Oluşturulma Tarihi: Ocak 27, 2005 00:00
Yüzbaşı Corelli’nin Mandolini isimli romanı dünya çapında 10 milyondan fazla satan Luis de Bernieres’e göre, Mustafa Kemal aslında yüksekten uçan bir kartaldı ama özel hayatında O da kanatsız bir kuştu.
Atatürk’ü “farklı bir diktatör” olarak tanımlayan de Bernieres’e, “Avrupalı tüm diktatörler demokrasiyi yok etmeye çalışırken, O ülkesinde demokrasiyi kurmak için uğraştı” diyorLuis de Bernieres’le görüşmek kolay değil. Röportaj taleplerine karşılık bir dolu şart öne sürüyor ve sadece telefon röportajlarını kabul ediyor. On yıl önce yazdığı Yüzbaşı Corelli’nin Mandolini, bugün dünyada Da Vinci şifresi etkisi yaratmıştı; yani neredeyse herkesin elinde bu roman vardı. Bu romanda, II. Dünya Savaşı’nda Yunanistan’ın Kelfalonya adasında geçen bir öykü yazan de Bernieres’in son romanının konusu I. Dünya Savaşı’nda Batı Anadolu’da bir kasaba’da geçiyor. Kitabın 20 bölümü de Atatürk’ün yaşam öyküsüne ayrılmış. Büyük bir ihtimalle roman, Kaptan Corelli kadar ilgi görmeyecek ama çok daha ustaca bir kurguya sahip bir savaş ve barış romanı. De Bernieres, romanı, Türkiye ve Atatürk hakkında çarpıcı şeyler söyledi. - Okurlarınız yeni bir roman için 10 yıl beklediler, neden bu kadar uzun sürdü?- Yüzbaşı Corelli belli bir başarıya ulaşmış bir romandı ve benim için yeniden yazmak zorlaşmıştı. Sanki herkes beni izliyordu. Üstelik ben o kadar da ünlü olmak istemiyordum. Hemen ardından bir kitap yazabilirdim, ama bütün konular bana aynıymış gibi geliyordu. Üstelik ilk kez param olmuştu ve harcayacak zamanım olsun istedim. Bir ev aldım ve onu dekore ettirmek vaktimi aldı. - Sanırım Yüzbaşı Corelli’nin
film uyarlamasından pek mutlu olmadınız…- Bana kalırsa hikayeyi aptalca bir şekilde değiştirdiler. Bana kalırsa görüntü, oyuncular çok iyiydi ama sorun şu ki, bir kitap yazdığınızda ya da okuduğunuzda onu zihninizde canlandırıyorsunuz ve perdede gördüğünüzde zihninizdekiyle pek uyuşmuyor. - Yüzbaşı Corelli’nin Mandolini II. Dünya Savaşı’nda Yunanistan’da geçiyor, Kanatsız Kuşlar ise I. Dünya Savaşı’nda Türkiye’de geçiyor. Bu topraklara bu kadar ilginiz niye?- Yunanistan’a ilk kez gittiğimde 28 yaşındaydım. Daha sonra birçok defalar gittim ve sonra Türkiye’ye gittim. Orayı da Yunanistan kadar çok sevdim. Oradaki insanları, özellikle Türk mutfağını çok sevdim.Aslında bazı yemekler birbirine çok benzer…Türk mutfağı çok daha incelikli, çok daha baharatlı. Etlere kullandığınız kimyon mesela. Onu Yunan yemeklerinde bulamazsınız. Ama bana kalırsa daha da önemlisi, ben iyi hikayelerle ilgileniyordum ve Yunanistan’da iyi bir hikaye buldum; sonra da başka iyi bir hikayeyi Türkiye’de buldum. Eğer Çin’de iyi bir hikaye bulursam oraya da giderim. - Her iki hikaye de birbirinden farklı olsa da savaş zamanlarında geçiyor. İnsanlar birbirlerine çok benziyor. Buna karşılık Kanatsız Kuşlar’ı, Yüzbaşı Corelli’den tamamen farklı kurmuşsunuz. Bu bir meydan okuma mıydı? - Evet, biraz meydan okumaydı. Özellikle de, Türkiye’nin Batı’da nispeten az tanınan bir kültür olduğunu düşünürsek. Yunanistan’dan farklı olarak aramıza mesafe koyan bir din faktörü vardı. Bu yüzden meydan okumaydı ve yazmadan önce Türkleri ve Türkiye’yi anlamam gerekiyordu. Dahası Yüzbaşı Corelli kadar tutkulu ve görsel zenginliği olan bir kitap yazmak istiyordum. Kahramanlarımın gerçek insanlar olmalarını istiyordum. Hiç birinin tamamen iyi ya da kötü olmalarını istemiyordum. - Türkiye’deki rehberiniz kimdi? Bana kalırsa çok iyi bir rehber, çünkü romanda ilginç ayrıntılar var. Mesela, konağın ahçısı Bolulu… - Bir rehberim yoktu ama bir sürü gezi kitabı okudum. Aynı zamanda yakın tarihle ilgili de çok okudum ama haklısınız: Türkiye’deki insanların çoğu böyle düşünüyorlar. Gezi kitapları okuyarak o kadar çok ayrıntı öğreniyorsunuz ki. -Bukowski diyor ki, Birinci Dünya Savaşı, ikincisinden daha romantikti. Siz de öyle mi düşüyorsunuz? - Çıldırmış olmalı. Savaşın nesi romantik olabilir ki? İngilizler olarak düşünüyorum da, Birinci dünya savaşında o kadar çok insan kaybettik ki… Bu romantizm değil felaketti. Bir insanın savaşı romantik bulmasını anlamıyorum. - Son iki romanınız savaş ve barış romanıydı. Savaş ve barış üzerine yazmaya devam mı edeceksiniz?- Bundan sonraki romanım 1970’lerin Londra’sında geçen küçük bir roman olacak. Bundan sonra savaş yerine daha çok barış romanı yazmayı planlıyorum. - Bana kalırsa, son romanınızdaki tüm karakterler kanatsız kuşlardı. Gerçi biz Türkçe’de kanadı kırık kuşlar deriz ama…- Öyle mi? Bu çok ilginç! Çünkü ben bu fikri, Hacıdakis’in bir şarkısından aldım. “Ben kanatsız bir kartalım” diye bir şarkısı var. Türkçe’de kanadı kırık diye bir deyim olduğunu bilmiyordum. - Evet. İnsanlar yaşamda bir şeyleri yitirdiğinde öyle derler: Kanadı kırık kuş gibi. Sizce Mustafa Kemal de kanatsız bir kuş muydu? Ya da Türkçe söylersek kanadı kırık mıydı?- Hayır, öyle diyemem. Daha kısa süre önce Time dergisi O’nu yüzyılın adamı seçti. O kesinlikle yüksekten uçan bir kartaldı ama bana kalırsa özel yaşamında kanadı kırıktı. Başarısız bir evlilik yaptı, bence kendi çocukları olsun isterdi ve birçok Türk gibi Doğu ve Batı arasında zor bir yolda ilerliyordu. Hayatını eski tip bir Paşa olarak sürdürebilirdi ama Batılı olma yolunu seçti. Özel yaşamı çok zordu, bu yüzden de herkes bilir ki çok içiyordu. Yani, özel yaşamında güçlü kanatlara sahip değildi. - Romanda çok fazla karakter var. Bu bir yazar için riskli değil mi?- Aslında karakterlerden çok insanlar benim tarih yorumuma takılmış durumda. Kısa bir süre önce bir Ermeni’den öfkeli bir mektup aldım, bazı Yunanlılar da kızmış, sanırım Türkiye’de de bazı insanlar bana öfkelenecektir. Çünkü okuduğunuz gibi tarihi olaylar konusunda, benim kişisel görüşlerim var ve onlar hiç de tutucu görüşler değiller. - Sanırım Kürtler de size kızacak…- Ermeni katliamından ötürü değil mi? Belki de… - Mustafa Kemal, bir roman için iyi bir kahraman mı?- Pek sayılmaz, çünkü gizemli bir adam. Kim olduğunu, nasıl biri olduğunu bilmek zor. Aslında bu romanda o gerçek bir kahraman değil, O aslında hikayeyi anlatmanın bir yolu.. Bu romandan yola çıkarak Atatürk’le ilgili bir karakter tahlili yapamazsınız öyle değil mi? Bence kimse O’nu doğru dürüst tanımıyor. Ancak Mustafa Kemal’le ilgili öyle ilginç ayrıntılar var ki, bazılarını hiç duymamıştım. Örneğin: Babası Ali Rıza Bey’in yanlışlıkla kardeşini vurduğunu ve bu yüzden oğluna kardeşinin ismi olan Mustafa ismini taktığını… - Atatürk’ü yazarken, Türk kaynaklarından mı yararlandınız, yoksa yabancılardan mı?- Aslında yabancı. Atatürk’le ilgili kayda değer iki biyografi vardır: Biri Lord Kinross’unki, diğeri ise Andrew Mango’nun yazdığı. -Türkçe çevirisinde yok ama duyduğum kadarıyla orijinalde Atatürk’ün diktatör olduğunu yazmışsınız. Bu doğru mu?- Eee… Evet, bir diktatördü, yani tüm gücü elinde tutuyordu ama farklı bir diktatördü. Yani Mussolini veya Hitler gibi herkesi öldürmek isteyen biri değildi. Ülkenin yönetimini İsmet İnönü’yle paylaşıyordu, öyle değil mi? O olumsuz anlamda bir diktatör değildi, diktatördü çünkü bence güçlüydü. Hayatını batı tarzı bir demokrasi kurmaya adamıştı. Oysa Avrupa’daki diğer diktatörlerin tüm tutkusu, demokrasiyi yok etmektir. Hitler, Mussolini, Franco hepsi demokrasiyi yıktılar, oysa Kemal’in en büyük planı demokrasiyi kurmaktı. -Ve nüfus mübadelesi… Bu aslında tarihin en büyük nüfus hareketidir ama ilk kez bunu bir yabancıdan okuyorum. Hep Yunanlılar ve Türkler yazdı. Mübadeleden çok mu etkilendiniz?-Aslında bunu daha çok Yunanlılardan dinledim. Bunu bir felaket olarak görüyorlardı ve onlar için Anadolu kayıp bir cennetti. Orayı hep özlemle anıyorlardı ve hemen herkesin orada bir akrabası, bir dostu vardı. Yunanlıların kalbinde bu büyük bir acıydı ve Türklerin de böyle hissettiklerini düşünüyorum. - Evet öyle düşünüyorlar. - İşte ben de bu yüzden Türkiye’nin Avrupa Birliği’nin bir parçası olmasını istiyorum. - Öyle mi? Teşekkürler, bu bizim için büyük bir
rüya- Biliyorum ama bu rüya gerçek olursa, bir düşünün! O zaman isteyen Türkler Yunanistan’a, isteyen Yunanlılar da Türkiye’ye gidip yaşayabilirler. Yine de bazı sorunlar çıkabilir ama iyi olur.-Dünya kelimeler, kelimeler de dünya yüzünden değişiyor diye yazmışsınız. Bugün hangi kelimeler dünyayı değiştiriyor sizce?- Bana kalırsa, bugün dünyamızda insanların kullandığı pek çok tehlikeli sözcük var. Demokrasi gibi… - Demokrasi tehlikeli bir kelime mi?- Evet, çünkü Ortadoğu’da Amerikalılar bu kelimeyi kullanarak kendi istedikleri gibi bir sistem kurmaya çalışıyorlar ve bana kalırsa İslam kelimesi de onun tek anlamı olduğunu düşünenler tarafından suiistimal ediliyor. İçinde büyük düşünceler taşıyan tüm kelimeler bence sorunlu kelimelerdir. Hepsi de sorun yaratacak güçtedir. -Çanakkale savaşının geleceği değiştirdiğini yazıyorsunuz ve diyorsunuz ki, eğer bu savaş Türkler tarafından kazanılmasaydı, gelecekte soğuk savaş dahil birçok şey olmayacaktı. Bu çok iddialı değil mi?- Öyle düşünüyorum, çünkü tüm bu harekat askerlerin ve silahların Rusya’ya sevkıyatını kolaylaştırmak içindi. Bu yüzden de İngilizler Türkiye’yi savaşın dışına çekmek istiyordu ama Mustafa Kemal yüzünden Fransızlar ve İngilizler çarpışmayı kaybetti, sonuçta da Rusya Avusturya ve Almanlar’a karşı duramadı. Bana kalırsa bu harekatın başarısızlığı Rus devriminin yolunu açtı. Bence Rusya, dünyada büyük galiplerden biri olarak kalsaydı, Rus devrimi olmazdı…- Lenin ve sosyalizm de olmayacaktı- Sosyalizm olurdu ama tamamen farklı bir sosyalizm kurulurdu. - Yunanistan ve Türkiye’yi Habil ve Kabil’e benzetiyorsunuz. - Bana kalırsa ortak çok yönleri var. Belki 400 yıl birlikte yaşadıkları içindir. Kültürlerde de çok ortak nokta var. Mesela bir Türk ve Yunan müzisyeni bir araya getirirseniz çok rahat birlikte çalarlar. Habil ve Kabil de iki kardeşti ve öfke yüzünden birbirlerini öldürdüler. Birbirlerini tarih boyunca saldırdılar ama hala kardeşler. -Neyse ki artık ilişkiler daha normalleşmiş durumda. Şimdilik tabii- Evet biliyorum. Özellikle depremden sonra iki halk birbirine çok yardım etti. - Sizin yazarınız kim?- Yerli Kanadalı bir yazarı okuyorum şu sıralar ama Orhan Pamuk’u da çok seviyorum- Pamuk’u sevdiğinizi okumuştum - Bana kalırsa eksantrik bir yazar. Kimse onun gibi yazamaz. Son romanı Kar’dan çok etkilendim. Diğer kitapları da Türkiye’ye gönderme vardı ama bu kitap tamamen Türkiye’yle ilgili. Özellikle ilk İslamcı bilimkurgu yazarı olmak isteyen karakterine bayıldım. Müthiş bir fikir.-Son bir soru sormama izin verin: İngilizsiniz ama soyadınız neden Fransız? - Ailem Fransızdı ve 300 yıl önce İngiltere’ye gelmişler. O dönemde Katolikler Protestanları Fransa’yı terk etmeye zorlamışlardı. Anlayacağınız benim atalarım da kanatsız kuşlar gibi mülteciydi.
button