Güncelleme Tarihi:
FRIDA & SALMA HAYEK (Frida - 2002)
Hayek’in esmerlik dozu, kaş kalınlığı fiziksel olarak Frida’ya yaklaşması için yeterli bir başlangıçtı. İyice birleşen kaşlar, allı güllü kıyafetler Hayek’in kusursuz oyunculuğuyla birleşince ortaya Desperado’daki seksi savrulmalarını hafızadan silip atan bir performans çıktı.
EDITH PIAF & MARION COTILLARD
(Kaldırım Serçesi - 2007)
Kusursuz yüzüyle kozmetik markalarının paylaşamadığı Fransız bir aktrisin Edith Piaf gibi birine dönüşmesinin sırrı ne saatler süren makyajda, ne aylar süren şan eğitiminde. Sevgilisinin ölüm haberini aldıktan sonra ‘Marcel’ diye haykırdığı sahneyi izleyin. Başa sarın, tekrar izleyin.
MARLYN MONROE & MICHELLE WILLIAMS
(Marlyn’le Bir Hafta - 2011)
Ashley Judd, Mira Sorvino, Catherine Hick... Daha önce ne Monroe portreleri izlemiştik, aslında yoktular. Saçları sarıya boyatıp Monroe stili vermekle, o meşhur uçuşan beyaz elbiseyi giymekle Marlyn Monroe olunmayacağı dersini veren isim Michelle Williams oldu. Yüzüne bir parça mahzun, bir parça çapkın bir ifade ekleyerek.
GANDHI & BEN KINGSLEY (Gandhi - 1982)
Dokuz Oscar’lı filmi tek kişilik bir şova dönüştüren Kingsley, Gandhi’yi şairin dediği gibi; “Onurunu zulmün önünde dimdik tutan” biri değil, aynı zamanda hümanist, yumuşak ve zarif bir adam olarak canlandırır. Genelde oyuncular yıllardır aynı performansla anılmaktan gocunur, fakat Ben Kingsley için aynı şey söz konusu değil: “Hayatım boyunca Gandhi olarak anılmaktan gurur duyarım.” O şeref bize ait sir.
MUHAMMED ALİ & WILL SMITH (Ali - 2001)
Her siyahi aktörün hayali Muhammed Ali rolünü Smith, sekiz yıl boyunca kendini hazır hissetmediği gerekçesiyle ısrarla reddetmişti. Yıllarca bekledi, bekledi ve nakavt edici yumruğu tam zamanında indirdi. 2001 yapımı filmde Smith, Muhammed Ali olmanın gerektirdiği kelebek gibi uçma, arı gibi sokma görevlerini eksiksiz yerine getirmiş, boksörden ‘hep destek, tam destek’ almıştı. İkilinin kol kola, omuz omuza çektirdiği fotoğraflar Smith malikânesinin baş köşesinde asılı duruyor.
LINCOLN & DANIEL DAY LEWIS (Lincoln - 2012)
Daha önce Henry Fonda, Raymond Massey gibi ustalar tarafından çizilmiş Lincoln’ün sert ifadesi, çatık kaşları makyaj hilelerine gerek kalmadan Day Lewis tarafından kusursuzca canlandırılmıştı. Kanıt niyetine önce filmin yönetmeni Spielberg’ün meşhur sözünü hatırlatalım: “Daniel bana geldiğinde Lincoln’ü çoktan yorumlamıştı.” Sonra da Day Lewis’in geçen sene topladığı ödül sayısını...
JIM MORRISON & VAL KILMER (The Doors - 1992)
Yıllarca kendisini ifade etmekte zorlanan Jim Morrison’u en iyi anlayan, hatta anlatan Val Kilmer olabilir mi? ‘Hayatının performansı’ etiketiyle, kariyerinde ışıl ışıl parlayan film sayesinde Kilmer, grubun hayatta kalan diğer elemanları tarafından bile benimsenmiş, bağra basılmış bir Morrison olmuştur.
CHARLIE CHAPLIN & ROBERT DOWNEY JR. (Chaplin - 1992)
Iron Man’dan, Sherlock Holmes’dan önce Downey Jr. denince akla hep ‘Chaplin’ görüntüsü geliyordu. Hitler bıyığına, yuvarlak fötr şapkaya indirgenmiş Chaplin figürüne kattığı ruh, Downer Jr.’a ilk Oscar adaylığını getirmişti. Aktör, Chaplin’e duyduğu sevgiyi, saygıyı her fırsatta dile getirmekten çekinmiyor. Hâlâ!
MARGARET THATCHER & MERYL STREEP
(Demir Leydi - 2011)
İngiltere tarihine kalıcı iz bırakmış ilk kadın başbakanı Thatcher’in soğuk yüzünü, demirden kalbini Streep’ten başka kim canlandırabilirdi? Rol sayesinde, Oscar adaylığını 17’ye çıkarıp kendi rekorunu egale eden Streep, büyük gecede üçüncü kez Oscar’ı havaya kaldırırken “Şu an dünyanın yarısının televizyonun karşısında ‘Ah, yine mi bu kadın?’ dediğini duyar gibiyim” diyerek kendisini ti’ye almıştı.