Güncelleme Tarihi:
Antalyalılar, fırsattan istifade, 45 yılda toplam 206 filmde yer alan Kier’in koşan, eğlenen, gülen yüzünü gördü. Ünlü aktörün ise çok sevdiği Antalya’da bulunduğu günlerde aklında tek bir soru vardı: Atatürk’ü nasıl oynarım?
Antalya günleriniz nasıl geçti?
- Hayatta bazı anlar vardır, hiç unutmazsınız. Ben onlardan birini Antalya’da, katıldığım kortejde yaşadım. Yanımda Ahu Tuğba vardı, o ne yaparsa aynısını yaptım. Herkese el salladım. Sevgi gösterisinde bulunan 200 bine yakın insan vardı. Hepsi de çok mutlu görünüyordu. İnanılmaz bir andı...
Ya filmler ve salonlardaki ambians?
- Festivaldeki birçok filmi gördüm. İçlerinde en beğendiğim, Ahmet Sönmez’in “Elveda Katya”sı oldu. Tüm oyuncular harikaydı. Jürinin yerinde olsam, en iyi ekip ödülünü onlara verirdim ki böyle bir ödül var mı onu da bilmiyorum. Her biri çok başarılıydı. Bu da yönetmenin başarılı olduğunu gösterir tabii...
Türk sineması hakkında ne düşünüyorsunuz?
- İzlediğim filmler genelde hüzünlüydü... Kullanılan müzikler de öyle... Salonlardan çıkınca çoğu kez “Votka nerede?” diye sordum (gülüyor).
Bu hüzün hallerini yadırgadınız mı?
- Hayır. Aslında yönetmenlerin çoğu genç ve sorunları dile getirmek arzusundalar. Dolayısıyla Hollywood tipi komedi yapmak yerine problemleri göstermek istiyorlar. Şu anda burada oturmuş piyano eşliğinde konuşuyoruz. Oysa yanı başımızda, Suriye’de insanlar ölüyor. Kimin doğru, kimin yanlış olduğunu söyleyemem. Bu durumda tek diyebileceğim “savaşmak yanlıştır” olur.
Bir aktör olarak sizin de çıkıp “savaşa karşıyım” deme hakkınız var.
- Elbette... 2. Dünya Savaşı’nda doğmuş biri olarak, bu sorunların diplomatik yollarla aşılması gerektiğini düşünüyorum.
ARA SIRA GELMEK İÇİN ANTALYA’DA EV ARADIM
Festivalde sizin de iki filminiz gösterildi. Biri Ali Özgentürk’ün “Görünmeyenler”i, diğeri ise komedi filmi “Iron Sky”...
- “Iron Sky” tamamen çılgın bir film. Benim için de eğlenceli bir deneyimdi. Sadece “Naziler Ay’da nasıl koloni kurar?” düşüncesi bile yeterince komik... Ali Özgentürk’ün filminde ise Macar müzisyen Bela Bartok rolündeydim.
Çok yoğun bir programınız olduğunu biliyorum. Bu koşturmacada nasıl fırsat bulup da Türkiye’ye gelebildiniz?
- Guy Madin’in çektiği “Spiritismes”ı çektim, ardından Lars Von Trier ile “Melancholia”yı çekip İstanbul’a geldim ve “Görünmeyen”de Bela Bartok oldum. Sonra televizyon dizisi “Borgia”da Papa’yı oynadım. Ardından Frankfurt’a gidip “Iron Sky”da Führer oldum. Şimdi sırada Lars von Trier’in “Nyphomaniac”ı ve “Beware The Batman” var. Böyle yoğun bir program varken bir an durdum, “Antalya’ya festivale gideceğim” dedim. İyi ki de gelmişim. Konuşmalar, fotoğraflar, imzalar... Çok iyi hissediyorum kendimi. Festivalden sonra o tempoya yeni fikirlerle geri döneceğim.
Ne gibi fikirler?
- Burada farklı fikirler edindim. Sadece sinemayla ilgili değil ama; ev dekorasyonu, ışıklandırma... Resimlerim için de ilham aldım. Hatta ara ara gelmek için ev bile aradım Antalya’da...
HER SABAH BALKONA ÇIKIP “ALLAH BÜYÜK” DİYORUM
Burada ilk öğrendiğiniz ne oldu? Mezarlıkta “Allah” dediğinizi duyduk ama.
- İlk olarak “Allah büyük”ü öğrendim. Otel odamda her sabah kalkıp balkona çıkıyor, “Allah büyük” diyordum. Bu kendimi çok iyi hissettirdi. Güne başlamak için güzel bir yöntem. İnsanlar beni deli zannetti ama olsun. Çünkü pozitif bir insanım, insanları ve yaşamayı seviyorum.
Bu kadar çok “Allah” demeniz, “Müslümanlığı mı seçtiniz yoksa” sorusunu akla getiriyor.
- Hayır. Allah, uluslararası bir kelime. Tanrı gibi. Allah, tanrı, İsa, Muhammed, Budha... Herkesi seviyorum. Çünkü hepimizin inanmaya ihtiyacı var. DEğer bir şeye inanmazsanız, hiçbir motivasyonunuz olmaz.
Ahu Tuğba’dan başka hangi Türkçe kelimeleri öğrendiniz?
- Birçok şey. Yavaş, tamam, teşekkürler, merhaba... Ama “Allah Büyük”ü ondan öğrenmedim, Ali Özgentürk’le çalışırken de biliyordum.
TÜRK OLMADIĞIM İÇİN MUTSUZUM
Burada en çok dikkatinizi çeken ne oldu?
- Öncelikle şunu söyleyeyim, Türk olmadığım için çok mutsuzum. Çünkü Atatürk’ü oynamak isterdim. Bence çok elegan bir isim. Bugüne kadar okuduğum kitaplardan hakkında çok şey öğrendim. O kadar zeki bir adam ki, her zaman sol eli arkada, sağ elini ileri doğru hareket ettirerek insanlara hitap edermiş. Çünkü iki el birden kürsüde görünürse, ilginin dağılacağını biliyor. Bu tip küçük detaylar bile onu büyük kılıyor. Aklıma Atatürk’ün geçmişten geleceği bir vampir filmi yapmak geldi burada. Tabii ki bu olmaz. Çünkü Atatürk aynen bir din gibi. Berbere de gitseniz, otele de, onun fotoğrafıyla karşılaşıyorsunuz. Çünkü insanlar onun varlığına inanmak ve umut etmek istiyorlar.
“Pars Kiraz Operasyonu”nda Osman Çınar ile çalıştınız. Ardından Ali Özgentürk’ün “Görünmeyen”i geldi. Türk yönetmenlerle işbirliğiniz sürecek mi?
- Almanya’da “Soul Kitchen”da da yer almıştım. Fatih Akın bence muhteşem bir yönetmen. Fatih’in bir sonraki filminde de yer alacağımı düşünüyorum. Çok şanslı bir adamım ben...
Neden?
- Çünkü bugüne kadar kimseye “Filminde oynayabilir miyim?” demedim. Kapı kapı dolaşmadım. David Linch’e gitmedim mesela. Ama biz oyuncuların iyi yönetmenlere ihtiyacı vardır, bunu da gayet iyi biliyorum.
JOHN MALKOVICH’İN TARZI YANLIŞTIR
İyi yönetmen demişken, hiç mi yanlış proje seçme yanılgısına düşmediniz?
- Yanılmaz olur muyum? İnternet benim hakkımda daha çok şey biliyor, 206 film yaptığım söyleniyor. Ben de herkese bu 206 filmin 100’ünün kötü, 50’sinin idare eder, ama diğer 50’sinin muhteşem olduğunu söylüyorum. Bu da gayet normal. Çünkü iyi bir filmin formülü olsaydı, herkes uygulardı. Bazen çok iyi bir senaryo geliyor ama çekimin ikinci gününde hayal kırıklığına uğruyorum.
Neden?
- Yönetmen yüzünden... İyi bir yönetmen psikatriste benzer. İnsanlara duyarlı yaklaşır ve bu çok önemlidir. John Malkovich gibi ünlü isimlerin “Partnerim beni ilgilendirmez, ben iyi oyuncuyum” yaklaşımı bu yüzden yanlıştır. Ben bir filmin içinde yer alıyorsam, herkesin işinin en iyisi olmasını isterim. Etrafımda iyi bir ekip yoksa, tek başıma o işin altından kalkamam, çünkü bizimkisi bir ekip işi.
Favori yönetmeniniz kim?
- Utandığım çok iş oldu ama 25 yıldır çalıştığım Lars von Trier dünyadaki en iyi yönetmenlerden biri bence. Tüm filmlerinde yer aldım.
HAYALİMİ ALIP MUTFAK CAMIMIN ÖNÜNE KOYDUM, KİMSE DOKUNAMIYOR
45 yıldır kendinizi mutlu hissediyorsunuz, çünkü...
- Çünkü en iyi yönetmenlerle çalıştım. Pahalı arabalara, uçaklara ihtiyacım yok. Sahip olduklarımla mutluyum. Şimdi birçok genç isim kazandıklarını şaşaaya yatırıyor. Sonra paraları uçup gidiyor. Neden paranız cebinizde kalmıyor ki? İnsanları etkilemeye ihtiyacınız yok.
Hiç küçükken hayalini kurduğunuz, para kazanınca da sahip olduğunuz bir şey yok mu?
- İnsanın her zaman hayali olmalı. Gençken Mercedes 190 SL almanın hayalini kurardım. Bu büyük bir hayaldi, çünkü hiç param yoktu. Sekiz yıl önce o otomobili internette buldum, aldım ve mutfak camımın önüne koydum. Arkadaşlarım “Aldın da neden kullanmıyorsun?” dediler, “Mutfakta kahvemi içerken hayalime bakıyorum” diye cevap verdim. İki yıldır ara ara kullanıyorum. Ama insanlar beni hiç anlamıyorlar. Şu anda kapalı kapılar ardında ve kimse benim rüyama dokunamıyor.
ÇEVREMDEKİ TÜRKLER’LE VÜCUT DİLİ SAYESİNDE ANLAŞIYORDUM
25 yıldır Los Angeles’ta yaşıyorsunuz ama Almanya-Köln’de doğup büyümüşsünüz. Etrafınızda çok Türk vardı herhalde... O günlere dair aklınızda neler kaldı?
- Birçok Türk’le birlikte büyüdüm. Çok iyi yürekleri vardı, onlarla anlaşmak çok kolaydı. Bir kere basit insanlardı. Çalışıyor, kazandıklarını geldikleri küçük kasabalarda yaşayan ailelerine yolluyorlardı. Almanca konuşamıyorlardı, bu yüzden bir çeşit vücut diliyle anlaşıyorduk.