Oluşturulma Tarihi: Mart 08, 2004 00:00
Onun hayatı değişmiyor. Yani 8 Mart, ona hiçbir şey ifade etmiyor. Sıradan bir gün. Ha 8 Şubat, ha 8 Mart! Var mı geçen yıldan bir farkı? Hayır, yok. Geçen yılki de aynen böyleydi. Hatta, 10 yıl önceki de. Hep bir mücadele hep bir yokluk, hayat geldi, geçti, gitti. Bir yıl sonraki de böyle olacak. Dünya Kadınlar Günü denilen şey, Asuman için hep vız gelip, tırıs gidecek. O hep bir günü daha nasıl kurtaracağını düşünecek. Bugün size Asuman'ın hiç değişmeyen hayatından bir kesit sunmak istiyorum. İçimden öyle geliyor. Özel bir sebebi yok.***Var aslında. Bu apartmana ilk taşındığımda gördüm onu. Tuhaf bir şekilde gözlerimi alamadım. Utandım da uzun uzun bakıp, incelediğim için. Ne mi hissettim? Acıma, hayranlık, dehşet, korku, sempati, irkilme, merak, hepsi bir arada. Uzaylı gibi geldi bana.Hiç üşenmeden günde 3 kez kapımı çalan, açtığımda bir adım geriye atıp ‘‘Serviiiiis!’’ diye bağıran, çok çalışkan bir kadın kapıcıyla karşı karşıyaydım. Ben daha önce hiç kadın kapıcı görmemiştim. Servis yapan, sipariş alan, gazeteleri dağıtan, çöpleri toplayan kat görevlileri hep erkek olur zannederdim. Erkek işi bu iş, ağır iş. Ama bizim kırmızı apartmanımızın kapıcısı Asuman. Ve zannedersin ki, bir şirketin genel müdürü, nasıl güleryüzlü.Güldüğü zaman ağzındaki pek çok dişin eksik olduğunu fark ediyorsunuz. Yalan söylüyorum, tek bir dişi var, öylece kendi gibi yapayalnız duruyor ağzında. Ama tarifi zor bir ışık var Asuman'ın açık kahve gözlerinde, dişlerini filan es geçip, burnunun üstündeki o iki parlak noktaya odaklanıyorsunuz.Çok şey anlatıyor o gözler. Ve hiç şikayet etmiyor. Her hangi bir şey istemiyor. O benim bugüne kadar gördüğüm en gururlu insanlardan biri. Sabahın köründe kalkıyor, kocası Arnavutköy'de gazete satıyor, o da ondan aldığı gazeteleri apartman apartman dolaşıp, dağıtıyor. Sadece 1 değil 4 apartmanın sakinlerine gazete ulaştırıyor. Sonra, kazan dairesinden bozma evine dönüyor, çocuklarını yediriyor, giydiriyor, onları okula yolluyor. Yok öyle ayağını uzatıp dinlenmek, hemen günün ilk servisine çıkıyor. Siparişleri yerlerine ulaştırdıktan sonra
yemek yapıp eşine götürüyor, derken ikinci servis, apartmanın yerlerini silme ve üçüncü servis. Pazar günleri de gizlice iki apartmana daha merdiven silmeye gidiyor, işte hayat böyle geçip, gidiyor.Ama o nasıl şevkle çalışıyor! Herhangi bir siparişin yoksa üzülüyor: ‘‘E gidiyorum bakkala, alsaydım sana da bir şeyler.’’ Asuman'ın ailesi yoksulluk sınırlarının epey altında bir aile. Senelerce sigortaları ödenmemiş. Şu anda maaş filan da almıyorlar. Ellerine geçmesi gereken para sigortaya gidiyor. Gidecek başka yerleri olmadığı için de hiç seslerini çıkarmıyorlar. Zaten nereye gitsinler?Sanırım beni en çok şaşırtan, Arnavutköy gibi kalbur üstü sayılan semtlerden birinde, yani bu kadar zenginlik içinde bu kadar fakirlik çekmelerini görmem oldu. İnanamadım. Boğaz hattından söz ediyoruz. Buralardaki kat görevlileri acayip havalıdır. Herkes gibi giyinirler, gazeteleri okurlar, hayatı takip ederler, çocuklarını üniversiteye gönderirler. Yani onların bir kısmı gerçekten yırtmıştır. Ama Asuman ve ailesi için geçerli değil bu. Arnavutköy muhtarı Sedef Hanım elinden geldiğince yardımcı oluyor, onun sayesinde belediyeden ekmek alabiliyorlar, bazı apartman sakinleri de ellerinden geldiğince bu aileye sahip çıkmaya çalışıyor, ama o kadar.***Aynı yaşlarda olduğumuzu öğrenince de fena oldum.Benden bir 10 yaş büyük gözüküyor Asuman. Yüksek tansiyon hastası. Bu dünyada var olabilmek için onun kadar mücadele etmek, sürekli ‘‘Bugünü nasıl atlatacağız?’’ diye düşünmek, belli ki insanı erken yaşlandırıyor, belli arazlar bırakıyor. Çocuk gözlü Asuman'ın varlığı beni hep kendime getiriyor. Ne kadar ben merkezli, sefil bir yaratık olarak yaşadığımı hatırlatıyor. Akıl almayacak kadar anlamsız şeylere kafayı taktığımı ve tabii akıl almayacak kadar şanslı olduğumu da fark ediyorum onun sayesinde. Onda ise imrenme, kendini başkalarıyla kıyaslama gibi kavramlar, duygular yok. Bazen eve geliyor, ‘‘Ooo Ayşe Hanım. Evin de gittikçe güzelleşiyor!’’ diyor. Ben de ‘‘Sen onu bırak. Saçların güzel olmuş, kim kesti?’’ diyorum. ‘‘Kim kesecek? Beeen!’’ diyor. ‘‘Kendime bakamıyorum zaten, vurdum makası ama bizim bey sinir oldu.’’ ‘‘Yok yok, bu kısa kahküllerle Fransız artistlere benzemişsin.’’ ‘‘Esah mı söylüyorsun?’’Asuman'la sohbet etmek, onun hayatına dair şeyler öğrenmek hoşuma gidiyor. O sadece normal insanlar gibi bir hayat istiyor: ‘‘Sessiz sakin bir yerde yaşayayım, şöyle bir kafamı dinleyeyim.’’ Bazen, bana Günaltı Kavakça Köyü'nü anlatıyor. İnegöllü Asuman. Nasıl da güzel anlatıyor çocukluğunu. Okula hiç gitmemiş. İstanbul'a nişanlı olarak gelmiş. Sayılarla, rakamlarla, yıllarla arası yok. Yaşını bile tam bilmiyor: ‘‘21 yaşında İstanbul'a geldim, 11 yıl çocuğumuz olmadı, şimdi oğlum 11 yaşında, ben 31 yaşında oluyorum değil mi?’’Yaşın ne önem var! O çocuk gözlerine bakıp gülüyorum. Onunkiler de benimkiler gibi hafif şehla. Karşı komşum Nezih, ‘‘Ona kötü davranan, cehenneme gidecek gibi geliyor bana’’ dediğinde anlamamıştım ne demek istediğini. Şimdi anlıyorum. Özel bir kadın Asuman. Evet, ona kötü davranan gerçekten cehenneme gidecek! Cennete gidebilmek için değil, ama kendimi bir insan olarak daha iyi hissedebilmek için Asuman'ın hayatını elimden geldiğince güzelleştirmek istiyorum. İnşallah beceririm.Ve son söz olarak, bilmem farkında mısınız, ben de unutuyorum arada ama...Milyonlarca Asuman var bu ülkede.Onlar da kadın, biz de kadınız...
button