Güncelleme Tarihi:
Kısık sesle çalan radyodan odaya yayılan ve kalbini bir anda darmadağın eden, dokunaklı bir ÅŸarkıyla hayata döndü. Parmaklarının tıkır tıkır, hızla dokunduÄŸu bilgisayar klavyesinden ellerini çekip, sandalyenin kenarına dayadı önce.Â
Şarkının sözlerine eşlik ederken, çalıştığı masanın başında gözlerini kapadı sonrasında da.
Mutsuz olduğunu düşündü, ‘Neden acaba’ diye geçirdi aklından. Bu düşünceyle gözlerini açıp, başını pencerenin bulunduğu sol tarafa çevirdi. Lapa lapa yağmakta olan karı gördü.
Sandalyesini geri itip, ayağa kalktı. Pencerenin önünde durdu, eşsiz manzarayı izlemeye başladı. Ne güzel, ne muhteşem bir görüntüsü vardı döne döne yağan karın. Bir anda mutlu olduğunu hissetti izlerken.
İki dakika önce mutsuzken kar taneleri mutlu olmasına sebep olmuştu. Tuhaf…
Uzun sürmedi mutluluğu. Az önceki mutsuzluğu geldi aklına yeniden.
Durup düşünmeye başladı. Aslında mutlu sayılırdı. Yani ailesi hayatta, açıkta değil, karnı doyuyordu. Arada sırada işsiz kalsa da sevdiği işi yapıyordu. Yani bu şartlardaki bir insan mutlu olmalıydı.
Ama o mutlu deÄŸildi iÅŸte!
Neydi bu mutsuzluğu? Daha doğrusu içindeki adını koyamadığı bu anlaşılmaz duruma neydi sebep olan?
Sorunu bulmak için ‘Hayat neden böyle, neden bu durumdayım?’ cümleleri, soruları gezinmeye başladı aklında. Hani her insanın zaman zaman sorduğu bu tür sorulara, kendi içinde cevaplar bulmaya çalıştığı gibi…
Yaptığı bir hata ya da yanlışlar zinciri miydi onu bu duruma getiren, şimdi bu sorgulamaları içinde yaşatan…
Düşündü.
Kendine göre hatası ya da yanlışları yoktu.
Şöyle ki; insanları severdi, sayardı, ihtiyaçları olduğunda elinden geldiğince onların yanında olurdu. Her şeyi hiçbir karşılık beklemeden yapardı. Canını sıkan bir sorunu olsa bile yüzünden tebessümünü eksik etmezdi. Hep sakin, güler yüzlüydü, neşeliydi. Zaman zaman espriler yapar, insanların yüzüne gülücükler katardı.
Kendini kırsalar da o kimseyi kırmaz, tartışmalara girmezdi. Zor durumda kalanları bu zamanlarında teselli eder, onlara gönülden moral verirdi. Mutlu olduklarında da sanki kendi mutluluğuymuş gibi onlardan fazla sevinirdi. Kendisine verilen bir sorumluluğu istendiği gibi yerine getirirdi. Kimsenin hakkında kötü düşünmezdi. Sürprizler yapmayı, insanları sevindirmeyi, mutlu etmeyi severdi.
Ama tüm bunlara rağmen eksik olan bir şey vardı ki şu an adını koyamadığı bir duyguydu bu. Halbuki mutluluk, coşku içinden taşsın istiyordu. Yalnız olmasın, insanlar hep yanında olsun, konuşulsun, gülünsün. Hazırlanan yemek masalarında keyifli sohbetler yapılsın, kadehler devrilsin, şarkılar söylensin. Acı tatlı şeyler, günlük yaşananlar paylaşılsın. Scrable ya da Tabu türündeki geliştirici oyunlar oynansın beraber. İzlenen filmler, okunan kitaplar hakkında karşılıklı yorumlar yapılsın. İş hayatındaki sorunlar ve de başarılar konuşulsun, hayatın muhakemesi yapılsın. Seyahatlere çıkılsın…
Ama hayır hiçbiri olmuyordu bu saydıklarının. Değil birkaç arkadaşla ya da toplu olarak seyahate ancak kendi içinde yolculuğa çıkıyordu. Ara ara mola verdiği duraklarda gördüğü ilk şey; önünden akıp giderken hayat, olanları izlerken kendisinin çok duygusal olduğuydu. En basitinden hüzünlü bir şarkı ya da bir filmdeki duygusal sahnelerde göz pınarlarından yaşlarla beraber hüzün de süzülürdü yanaklarından. Pınardan çağlarcasına akıp gözyaşına dönüşen o hüznün, dudağına kavuşan tadını hissederken kalbi burkulurdu her defasında.
Gördüğü ikinci şey ise ne mutlu ne de kötü anlarında insanların onun yanında olmamalarıydı. Duygusallığının, etrafındakiler tarafından fark edilmemesiydi. ‘Mutlu ya da dar zamanlarımda yanımda yoklarken bir de duygusallığımı fark etmelerini bekliyorum. Ohooo! Ben de yani haa, uçmuşum’ diyerek buruk gülümsedi kendi kendine.
Bu kadar çok duygusal olması mıydı acaba şu an bir başına, adını koyamadığı duygularla boğuşmasının? ‘Yok, hayır bu hata değil. Duygusal olmazsam ben olmazdım’ diye geçirdi içinden.
Arada bir bulunduğu ortamdan uzaklaşır, farklı şehirlere gider, zamanının bir kısmını oralarda geçirirdi. Uzaktayken olanları daha tarafsız görebilmek için yapardı bunu.
İnsanların hayatında değeri neydi, ne kadardı?
O olmadan da olurdu tabii ama onların hayatlarında neredeydi kendinin yeri? Bu sorunun gün gibi açık cevabını bulduğunda neyin ne olduğunu öğrenip, anlarken kalbi çok acırdı, içi parçalanırdı adeta.
Kalbi acısa da, bu durumu kabullenmek zorundaydı. Zaten kabul etmekten başka bir seçeneği de yoktu ki. Ama bunun sebebini yani görünürde her şey normalken, her şey yolundayken neden böyle ve bu durumda olduğunu merak ederdi.
Arardı hep, kendini irdelerdi, ama hep başa, hep aynı yere gelirdi. Cevap yoktu. Hayatında şimdiye kadar bir bunun cevabını bulamamıştı. Bulamayacaktı da bu gidişle.
Â
Kendini iyi, güvende hissettiÄŸi yakından tanıdıklarının yanında deÄŸil de aslında kendine yabancı yüzlerin arasında daha iyi olduÄŸunu, bu yabancı yüzlerin arasında kendini daha iyi anlayanların olduÄŸunu görürdü. Bu anlarda kendini bulurdu.  Â
Bu buluşlarda anlardı insanları, yaşananları, yalnızlığı, mutluluğu, hüznü, sevinci. Bu anlarda öğrenirdi zorluklara direnmeyi, ayakta durabilmeyi, hayatı.
İşte o anlarda yazmaya, üretmeye verirdi kendini. Kalabalıklaşırdı kalbi, içi; yanında olmayan sevdiklerine, tanıdıklarına inat. İşte o anlarda yüzüne gülüp de arkasından vuranları, yanındaymış gibi davranıp da aslında hiç yanında olmayanları her şeye ama her şeye rağmen sevmeye devam ederdi. Ve sevmeye de devam edecekti var oldukça kainat.
Hayatın en anlamlı duygularından olan sevgiyi ve aşkı, tutkuyu savunurken, aşıkları ve sevenleri anlayıp, onların yanında olmasına rağmen şimdiye kadar özel biri tarafından sevilmemişti. Bırakın özel biri tarafından sevilmeyi, çok sevdiği arkadaşları ve tanıdıkları tarafından bile gerçekten ama gerçekten sevilmemişti. Evet bu çok acı bir gerçekti.
Bunun neden böyle olduğunu bilmiyordu ama böyleydi işte.
‘Acaba insanlara şimdiye kadar yaklaştığımdan farklı, yani iyi niyetli, düşünceli ve pozitif olmak yerine tam tersi şeklinde mi davransaydım’ diye düşündü. ‘Evet, farklı davranabilirim ama o zaman ben olamam ki!’ diye mırıldandı.
Açıp baksanız, her bir hücresinde insanları sarıp sarmalayan sevgi ve coşup taşan sonsuz bir aşk bulacağınız bu kalp, insanları çok sevmişti ama gerçekten hiç sevilmemişti.
Avuç içi kadar bile!
                                                Â