Avrupalı yılda 100, biz sadece 3 litre tüketiyoruz

Güncelleme Tarihi:

Avrupalı yılda 100, biz sadece 3 litre tüketiyoruz
Oluşturulma Tarihi: Eylül 28, 2002 20:34

Doğal mineralli su sindirim fonksiyonlarını düzenliyor, osteoporozu, kalp krizini ve diş çürümesini engelliyor, sporla kaybedilen mineralleri vücuda geri veriyor.

İ.Ü Tıp Fakültesi Tıbbi Ekoloji ve Hidroklimatoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Zeki Karagülle maden suyu diye bilinen doğal mineralli suyun içme sularından daha temiz olduğunu ve sağlıklı yaşam için günde en az iki şişe mineralli su içilmesi gerektiğini belirtiyor. Ama maalesef Türkler’in arası mineralli suyla pek iyi değil. Avrupa'da kişi başı yıllık tüketim 100 litreyi bulurken, bizde üç litreden yukarı çıkmıyor.

Bırakın maden suyunu biz zaten bildiğimiz normal suyu bile içmeyi pek sevmeyiz. Sıvı ihtiyacımızı daha çok çay, kahve ve kola ile karşılarız. Bu miktar da genellikle vücut ihtiyacının altında kalıyor. Bir insanın günde iki litre sıvı alması gerekiyor. Bunun en az 1,5 litresi sudan oluşmalı. İ.Ü Tıp Fakültesi Tıbbi Ekoloji ve Hidroklimatoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Zeki Karagülle ‘‘Hiç olmazsa yarım litresi de mineralli sudan karşılansın. En az 700 ml. mineralli su içmek lazım günde’’ diyor.

Karagülle'nin başkanlığını yaptığı ekip geçtiğimiz yıl, Türkiye'de şişelenen maden sularıyla ilgili bir araşatırma yaptı. Buna göre Türkiye'deki maden suları, normal şişe sulardan çok daha temiz ama biz maden suyu içmeyi sevmiyoruz. Bu arada uzmanlar maden suyu yerine daha doğru bir terim olarak mineralli su denmesini tercih ediyor.

Bizde mineralli suyun sevilmeme nedeni içindeki minerallerin verdiği tat. Aynı nedenle içilecekse de yüksek karbondioksitli olanları tercih ediliyor. Karbondioksit minarelli suyun o bildiğimiz gazlı tadını veriyor. Yüksek karbondiyoksit mineral tadını bastırıyor çünkü.

Araştırma kapsamında Türkiye'de ruhsatlı şişelenen tüm maden suları toplandı ve genel kimyasal analizi yapıldı. Etiket üzerindeki değerler birbirini tutuyor mu diye bakıldı. Ortaya çıkan sonuç şu ki, hepsinde ufak tefek oynamalar var. Bu arada mineralli suların mikrobiyolojik araştırmalarını da yaptılar ve hepsi temiz çıktı.

ALMADAN ÖNCE İÇİNDE NE VAR BAKIN

Minarelli su alırken dikkat edilmesi gereken en önemli nokta muhteviyatı. Neye ihtiyacınız varsa veya ne fayda sağlamak istiyorsanız satın almadan önce üzerindeki etiketten aradığınız değerlere sahip olup olmadığına bakın. İşte bir şişe mineralli suda bulunabilecek maddeler ve faydaları.

Kalsiyum: Mineralli sular da çok önemli bir kalsiyum kaynağı. Avrupa standardına göre 250 mg. ve üzeri kalsiyum içiren mineralli sular kalsiyum değeri yüksek sayılıyor. Bir insanın günlük kalsiyum ihtiyacı ise 1000 mg.

Magnezyum: Magnezyum kas ve kemik sağlığı, sinir iletisi için önemli. Yorgunluk hissedildiğinde, ileri yaş ve hamilelikte magnezyum ihtiyacı artıyor. Bu madde kalp kası sağlığı için de önemli. Yapılan araştırmalara göre magnezyumdan zengin su bulunan bölgelerde yaşayan insanlarda kalp krizi riski anlamlı bir şekilde düşük. Fayda sağlayabilmesi için bir şişedeki miktarın en az 50 mg. olması lazım.

Sodyum: Sodyumun ne ile birlikte bulunduğu önemli. Eğer mineralli suyun içinde sodyum klorür yani sofra tuzu varsa, yüksek tansiyon problemi olanlara tavsiye edilmiyor. Buna karşılık sodyum klorür iştah açıyor. Çocuklara ve yetişme çağında olanlara tavsiye ediliyor. İçinde sodyum bikarbonat olan mineralli sular mide fonksiyonlarını destekliyor. Eğer litresinde 200 mg. ve üzeri varsa o suya sodyumlu, 25 mg. ve altında varsa sodyumsuz su deniyor. Sodyum klorürlü maden suyu Türkiye'de pek bulunmuyor.

Sülfat: Bağırsak tembellikleri ve safrakesesi üzerinde olumlu etkisi var. İçimi biraz zor. Halk arasında acı su diye adlandırılan sular.

Bunların dışında mineralli su içinde bulunan florür dişlere, iyot tiroide ve demir de anemiye iyi geliyor.

ARTIK HİDROKLİMATOLOJİ UZMANI YETİŞMEYECEK

Tıbbi Ekoloji ve Hidroklimatoloji'nin ilgi alanı insanın doğal çevresiyle sağlıklı ilişkisi, bu ilişkinin sağlık ve tedavi amaçlı kullanılması. Bunun en çok bilinen ve Türkiye'de de yaygın olarak kullanılanı kaplıcalar. İklim de sağlık ve tedavi amaçlı olarak kullanılabiliyor. Dolayısıyla maden suları, kaplıcalar, çamur, hidro terapik yöntemler, bitkisel tedaviler, beslenme tarzı incelenen alanlar arasında.

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Ekoloji ve Hidroklimatoloji Anabilim Dalı Atatürk'ün emriyle 1938'de kuruldu. Dünyada bu alandaki en eski birimlerden. Türkiye o yıllarda Avrupa tıbbına daha yakın olduğundan kaplıcalarla tedavi yöntemine de önem veriliyordu. Ancak 1960'lardan sonra kaplıcalar önemini yitirdi.

TÜRKİYEDE 6 PROFESÖR VAR

İ.Ü'de 1963'ten beri uzmanlık eğitimi veriliyor. Tüm Türkiye'de tıbbi ekoloji ve hidroklimatoloji anabilim dalı sayısı ise iki. İ.Ü. ve GATA'da var. Prof. Zeki Karagülle ‘‘Biz dört profesörüz, orada da iki doçent arkadaşımız var. Yani tüm Türkiye'deki öğretim üyesi sayısı altı. Yetişmiş uzman sayısı ise 22. Nedeni tıbbın Türkiye'de başka alanlara kayması ve bizim alanımızın desteklenmemesi. Türkiye kaplıcalar açısından dünya çapında bir ülke ancak konuya önem vermiyoruz’’ diyor. Anabilim Dalı'nın başında bu aralar daha büyük problem var. Sağlık Bakanlığı 19 Haziran'da çıkardığı tüzükte bir tıbbi uzmanlık alanı olarak Tıbbi Ekoloji ve Hidroklimatoloji'ye yer vermiyor. Yani artık bu konuda uzman yetişmeyecek.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!