEBAŞI’ndaki 360 adlı restorana seçkin yabancı konuklarla giden bir arkadaşım, dün sabah beni telefonla aradı, özellikle yabancıların dikkatini çeken, sonradan onun da fark ettiği bir hususu bana aktardı.
Oradan İstanbul’un tarihi yarımadasındaki diğer binalara, kutsal mekánlara bakıldığında
Sultanahmet Camii’nin,
Topkapı Sarayı’nın,
Süleymaniye Camii’nin,
Beyazıt Camii’nin siluetleri iyice seçilecek kadar aydınlatıldığını görmüşler. Hepsi pırıl pırıl.
Ayasofya Müzesi’nin ise sadece iki minaresinin şerefeleri ışıklandırılmış, bina ise tamamen karanlıkta.
STATÜLERİ AYNI
Arkadaşım yabancı konuklara şu gerekçeyi ileri sürmüş: Burası müze de, ondan herhalde bu kadar ışıkla yetinmişler.
O zaman konuklardan biri şöyle demiş: Peki
Topkapı Sarayı Müzesi de aynı statüde değil mi?
Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan’ın her zaman, özellikle yurtdışında savunduğu bir tez vardır, ki birçok kimse buna katılır.
Samuel Huntington’un
Medeniyetler Çatışması’na karşı bu tez üretilmiştir.
Bizde,
medeniyetlerin uyumu vardır. Başbakan ısrarla bu görüşü savunmaktadır.
Ayasofya Müzesi de bu tezi destekleyen en önemli mekándır.
Türkiye
üç dinin birleştiği yer’dir, üçüne de aynı saygı gösterilir.
Üstelik İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı görevini de yapmış olan
Recep Tayyip Erdoğan’ın
Ayasofya Müzesi’nin aydınlatılması konusunun üzerinde duracağına inanıyorum.
BAKAN: BAKACAĞIZ
Kültür ve Turizm Bakanı
Atilla Koç’la telefonda konuştum, Amasya’da
Mustafa Kemal’in
Amasya Tamimi’ni hazırladığı yerin genişletilmesi projesiyle ilgileniyordu, şunları söyledi:
‘Ben tarihi binaların hepsinin eşit derecede, eşit aydınlıkta aydınlatılmasından yanayım. Herhangi bir ayrıcalığa karşıyım. Böyle bir eksiklik, eşitsizlik varsa giderilecektir.
Pazartesi günü (bugün) Ankara’ya döndüğümde birim amirlerini toplayacağım ve durumu görüşeceğim.’
SPONSOR ARIYORUZ
Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı
Prof. Dr. Mustafa İsen ise tarihi yarımadanın düzenlenmesi ve ışıklandırılması konusundaki çalışmalarını bana anlattı:
‘Sultanahmet’te yapılan ses ve ışık gösterisi, 1975’lerden kalma bir teknolojiyle yürütülüyor. Artık onu lazerle gerçekleştirmeli. Ben bir buçuk yıldır o yarımadanın değişik ve bütün bir biçimde aydınlatılması projesi üzerinde çalışıyorum. Yeni aydınlatma projesi Sultanahmet Camii’ni, Ayasofya Müzesi’ni, hamamı ve küçük camileri de kapsıyor. Meydandaki bazı ağaçları görüntüyü kestiği için budatmak zorundayız. Bilirsiniz Batı’daki düzenleme de böyledir. O zaman Ayasofya Müzesi’nin de o aydınlatma içinde yer almasıyla bu ışıklandırma sorunu halledilecektir. Ancak bunu uygulamaya geçirebilmek için sponsor arayışı içindeyiz.’
Önceki yıllarda aydınlatıldığı bilinen
Ayasofya Müzesi’nin eski çalışanlarından birinin söylediğine göre, eğer ışıklar tam yakılsa, görünüm daha aydınlık olabilir. Ancak devletin tasarruf genelgesi doğrultusunda, bazı zaman birçok şarteli indirmek zorunda kalıyorlarmış.
Aydınlatmanın nasıl olacağına dair son kararı
Rölöve ve Yüksek Anıtlar Kurulu veriyor, müze yönetiminin yapacağı, projeyi o kurula vermek. Ancak parayı sağlama işi devlete ve müze yönetimine düşüyor.
Eskiden duvarlara çivi çakılır, üzerine de ışıldaklar asılırdı. Şimdi bu uygulama kaldırıldığından, beton üzerine 6 ile 8 metre yüksekliğinde projektörler konulması gerekiyor.
Emekli yetkili, burada verilen davetlerde, jeneratörlerle burası aydınlatıldığında görüntünün ne kadar güzel olduğunu başta medya mensupları olmak üzere birçok kimse bilir, diyor.
2 YIL İNCELEDİLER
Gene eski müzecilerden, aynı zamanda bir öğretim üyesi dostum ise
Ayasofya Müzesi çalışmaları hakkında şu bilgiyi verdi:
İsviçre’deki Bern ve Zürih Üniversiteleri’nden profesörler ve mimarlar gelip burada iki yıla yakın süre kalarak inceleme yaptılar, bunların içinde ışıklandırma projesi de vardı. Yalnız bu yabancı üniversite değil eski Kültür Bakanı
İstemihan Talay zamanında da, bu müze için gerekli incelemeler yapıldı, İsviçreli uzmanlar, ilk kez teleskopik çalışmalarla kubbelerin incelenmesini sağladılar.
IŞIĞI BEKLİYORUZ
Sonuçta, yetkililerin
Ayasofya Müzesi’ni ve tarihi yarımadadaki diğer mekánları da modern biçimde ışıklandırma projesini bir an önce gerçekleştirmelerini bekliyorum.
Bizans’ın en büyük eseri
Ayasofya Bizans sanatının günümüze kadar gelebilmiş en büyük eseri olarak tanımlanır. Mimarisi ve mozaiklerinin yanı sıra Osmanlı döneminde yapılan eklentileri, camiye çevrilmesine karşın temel özelliklerini yitirmemiş olması sanat tarihi değerini arttırmıştır. Çok uzun yıllar alışılmamış büyüklükteki mimari ölçüleri, kubbesinin yükseklik ve genişliği, iç süslemesinin zenginliği ile herkesin hayranlığını topladı. Bina ilk yapımından bu yana gerek Bizans, gerekse Osmanlı döneminde birçok tarihi olaya da sahne oldu. Ayasofya kendisine bağlanan efsanelerle de zengin bir folklorik kaynaktır. İstanbul’a gelen yerli yabancı her gezgin Ayasofya’dan söz eder, her gravür toplamında yer alır. Bizans döneminde Patrikhane’nin büyük dini toplantıları Ayasofya’da yapılırdı.
10 bin işçi 5 yılda yaptıBİNANIN yerinde pagan döneminde de bir tapınak bulunduğu ileri sürülür. İlk yapı, 360 yılında yapılan ahşap çatılı bazilika, 404’te bir ayaklanmada yandı. 2. Teodoios döneminde ahşap olarak yenilenerek 415’te açıldı. Kazılarda bulunan ve halen bahçede sergilenen kabartmalı mermer parçaların bu binanın antısal kapısına ait olduğu ileri sürülür. Bu yapı da İustinianos döneminde 532 yılında çıkan Nika isyanında yandı. İustinianos Miletos’lu (Söke-Balat) İsidoros ile Tralesli (Aydın) Antemios’u yeni kiliseyi inşa ile görevlendirdi. Yapım için başta Efes’teki Artemis Tapınağı olmak üzere birçok tapınağın sütunları da İstanbul’a getirildi. Dönemin kaynaklarına göre yüz ustabaşı ile on bin işçinin çalıştığı inşaat beş yıl sürdü. Açılışı 27 Aralık 537 günü yapıldı. Ancak iç düzenleme ve süslemeleri 2. İustinianos döneminde 565’de bitti.
Ayasofya 553 ve 557 yıllarında depremlerde hasar gördü, onarımı sırasında da 558 yılında kubbesi çöktü. Mimarı İsidoros’un yeğeni Genç İsidoros kubbeyi daha hafif malzeme kullanarak 7 metre yükseltti. Bina daha sonra da özellikle İkonoklazma döneminde, çeşitli isyanlarda ve depremlerde zarar gördü, onarımlar geçirdi. En büyüğü Ermeni mimar Tridat’ın beş yıl süren onarımıdır (989-994).
Latin istilasından (1204) Ayasofya çok zarar gördü. 2. Andronikos 1317’de doğu ve kuzey taraflarına destek payandaları yaptırdı.
Bundan sonra Bizans’ın zayıflaması ve fakirleşmesi nedeniyle bina bakımsız kaldı.
Osmanlı döneminde defalarca onarılmıştı
FATİH Sultan Mehmet İstanbul’u aldığında tarihçilerin belirttiğine göre doğruca Ayasofya’ya gider. Camiye çevrildikten sonra Akşemsettin’in imamlığında ilk cuma namazını burada kılar. Fatih Ayasofya’nın hizmetlerini görmek için bir vakıf oluşturarak 62 görevli atar. Bir de bugün temellerini gördüğümüz medreseyi yaptırır.
Ayasofya’ya en büyük ilgiyi 2. Selim gösterir, Mimar Sinan’ı onarım için görevlendirir. Mimar Sinan binaya bitişik evleri yıktırır, onarımının yanı sıra payandalarla destekler.
2. Selim Ayasofya’ya iki minareyle birlikte bahçeye türbesinin yapılmasını da ister. Sinan’ın yaptığı bu türbeden sonra 3. Murad, 3. Mehmed ve 1. Mustafa ile Sultan İbrahim’in de türbeleri Ayasofya bahçesine yapılır.
1. Mahmud döneminde Ayasofya bir büyük onarım daha geçirir. Bina dışına şadırvan, sıbyan mektebi, imaret ve kütüphane yapılır. İçeriye ise hünkar mahfiliyle mihrap inşa edilir. Bina içi sıvanarak bütün mozaikler kapatılır.
1934’TE MÜZE
Abdülmecid döneminde İsviçre asıllı mimarlar Gaspare ve Giuseppe Fossati kardeşler Ayasofya’nın onarımı için görevlendirilir. Bina onarılırken mozaiklerin de üstü kazınır kopyaları çıkartılarak yeniden sıvanır. Bugün görülen Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin yuvarlak çerçeveli hat levhaları da bu onarım sırasında konmuştur. Fossati kıble duvarına yeni bir hünkar mahfili ve avlu kapısı yanına bir muvakkithane inşa etti.
Cumhuriyetin ilanından sonra Amerikalı Whittemore hükümetten izin alarak 1932’de mozaikleri ortaya çıkarmak için çalışmalar başlattı. 24 Kasım 1934’te Bakanlar Kurulu kararı ile müze oldu.
O günden bu yana aralıklarla kazı çalışmaları yapılan Ayasofya’da onarımlar da sürmektedir. Tekrar camiye çevrilmesi tartışmaları sonrasında Topkapı Sarayı kapısı tarafından giriş sağlanan hünkar mahfili ibadete açıldı.
Ayasofya günümüzde sanat etkinliklerine de ve sahipliği yapıyor. Bir kez Yunus Emre Oratoryosu’nun seslendirildiği Ayasofya’da geçen yıl da Ahmet Ertuğ- Ahmet Kocabıyık’ın büyük boy mozaik fotoğrafları sergisinin açılışı nedeniyle de bir konser verilmişti.
Minaresiz maketi odada kilitli duruyor
ESKİ müzecinin anlattığına göre Ayasofya’nın yabancı uzmanlarca yapılan ölçekli bir maketi sergilenmeden bir odada kilitli duruyor. İsviçre’nin Bern ve Zürih Üniversitesi yetkilileri, uzun süren çalışmaların sonunda Ayasofya’nın maketini yaptılar. Yüksekliği dört metreyi bulan maketin buraya getirilmesi için kargo uçaklarıyla anlaşma yapıldı. Parça parça, gerçekten de epey bir taşıma masrafı verilerek Türkiye’ye getirilen ve mayıs ayı başında gelip kurulan maketi kimse göremedi. Bir odada duran maketin sergilenmeme gerekçesi, bu makette Ayasofya’nın dört minaresinin eksik olmasıydı.
Ayia Sofia Ayasofya olmuştu
Önceleri Büyük Kilise (Megale Ekklesia) olarak adlandırılıyordu. Beşinci yüzyıldan sonra Hırıstiyan ‘teslis’inde ‘Kutsal Ruh-Hikmet’e adandığından Grekçe adı olan Sofia’dan ‘Ayia Sofia’ olarak anlandırıldı. Uzun süre iki adı da kullanıldı. Fetihten sonra ‘Ayasofya’ya dönüştü.