Oluşturulma Tarihi: Aralık 03, 2004 00:00
Alman ordularının Maginot hattını yarıp Fransa’ya girmesinin acısını, istanbul’dan hissetti Sait Argeşo. Savaş, onun Sorbonne Üniversitesi’nde hariciye okuma hayalini yıkmıştı. Rüyalarını süsleyen Paris işgal altındaydı. Kendine yeni bir rota çizmesi gerekiyordu.
Galatasaray Lisesi’ni o yıl bitirmiş bir genç olarak ortada kalakalmıştı.Sınıf arkadaşı Ali İpar’ın hedefi Amerika’ydı. Birlikte gitmeyi önerdi. Sait’in tereddüt ettiğini görünce uçağa atlayıp gitti Amerika’ya.Savaş kısa zamanda yayıldı. Bütün Avrupa, barut ve kan kokuyordu. Sait’in üniversite okumak için Amerika’dan başka seçeneğin kalmadığını kabullenebilmesi için aradan birkaç ay geçmesi yetti. Onu Amerika’ya yollamayı babası da kabul etti. Tek şartı vardı; ‘Ziraat mühendisi olacaksın.’ Sait ya hariciyede ısrar edip Türkiye’de kalacak ya da ziraat mühendisliğine razı olacaktı.Babası Şehzadebaşılı Ömer Lütfü Bey, Balkan Harbi’nden itibaren cepheden cepheye koşmuş bir subaydı. Aynı zamanda başarılı bir sporcuydu. Sonradan Tarcan soyadını alarak ün kazanacak olan Selim Sırrı Bey’in jimnastik ve eskrim arkadaşıydı. Ömer Lütfü Bey, 1909 yılında Kayzer’in Muhafız Alayına stajyer yüzbaşı olarak gittiği Hamburg’da iki yıl üst üste şampiyon olacak kadar iyi kullanıyordu kılıcını. Ömer Lütfü Bey, Kurtuluş Savaşı’na 23’üncü Fırka Kumandanı olarak katılmıştı. İlk Meclis’te Afyon milletvekiliydi. Ancak Cumhuriyet’in kurulmasının ardından eşinin Gönen’deki çiftliğine çekilmiş, kendini tarıma vermişti. Oğlunun da ziraat öğrenimi görerek kendisine yardımcı olmasını istiyordu.Sait babasının bu isteğini kabul etmeye karar vermişti ki, annesi devreye girdi. ‘Sen istediğini oku, kolunda altın bileziğin olsun. İstersen sonra yine ziraatla uğraşırsın’ dedi.Amerika yolculuğunun önünde bir engel kalmamış gibi görünüyordu. Sait hemen hazırlıklara başladı. Savaş koşullarında pasaport çıkarmak ve döviz almak hayli zordu. Daha önemli sorun ise hangi yolu izleyerek Amerika’ya ulaşacağıydı. Avrupa üzerinden uçak seferleri kalkmıştı. Atlantik’te Alman denizaltıları devriye geziyor, yakaladıkları gemileri batırıyorlardı.SİBİRYA ÜZERİNDEN AMERİKASait Argeşo, küçük yaşlardan beri tarih ve coğrafyaya meraklıydı. Bir diğer özelliği de, macera sevmesiydi. Bu özellikleri birleşince Amerika’ya gidebilmek için kendine bir rota çizmeyi başardı: İstanbul’dan gemi ile Odesa’ya, oradan trenle Moskova’ya ulaşacak; Trans Sibirya treni ile Pasifik sahilindeki Vladivostok’a varacaktı. Gerisi daha kolaydı; bir şileple doğrudan Amerika’ya gidebilir, olmazsa Japonya üzerinden San Fransisco’ya ulaşabilirdi!Japonlar’a benzediği için ‘Japon’ lakabı taktıkları okul arkadaşı Enver, Wagon Lits Cook adlı seyahat acentasında çalışıyordu. Onun yardımıyla Vladivostok’a kadar bileti kesildi. Bu yolculuğun bedeli her şey dahil tam 300 liraydı!22 Haziran 1941 sabahı, ailesiyle vedalaştı Sait Argeşo. Besarabya isimli gemiye bindiğinde neşesi yerindeydi. Ülkelerine dönen birbirinden güzel, cıvıl cıvıl Macar ‘taverna kızları’yla karşılaşmak başını döndürmüştü. Onlarla sohbet ederken geminin hareket edip, beyaz bir kuğu gibi boğazdan süzülmeye başladığını farketmedi bile.Büyükdere açıklarında aniden durdu gemi. Bir süre sonra geri dönüp Galata rıhtımına yanaştı yeniden. Güvertede olağandışı bir hareketlilik yaşanıyordu. Yanındaki Macar kız, tayfalardan bilgi almıştı. Sait’e, ‘Alman orduları bu sabah Rusya’ya da saldırmış, Karadeniz’e denizaltı indirmişler’ dedi. Üzgün görünüyordu. Onları bırakmıyorlardı, gemi kıyıdan yol alarak Batum’a gidecekti. ‘Ben de kalıyorum’ dedi Sait. ‘Deli misin?’ diye çıkıştı kız; ‘Gençsin, Ruslar seni askere alır cepheye sevkeder.’ Bu sırada rıhtımda bekleyen annesi, ablası ve eniştesi de el sallıyorlardı:- Haydi in Sait! Gemi gitmiyor!İstemeye istemeye indi gemiden. Anadolu Hisarı’ndaki yalıya döndüğünde kanatları kırılmış bir göçmen kuş gibiydi. Günler ne yapacağını bilemeden birbirini izlerken, birgün boğaz vapurunda iki genç yaklaştı yanına. Başlamadan biten Amerika macerasını duymuşlardı. Birinin adı Haldun Aktan, diğerininki Sabahattin Sunguroğlu idi. Kolejden yeni mezun olmuşlardı.‘Sen Sibirya yoluyla Amerika’ya gitmeye kalkmışsın. Gitmekten vazmı geçtin?’ dediler. ‘Hayır vazgeçmedim’ dedi Sait. Bunun üzerine Hindistan üzerinden birlikte gitmeyi teklif ettiler. Sait, hiç düşünmeden kabul etti; ‘Tabii gelirim.’Trenle Bağdat’a gidip, oradan uçakla Bombay’a geçmeyi, oradan da vapurla Amerika’ya ulaşmayı planlıyorlardı. Sait, Suriye sınırının kapalı olduğunu hatırlattı. ‘Onu düşündük. Keleklerden yapılmış bir sal kiralar, Dicle’den aşağı ineriz. Silahımız da olacak, geceleri birbirimizi koruruz’ dediler.Sait, çok sevmişti bu gençleri. Amerika’ya varamasalar bile müthiş bir macera yaşayacakları kesindi. Üstelik her şeyi hazırdı. İade ettiği Rusya biletlerinin parası, pasaportu, vizesi, hepsi cebindeydi.GİZLİ BOMBAY YOLCULUĞUO sırada Gönen’de olan anne ve babasına gitmesine engel olacakları endişesiyle
haber vermedi. HaydarpaÅŸa Garı’nda trene binerken, arkadaşı Necdet Çobanlı’ya babasına postalamak üzere bir mektup teslim etti:‘Bombay’a gidecek kadar param var. Amerika vapuru için para lazım olacak. Babamdan alır bana yollarsın’ dedi.Necdet, parayı yollayacağı adresi sordu. Sait’in gördüğü bir filmde Manila’daki bütün olaylar, Rex Oteli’nde geçiyordu. ‘Nasıl olsa Bombay’da da vardır’ diye geçirdi içinden.‘Rex Oteli’ne gönderirsin’ diye cevapladı arkadaşını. Necdet temkinliydi. ‘Emin misin?’ diye sordu tekrar. Sait, ‘Eminim, Rex Otel’de kalacağım’ deyince itirazdan vazgeçti.Tren istasyonlarda dura kalka yol alırken kompartımanına bir astsubay bindi. Oldukça bitkin görünüyordu. Akdeniz’de torpillenerek batırılan gemiden kurtulan az sayıdaki askerden biriydi. Sait’in Bombay’dan gemiyle Amerika’ya gideceÄŸini duyunca ‘Sen delisin’ dedi.- Koca Atlantik’i kazasız belasız geçeceÄŸini mi umuyorsun? Hem ben senin Bombay’a varacağından bile şüpheliyim!Bereket astsubay Adana’da trenden indi de Sait ferahladı. İçini karartmıştı yol boyunca. Suriye sınırına yaklaşırken Haldun sınırın açıldığını haber aldı. Neredeyse bayram yaptılar. Tehlikeli sal yolculuÄŸuna gerek kalmamıştı! Sait, ‘Koruyucu meleÄŸim yanımda’ diye düşündü.Tren sınırı geçip Irak içlerine doÄŸru ilerlerken Ä°ngilizce kitabına daldı Sait. Sözcük ezberlemeye çalışıyordu. Fransızcası iyiydi, çat pat Almanca da konuÅŸabiliyordu. Ama Ä°ngilizcesi berbattı. Amerika’ya varana kadar Ä°ngilizcesini ilerletmek istiyordu.BAÄžDAT’TA KÖTÃœ HABERBaÄŸdat’ta ilk olarak Cook Acentası’na gittiler. Bombay’a ertesi gün bir uçak vardı ama iki kiÅŸilik yer kalmıştı. Sonraki uçağın kalkmasına da bir hafta vardı. Sait, Haldun ve Sabahattin’e ‘Siz gidin, Ben arkadan gelirim’ dedi. Kabul ettiler; ‘Bombay’da vapur bulursak bineriz, seni bekleyemeyiz’ diye de uyardılar.‘Merak etmeyin, ben başımın çaresine bakarım’ dedi Sait.Ertesi gün vedalaÅŸtılar. Haldun ve Sabahattin uçaÄŸa binerken, Sait kentte dolaÅŸmaya çıktı. Giysi almak için girdiÄŸi bir dükkanda Ä°ngilizcesini denemeye kalktı. Satıcıyla bir türlü anlaÅŸamayınca kendi kendine söylendi; ‘Hay Allah. Çattık be!’ Bu sözleri duyan satıcı yüzüne bakıp, ‘Türkçe konuÅŸsana’ deyince, Sait’in üzerindeki sıkıntı bulutları bir anda kalktı. Satıcı, ‘BaÄŸdat’ta Ä°ngilizler’den önce Türkler vardı’ diye gülüyordu. Sait, alışveriÅŸten sonra tekrar acentaya gitti. Uçak için bir hafta beklemektense gemiyle gitmek istiyordu. ‘İki gün sonra Basra’dan bir gemi kalkıyor. Basra’ya kadar trenle gideceksiniz’ dediler.Biletini alınca bir ferahlık yayıldı içine. Beklemek daha ilk günden sıkıcı gelmiÅŸti Sait’e. Bir gün sonra akÅŸam saatlerinde Basra’daydı. O geceyi acentanın otelinde geçirdi, sabah erkenden limana gitti. Bombay’a gidecek gemi, bir dolmuÅŸa benziyordu. Arap, Ä°ranlı, Hintli yolcular ÅŸiltelerini sermiÅŸler, kalabalıktan adım atacak yer kalmamıştı güvertede.Hemen her limana uÄŸrayan geminin azgın dalgaları aşıp Bombay’a varabilmesi 21 gün sürdü. Sait’in tahmininden uzundu bu yolculuk.BOMBAY’DAKÄ° SÃœRPRÄ°ZCook Acentasında Sait’i bir sürpriz bekliyordu. Sabahattin, ilk vapurda yer bulup gitmiÅŸti. Haldun ise hala Bombay’daydı, 17 gün sonra kalkacak vapuru bekliyordu. ‘Bana da yer ayırın’ dedi Sait. ‘Maalesef yer yok. Yedek yazalım, yer boÅŸalınca haber veririz’ karşılığını verdi acenta görevlisi.Bürodan ayrılmadan önce Haldun’un adresini de aldı Sait. Ocean View Oteli’nde kalıyordu arkadaşı. Birden aklına geldi, parasını Rex Oteli’ne göndereceklerdi! İçine bir kurt düştü.Haldun’u bulduÄŸunda sevinçle kucaklaÅŸtılar. O da yalnızlıktan bunalmıştı. EÅŸyalarını onun odasına taşıdı, sonra ikisi birlikte Rex Oteli’ni aramaya çıktılar. Bombay’da Rex adlı bir otel yoktu. Ä°stanbul’a, Necdet’e telgraf çekti hemen. ‘Parayı Chase Bank vasıtasıyla gönderdim. Adres Rex Oteli!’ diyordu Necdet cevabında. Haldun ile birlikte Bombay’daki bankaları dolaÅŸmaya baÅŸladılar.Yok, yok, yok! Her bankaya girip çıkıyor, bir türlü bulamıyorlardı gönderilen havaleyi. Bankaları dolaşırken acentadan haber geldi, ‘Vapurda yeriniz hazır’ diyorlardı. Harekete sadece iki gün kalmıştı!Biletini almak üzere gittiÄŸi acentadaki görevliye anlattı durumunu. Bir de Hindistan Milli Bankası’na bakmalarını önerdi. Mucize! Para oraya gelmiÅŸti! Koruyucu meleÄŸi yine yanındaydı! Sait son gün bulmuÅŸtu parasını.LÃœKS VAPURDA YOLCULUKPresident Garfield vapuruna bindiklerinde gözlerine inanamadılar. Son derece lüks bir vapurdu. Her yer birinci mevkiydi. Sait, 800 dolar gibi yüksek bir ücret ödemiÅŸti bu yolculuk için. Amerika’da bir yıl geçinmesine yetecek bir miktardı bu o tarihte.Her gece müzikli, danslı partiler düzenleniyordu gemide. Sait, 20 yaşın verdiÄŸi enerjiyle sürekli pistteydi. Genç, yaÅŸlı demeden bulduÄŸu her kadınla dans ediyordu. Böylece hem eÄŸlenceli vakit geçiriyor, hem de Ä°ngilizcesini geliÅŸtiriyordu.Ãœmit burnunu dönerken deniz kabarmıştı, vapur günlerce sallandı durdu. Atlas Okyanusu’nda, geniÅŸ bir kavis çizerek güneye doÄŸru yol aldı. Bir gün akÅŸam saatlerinde uzaktan bir gemi göründü. Bacasından dumanlar saçarak tam üzerlerine doÄŸru geliyordu. Bütün yolcular güverteye yığılıp, heyecan içinde geminin yaklaÅŸmasını bekledi. Gemi yaklaÅŸtı, yaklaÅŸtı ve birkaç mil kala durdu. Bir Ä°ngiliz zırhlısıydı bu! Onlar rahat bir nefes alırken, zırhlıdan projektörlerle iÅŸarete baÅŸladılar. Vapurun daha güneye kaymasını istiyorlardı.Vapur, rotasını daha güneye çevirerek yoluna devam ederken gemideki heyecan henüz sona ermemiÅŸti. Her sabah bütün yolculara can yelekleri giydirilerek, tahlisiye sandallarının yanında tatbikat yaptırılıyordu. Her yeni güne baÅŸlarken, savaÅŸ kendini yolculara hissettiriyordu.Ancak Trinadade adalarına vardıktan sonra vapur rotasını kuzeye çevirebildi. Amerika sahillerini izleyerek New York’a vardıklarında Bombay’dan hareketlerinin üzerinden 34 koca gün geçmiÅŸti.Tabii Amerika’daki ilk iÅŸi, babasına ve annesine bir mektup daha yazmak oldu. BaÄŸdat’tan itibaren her duraktan bir mektup göndermiÅŸti. Ä°ki üç ayda da gitse sonunda yerine varıyordu mektuplar. Sait ArgeÅŸo, Harvard Ãœniversitesi’nde inÅŸaat mühendisliÄŸi bölümüne kaydoldu. Ä°ngilizce sorununu da kısa sürede aÅŸtı. Bu baÅŸarıyı, dans partilerinin hiçbirini kaçırmamasına borçluydu...YaÅŸam öykünüzü bekliyoruzFax: (312) 428 53 18e-mail: fbildirici@ hurriyet.com.tr Mektup adresi: Anlatsam Roman Olur Hürriyet Bürosu Cinnah Cad.No 8 K.Dere/AnkaraWeb sayfası: www.hurriyet.com.tr/anlatsamOKURA PUSULAYAZMAYA DEVAM EDÄ°YORM.Sait ArgeÅŸo, Harvard Ãœniversitesi’ni 2 Kasım 1948’de bitirerek Türkiye’ye döndü. Altı yıl kadar inÅŸaat mühendisi olarak çalıştıktan sonra, babasının ardından sahipsiz kalan çiftliÄŸin başına geçti. Aslında ArgeÅŸo, yaÅŸamından dört ayrı kesidi, dört ayrı metin halinde yazarak gönderdi. Ben yazdıklarından küçük bir bölümü öyküleÅŸtirebildim. Ama Sait Bey ile anlaÅŸtık, o bana yazmaya devam edecek. Böylece yaÅŸamını romanlaÅŸtırma yolunda emin adımlarla ilerleyecek. Â
button