Avladıkları domuzu önce öpüp, sonra kokluyorlar

Güncelleme Tarihi:

Avladıkları domuzu önce öpüp, sonra kokluyorlar
Oluşturulma Tarihi: Mart 17, 2008 00:00

1 Nisan’da yeni av yılı başlıyor. Milli Parklar ve özel kuruluşlara ait 58 kontrollü avlanma alanıyla Türkiye, dünya av turizminde yükselen ülkeler arasında. Almanya, Amerika, Belçika, Danimarka, Fransa’nın yanı sıra bu alandaki en büyük rakibimiz İspanya’dan da avcılar rotasını Türkiye’ye çevirdi. Sıradan turist ortalama 600 Euro civarında harcarken, avcıların harcaması 3 bin Euro’dan başlayıp, vurulan hayvanın türüne göre 10 bin Euro’ya ulaşabiliyor.

Çevre ve Orman Bakanlığı’na bakılırsa, toplam yıllık gelirin 500 milyon doları bulması mümkün. İzinli A sınıfı 378 turizm acentasıyla birlikte av yapılan köyler, özel avlaklar da bu gelirden pay alıyor. Geçen yıl 1404 yabancı avcı, 1883 yaban domuzu, 21 çengelboynuz, 164 yaban keçisi, 37 kızıl geyik avladı. Buna karşın Milli Parklar Genel Müdürlüğü’nce üretilip, doğaya salınmaları sayesinde toplam yaban keçisi sayısı 25 bine, kızıl geyik sayısı 7 bine yükseldi. Av turizmini ve turist avcıları merak eden seyahat yazarı Gülin Aköz bir grup İspanyol’un rehberliğini üstlendi. Antalya ve Yozgat’ta teke, domuz avına çıktı. İzlenimlerini yazdı.

İspanyol avcılara tercümanlık yapma teklifi geldiğinde, "Bir bu eksikti" dedim ve kabul ettim. Zaten başıma ne geliyorsa, bu merak ve yaşayıp görme sevdam yüzünden geliyor. Teke ve domuz avı yapılacaktı. Nasıl bir iş olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu. Aslında tercihen, erkek arıyorlardı. Muhtemelen koşullar zordu.

Etrafımdan "Öldürme işine niye bulaşıyorsun" diyenler oldu. Evet, böyle ifade edilince hiç hoş değildi. Oysa ben bu işi, memleketlerinden kalkıp buralara hayvan öldürmeye gelen bu "tuhaf" insanları tanımak, ava tanıklık olarak görmüştüm. Niye tuhaf dedim? Çocukluğumda karıncayı bırakın sivrisinek bile öldüremezdim, büyüdüğümde de evdeki haşeratların üstüne kavanoz koyup, bahçeye salmaya başladım. Kısacası, öldürme eyleminden bu kadar uzakken avcılar uzaylı gibi gelmiş, ilgimi çekmişti. Ayrıca bu iş, insanoğlunun geçmişi hakkında fikir verebilirdi. Hem, domuzlara ben gitmesem de yazık olacaktı. Bari gidip göreyim de hikáyelerini yazıp dünyaya duyurayım, dedim.

DOMUZUN GÖZÜ ZAYIF BURNU KUVVETLİ

Domuzun, ülkemizde seveni pek yok. Bu bahtı kara hayvanları, diğer ülkelerde sevenler de ya kesip yemek ya da öldürmek için seviyor. Birçok domuz çeşidi var. Tabii burada bahsettiğimiz yabanisi. Türkiye’de üç türü var: Küt burunluyla, uzun sivri burunlunun derilerinin renkleri, davranış şekilleri farklı. Trakya domuzları Anadolu domuzlarına hiç benzemiyor. Ortalama 10 yıl yaşamakla birlikte, kayıtlara göre 27 yaşına ulaşan da olmuş. Büyüklükleri de değişiyor elbette. Ancak ortalama 150-200 kilo geliyorlar.

Dişi bir batında 4-8 yavru doğuruyor. Genelde 20’lik sürüler halinde dolaşıyorlar, 100’lük sürüler de görülebiliyor. Olgunluğa ulaşan erkekler sürüden ayrılıp tek başlarına geziyor. Erkeklerin ayaklarının iki yanında "mahmuz" denen tırnakları ve dev dişleri var. Üçte ikisi çene içinde kalan dişler yaşlandıkça dışarı çıkıyor. Bazen alt çene ve üst çene kenetleniyor ve domuz, ağzını açabilmek için bir ağaca veya taşa sürterek dişini kırıyor.

Domuzların gözleri zayıf, ayrıca görüşü daraltacak şekilde başın iki yanında. Palyaço gibi rengárenk giyinseniz de sizi fark etmeyeceği, seçemeyeceği söyleniyor. Buna karşılık burun ve kulakları çok hassas, en hafif kokuyu, en küçük sesi duyuyor. Bu iki uzvu, gözün yerine geçiyor.

Domuz "tehlikeli" mi? Aslında değil. Çünkü varlığınızı fark ettiği anda kaçıyor. Yaralıysa, küçük bir domuz bile çok tehlikeli. Avcıların anlattığı doğruysa, 55 kiloluk domuzun saldırdığı avcının sırtına 55 dikiş atılmış. Size saldırırsa aklınızda bulunsun, zigzag çizerek kaçmak gerekiyormuş.

Tarlalarına girip ekinlerine zarar vermesin diye geceleri ateş yakıp şarkı söyleyerek domuz kaçırma nöbeti tutan çiftçilerin arasında yaşlı nineler bile var. Domuz ekili ürün için zararlı; ama diğer yandan, doğanın gelişmesine de en fazla katkı sağlayan hayvan. Toprağı eşeleyerek havalandırıyor, ağaç tohumlarını yayıyor. Özellikle de meşeleri.

HER ELİNE TÜFEK ALAN AVCI OLAMAZ

Hadi çiftçiyi anladık. Ekinine zarar veren hayvanı öldürüyor. Peki bu avcıların özrü ne? Ne istiyorlar bu hayvancağızlardan? Avcılık, genelde bir hayvanın trofe denen dişi, boynuzu, derisi için yapılıyor. Domuzun trofesi dişi. İyi bir trofe, 18 santimden büyük olmalı. Nitekim, bizim turdaki avcıların Türkiye’ye gelmelerinin başlıca sebeplerinden biri İspanyol domuzlarının küçük olması. Türkiye’de 20-30 santimlik dişe sahip domuzlar bulunabiliyor. Dişin kalınlığı, renginin koyuluğu da önemli. Tabii bunlar kabaca değerlendirmeler. CSI standartlarındaki puanlama sistemi çok daha karmaşık. Trofeler kaynatılıyor, temizleniyor, içi mumla dolduruluyor. Sonra da bir tablaya yapıştırılıp, duvara asılıyor. Trofe merakı, güzel bir taş, tüy veya hoşumuza giden herhangi bir objenin koleksiyonuna benzer bir şey olabilir. Estetik kaygılarla beslenen bir sahip olma güdüsü.

Peki niye seviyorlar domuz avlamayı, cansız hedefe atış yapsalar olmaz mı? Avlanmadığım için, bu sorulara hiçbir
/images/100/0x0/55eaa6e6f018fbb8f88e02bf
zaman tam olarak bir yanıt veremem. Anladığım kadarıyla avı bir rekabet, meydan okuma olarak görüyorlar. Özellikle de domuz avını. Koku ve sese karşı çok duyarlı demiştik, önsezileri gelişmiş, avlaması zor bir hayvan. Hele büyük trofelere (dişlere) sahip yaşlıları öldürmek iyice zor. Ne de olsa daha tecrübeli ve bilgililer. Rüzgárın yönü gibi birçok faktörü göz önüne almak zorundasınız. Eğer arkanıza alırsanız domuz kokunuzu hemen fark ediyor, veya en ufak ses duyuyor. Vınnn...

Aslında şaşırtıcı. Antalya’da bek avı, daha sonra Yozgat’tın sekiz köyündeki sürek avını izledim. İnce detaylı organizasyonlara, modern cihaz ve tüfeklere rağmen, domuz kaçmayı başarıyor.

KAŞ ÜSTÜNDE AHMAK YARASI

İçine girdikçe işin farklı yönleri ortaya çıkıyor: Mesela, her eli tüfekliye avcı demek doğru değil. Basit tanımından yola çıkacak olursanız, evet, cebine av tüfeği bulundurma ruhsatı ile avlanma belgesi koyan herkes avcıdır. Ancak, sadece atış yapıp hayvan öldürmek değil avcılık.

Bir avcı, silahları, kalibreleri, hangi mesafede hangi hayvan üzerinde nasıl etkili olduğunu bilmeli. Eğer hayvanı öldürmeyecek, yaralayacak konumda ise atış yapmamalı.

Hayvan gibi düşünemeyen, avlayamaz, derler. Av empati yeteneğini geliştirir mi bilmem. Ancak, avlanmak için doğayı, hayvanların davranışlarını bilmek gerekiyor. Hangi hayvan hangi mevsimde nerede bulunur, ne yapar, beslenme ve su ihtiyacını nasıl karşılar, katımı hangi aydadır?

Bunların dışında, avcının iyi bir gözlem yeteneği olması gerekiyor. Hayvanların ayak izleri, dışkıları, eşeledikleri yerler, yiyecek artıkları, ağaç ve otların hangi yöne yattığı veya koparıldığı gibi verileri değerlendirebilmek önemli.

Her gün farklı bir bölgeye gidiyoruz. Bana sorarsanız hepsi aynı: dağlık, ağaçlık arazi. Avcılar bir şey görünce dürbünü elime tutuşturuyorlar, hayvanı bul bulabiliyorsan! Önce, doğadaki seslere, hareketlere, araziye hassasiyet geliştirmek lazım. Avcının harita bilgisi olmalı, hava tahmini yapabilmeli. İyi atış için nefes kontrolü, güçlü kol, bacak, bel, ayrıca göz, beyin, el koordinasyonu gerekiyor. En önemlisi de sabır. Saatlerce kıpırtısız, sessizce beklemek gerekiyor. Bu özelliklere sahip olmayan, avdan eli boş dönüyor. Veya silah tepiyor, kaşının üstüne "ahmak yarası" alıyor. Kahramanları tanıttığımıza göre, şimdi gelelim işin nasılına.

SÜREK AVI SADECE DOMUZA

İki tür avlanma şekli var. Bek, beklemekten geliyor. Domuzun geleceği yere gündüz yem bırakılıyor. Mısırlar, çıkarılması güç olacak şekilde atılıyor. Gece hayvanlar yeme geldiği anda bum! "Su içerken yılan bile dokunmaz" derler. Resmen kalleşlik yapıp hayvana tuzak kuruyor ve sonra, o masumca yemeğini yerken öldürüyorlar.

Sürek avını, avcı başı yönetiyor. Avcı başı, yöreyi ve domuzların yataklarını, kaçış yerlerini çok iyi biliyor. Avcılar, belli aralıklarla kritik noktalara konuşlanıyor. Sonra sürekçiler karşı taraftan geliyor, tuhaf sesler çıkararak, gürültü yaparak domuzları kaçırıyor. "Hey hey hey," diye bağırıyor, tenekeler, davullar çalıyor, fişek atıyorlar. Öteden köpekler havlıyor. Tam bir şamata.

Bir sürek bitince, diğer süreğe geçiliyor. Av, hava kararıncaya kadar sürüyor. Yaban keçisi gibi büyük memeli hayvanlar katım, ağustos sonrasındaki çiftleşme zamanı avlanıyor. Çünkü kıymetli trofeli (büyük boynuz) yaşlı tekeler bu dönemde aşağılara iniyorlar. Geyiklerin de bu zamanda gözü başka şey görmediğinden, kolay av oluyorlar. Kızıştıklarında sadece çiftleşmeye odaklandıklarından etraflarındaki tuhaf seslere ve görüntülere bile aldırmıyorlar.

AVCILAR DOMUZU ÇAPKIN ÇAPKIN SÜZÜYOR

Av süreci kadar, sonrasında da avcıları izlediğinizde şaşırtıcı, komik gözlemler biriktirebiliyorsunuz. Manzarayı tahayyül etmeye çalışın: 15 erkek, gecenin karanlığında, dağ başında buz gibi soğukta, ölü bir domuzun başında toplanmış... Normalde erkeklerin kadınlara baktığı gibi bakıp: "Vay! Çok harika bir parça" diyor. Daha da ileri gidiyor bazıları. Domuzu öpüp kokluyorlar. Gerçi sonradan, "Hayır, sadece kadınlar öpülür" diyerek öptüklerini inkár ettiler. Vurdukları domuzun kokusu İspanya’dakilerden farklı geldiği için koklamışlar sadece...

Aynı avcılar akşam yemeğinde, salatadaki mısırları bir kenara itiyor. Gerekçeleri: "Onlar domuz yiyeceği, insan değil." Mısır, domuzun en sevdiği yiyecek. Öyle ki, "domuzun altını" diye nitelendiriliyor...

Avcıların cep telefonlarının ekranında eşlerinin, çocuklarının değil, vurdukları domuz başlarının fotoğrafı var!

Özellikle büyük şehirlerde yaşayan çoğumuzun doğa ile bağı kopmuş durumda. Geçmişteki ilkel yaşam becerilerine günümüzde artık ihtiyaç duyulmasa da bunları görmek, öğrenmek heyecan verici. Ayak izinden hayvanları tespit ve takip edebilmek, kaç hayvanın ne zaman oradan geçtiğini söyleyebilmek, ayak izinin büyük, küçük, dişi, erkek hayvana ait olduğunu anlayabilmek, veya oradan koşarak mı geçtiği gibi detayları görebilmek insana haz veriyor. Her ne kadar yorucu olsa da domuz peşinde koşmanın gerilimden arındırıcı bir etkisi var. Aslında hayatta hepimiz bir tür avcıyız denebilir. Kimi para avında, kimi aşk; kimi fotoğraf avını tercih eder, kimi benim gibi anı avını. Belki de en güzeli, yollara düşüp "sıradan olmayan"ın ardı sıra gitmek, yaşamı peşinde sürüklemek.

Kel avcı rüzgár yönünü kasketini çıkarıp, diğerleri sigara yakıp buluyor

Domuz, tadı insan etine en çok benzeyen hayvanmış. Coşkun Aral’ın yalancısıyım. O da konuştuğu yamyamların yalancısı olsa gerek.
/images/100/0x0/55eaa6e6f018fbb8f88e02c1

Av çok da akıllıca iş değil. Modern aletlere dünya para sayıyor, onca ağırlık taşıyor, onları gümrükten geçirmek için onca işlem yaptırıyorsunuz. Sabahın köründe veya gecenin bir yarısında dağ başına çıkıyor, soğukta saatlerce dikiliyorsunuz. Sonuç hüsran olabiliyor, amacına ulaşanın mükafatı ise domuzla fotoğraf, birkaç diş. Etini yemeğe zahmet bile etmiyorlar.

Konuşmaların çoğunda İspanyolcalarını bırakın, Türkçeleri bile bana bir şey ifade etmiyor. Çulluk da keklik de bir benim için. Büyükbaş kuş! Neyse ki onlar konuyu bildiklerinden, ben kabaca tarif ettiğimde anlıyorlar. Eh, ben de zamanla doğayı tanımaya başlıyorum.

Hayvanlar yaralandıklarında kendi kendilerini tedavi şekilleri var. Mesela domuz karnını sıkarak kan kaybını azaltıyor. Tekeler de yarayı toprağa sürtüyor ve kanı durduruyor.

Köpekler, domuzu bir köşede kıstırıp tutacak, hareketsiz hale getirecek şekilde eğitiliyorlar. Yine de bazen domuz peşine gideceklerine tavşan görüp, onu kovalalarken domuzun saldırısına uğruyorlar.

Bekte sessizlik çok önemli. Bir de kokusuz olmak. Gerçi domuz, hiçbir koku sürmese, kıyafetlerini deterjanla yıkamasa bile insanın kokusunu hemen fark ediyor. Bu nedenle, rüzgárı mutlaka dikkate almak gerekiyor. Rüzgárın yönünü saptamak için kimi sigara kullanıyor. Kel olanlar ise kasketlerini çıkardıklarında çok iyi anlıyorlarmış.

Gürültü etmemeye, sessiz olmaya alışmışım ya, şehirde otomobilin kapısını kaparken sanki avdaymışım gibi, "Şimdi yavaş mı kapamam gerek" diye düşünürken yakalıyorum kendimi.

Çocukları, sınıf arkadaşlarına babalarının avcılık yaptığını söyleyemiyormuş.

"Güzel" diye baktığınız büyük kediler, tekeler, karacalar ve bu gibi hayvanlar öldürüldüğünde "Nasıl kıyılır" diye içinizin acıması ve fakat "çirkin" bulduğunuz hayvanlar için aynı üzüntüyü duymamak düşündürücü. Tanıdığım çok saf, temiz ruhlu kişinin bir akrebi veya bahçesindeki bitkilere zarar veriyor diye bir sümüklüböceği nasıl büyük bir soğukkanlılıkla öldürdüğünü görmek ayrı bir muamma. Avın birçok kavramla bağlantılı ve sorgulamalara açık olması beni çekiyor. Ölüm ve yaşamı sorgulamak, doğa ve güç dengeleri, paranın kudreti, insanın ilkelliğinin ortaya çıkması gibi...

Döndüğümde arkadaşlarıma sordum. "Dünya teke rekoru kaç santim ve nerede kırılmış?" Hiçbiri bilemedi tabi. Ben cevapladım: "Geçen sene Silifke’de Amerikalı bir avcı vurmuş. 141.5 cm."

Okullarda bilgi çuvalına dönüştürülüyoruz. Reklamlar vasıtasıyla ve çevremizden yığınla gereksiz "bilgi" depoluyoruz. Arasına hayvanların boynuz ve diş uzunlukları, ayak izleri ile ilgili birkaç şey sıkıştırmanın zararı olmaz.

1977’de domuzla başladı, 1981’de genişletildi

Dünya ülkeleriyle karşılaştırıldığında Türkiye’deki yaban hayatı olması gerekenden çok düşük seviyelerde. Bir araştırmaya göre, 1.7 milyon büyük memeli hayvan barındırabilecekken 300-350 bin hayvan var. Bunların çoğu domuz. Yurtdışından ilk avcı turist kafilesi 1977’de domuz avlamak üzere gelmiş, 1981’de diğer hayvanlar da av turizmine açılmış. 1984’ten bu yana yerli avcılar da Orman Bakanlığı Milli Parklar, Av ve Yaban Hayatı Genel Müdürlüğü’ne bağlı avlakları kullanabiliyor. Avlanacak hayvan türü ve sayısını her yıl Merkez Av Komisyonu belirliyor. 1 Nisan’dan başlayıp ertesi yılın 31 Mart’ına kadar bu kota uygulanıyor. Av, 2003’te güncellenen Kara Avcılığı Kanunu’na göre yapılıyor. 2007-8 sezonunda yaban keçisi (Capra aegagrus), çengelboynuzlu dağ keçisi (Rupicapra rupicapra), kızıl geyik (Cervus elaphus), karaca (Capreolus capreolus), Anadolu yaban koyunu (Ovis gmelinii anatolica), yaban domuzu (Sus scrofa), melez yaban keçisi (Hybrid ibex), tilki (Vulpes vulpes), çakal (Canis aureus) vurulmasına izin verildi. Domuz avı 55 ilde, yıl boyunca serbest.

Av turizmi, avın belli bir anlayış çerçevesinde doğayı koruyarak yapılmasını sağlıyor. Belli yaş ve cinsiyetteki hayvanlar öldürülüyor. Bu kurallar dikkate almadan atış yapıldığı, genç ve dişiler de öldürüldüğü için sürek avının sadece domuz için yapılmasına izin veriliyor. Yabandomuzu, tilki ve çakal dışındaki türlerin sadece erkekleri avlanabiliyor. Sonuçta hayvanların üremesi ve soylarının devamı için dişiler elzem.

Kayıtlı tür ve yer dışında avlanmanın cezası 8.455 YTL. Yaralamanın veya dişi öldürmenin cezası var. Yabancı avcılar, yerli avcılar için belirlenen bedellerin beş katını ödüyor. Bir Orman Bakanlığı görevlisi avlara eşlik ederek denetimi sağlıyor. Yine de, tüm yasal düzenlemelere rağmen, kaçak avı önlemek çok zor.

Usulüne uygun yapılan av turizmi doğal hayatı korumakla kalmaz, geliştirebilir de. Çünkü av potansiyelinin ve turizmin devamı için türlerin çeşitliliğinin korunması, hayvanların varlığı gerekli. Genellikle belli bir sayıdan fazlasını öldürmüyor zaten avcılar. Kim bilir, belki yüksek av ücretlerini ödemek istemediklerinden, veya insaflı olduklarından. Av turizmi kırsal ekonominin gelişmesine de katkıda bulunuyor. Orman Bakanlığı, avcıların ödediği ücretin bir kısmını avın yapıldığı köylere aktarıyor. Av turizmi yerel halka iş imkánı sağlıyor. Ve tabii bu da, yöre halkının yaban hayvanlarını koruyup sahip çıkmaları için teşvik edici. Kısacası av, "Ay vahşet!" diye kesip atılacak kadar basit bir konu değil.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!