Güncelleme Tarihi:
Ünlü düşünür Emerson, ‘‘Bir insanda eğer dünyayı sarsacak kabiliyet varsa, hayat onu bulur, çıkarır ve hak ettiği yere koyar’’ der.
Türkiye'nin tarihinde böyle hayatlara rastlamak mümkün, doğudan, güneyden, Anadolu'nun en ücra köşesinden gelen ve sanat tarihine damgasını vuran birçok isim. Ancak, bütün bunların arasında öyle biri var ki, sadece bir tek başarısı, bir tek çıkışı ile değil, ‘‘Bağdat Hatun’’, ‘‘Yedi Kocalı Hürmüz’’, ‘‘My Fair Lady’’ ya da ‘‘Maria Callas’’ olarak anıyor. Siyah saçları, yeşil gözleri ve çapkın tebessümü ile sahnedeki ‘‘inanılmaz’’ performansını usta bir aşçı gibi doğru dozajda yıllarca karıştırmayı ve seyirciye sunmayı başarmış Ayten Gökçer. Gökçer'le Maria Callas'ı Ankara'da Büyük Tiyatro'da 3 Mayıs'ta son kez oynamadan önce görüştük...
Tiyatro ile ilk buluşmanız nasıl oldu?
- Bir gün arkadaşlarımla ünlü tiyatro sanatçısı Şeref Gürsoy'un ‘‘Mavi Kuş’’ çalışmalarına gitmiştik. Çocuk tiyatrosuna adım atar atmaz tiyatro için yanıp tutuşmaya başladım ama çok da korktuğumu hatırlıyorum.
Neydi korkutan?
- Ya o sahnede yer alamazsam, ya bu böyle geçip giderse diye korkmuştum. Kendi kendime devamlı neden oynamıyorum, neden o sahnede değilim diye sormaya başladım ama bir türlü cesaret edip oynayabilir miyim diye soramıyordum. Neyse ki, babam gibi sevdiğim Şeref Gürsoy, benim gözlerimi okudu ve beni sahneye çağırdı. Çıkış, o çıkış...
Tiyatro hayatınızın ilk aşkı, ya Cüneyt Gökçer?
- Şu sıralar, özellikle ‘‘Ustalar Sınıfı’’ndaki Maria Callas'ın hayatını gördükten sonra, ben, dünyanın bu en ünlü ve en başarılı opera santçısının hırsına kapılıp ‘‘Aşk bekleyebilir’’ demedim. O aşk, bana Cüneyt Gökçer ile geldi ve çok mutluyum.
Yani sevgisiz bir hayat, ne kadar başarılı olsa da yaşanmamış sayılır...
- Evet. Çünkü bence insanın hayatında sevgi yoksa, dostluk yoksa o hayatın hiçbir önemi yoktur. Ben öyle hayatı ne yapayım.
Ama bu sevgiyi başlarda büyük bir sır gibi saklamışsınız...
- Ben gerçek bir sır küpüyüm, bu benim karakterim, ama sanırım Cüneyt Gökçer konusunda biraz abarttım. Onunla bırakın flört ettiğimi açıklamayı, nikahlandığımı bile en yakın dostum olan Sevim Apaydın'a söylemedim. Bunu öğrendiğinde bana ne kadar kızdığını siz tahmin edin.
UZUVLARIMI ALIYOR
Aile içindeki Ayten Gökçer nasıl biri?
- Onların her sorunu ile ben ilgilenirim. Herşey bende başlar ve bende biter. Ama zaman zaman kendimi çok yorgun hissediyorum. Bazen bazı sorunların bana gelmeden çözümlenmesini istiyorum. Çünkü, bir işi sonuna kadar, çözüme ulaştırana kadar bırakmam ve bu tavrım da ben de tek böbrek bıraktı. Yine de, ailemin bana güvenmesi ve saygı duyması çok gurur verici.
Yani sağlık problemlerinin tek nedeni ailevi problemler mi?
- Hayır, sadece aileme duyduğum sorumluluk duygusu değil beni bu hale getiren. Aynı zamanda işime de aynı sorumluluk duygusu ile bağlıyım. Tiyatro ile birbirimize çok şey verdik ama o da benden yavaş yavaş uzuvlarımı alıyor.
Belli ki, yıllar içinde tiyatro size verdiği kadar almış da, pekiyi neden hiç bıkıp usanmadan devam eden bu çalışma?
- Bir hayatta birçok kimlik yaşamanın ve birçok hayatı oynamanın getirdiği ruh zenginliğini yaşıyorum.
İnsanlara sıkıntılarını yansıtmayan ve her zaman ayakta kalmayı başaran bir insanı oynuyorsunuz. Hatta birçok insanın örnek aldığı bir imajınız var.
- Bu da ayrı bir gurur kaynağı. Ama, bu imajı haketmek için geçtiğim yollar çok çetin oldu. Çünkü, sanat dünyası, insanların arkalarını devamlı kollamaları gereken bir yer. Ben, her zaman savaş alanında kendimi savunmaya ve asla cepheden kaçmamaya özen gösterdim. Bu da, bana güç verdi. Zaten, şuna inanıyorum ki, zaman en büyük hakimdir. Gerçek eninde sonunda ortaya çıkar.
Ama böyle bir ortamda soğukkanlı kalmak ve hiç kin tutmamak mümkün değil...
- Ortamın zorlayıcı olduğunu kabul ediyorum. Ama kendim için rahatlıkla söyleyebilirim ki, hiç kindar olamadım. İnsanları çok sevdiğim için belki. Zaten iyi okuyabilseydim muhtemelen de doktor olurdum. Ben gereksiz çekişmeleri sevmiyorum ve gururum, kendime saygım kin tutmamı engelliyor.
ÇOK DAYAK YEDİM
Doktor olmak mı?
- Evet. İnsanlara yardım etmek, onları mutlu etmek beni de mutlu kılıyor. Çocukluğumda da böyleydim. Hatta, çocukluğumda hep dayak yerdim evdeki bütün bal dolu bakraçları toplayıp arkadaşlarıma taşıdığım için. Yine de hiç vazgeçmeden taşımaya devam ettim.
İnandığınız konuda son derece inatçı olabiliyorsunuz
- İnatçı demek doğru değil ama şimdi hatırladım da, annemle babam ayrıldıktan sonra da çok dayak yedim. Çünkü annemin eşine bir türlü baba demiyordum. Ama neden diyeyim. Benim zaten bir babam vardı. O adama saygı duyuyordum ama bu ona baba dememi gerektirmezdi. Kesinlikle, haklı olduğuma inanırsam bunu sonuna kadar savunurum. Bu benim.
Taviz vermediğiniz başka neler var?
- İşim. Yalnız yetenekli olmanız birşey ifade etmez. Bazı insanlar çok yetenekli olmalarına rağmen bu meslekten sırf tembel oldukları için ya da tuhaf tutkular uğruna yok oldular. Bunun için Tanrı, insana bir yetenek verdiği zaman iş disiplini de vermeli. Ailenize duyduğunuz sorumluluğu sahneye de duymalısınız. Tutkuyla çalışıyorum. Ama çok yoksulluk içinde sanatçılar gördüm ve görüyorum. O hale düşmemek için önlem alıyorum. Ben Cahide Sonku'yu sonunda mahveden o şatafatlı hayata ilgi duymuyorum.
Sahnedeki saldırı
Ayten Gökçer bugüne kadar sayısız tecrübe yaşamış. Ancak, tüm tecrübelerin içinde kendisini en çok korkutan ve hayatında ciddi bir iz bırakan, İzmir Fuarı'nda sahnelenen Yedi Kocalı Hürmüz'de başına gelen olay. ‘‘Aşk şarkısı söylediğim bir sahneydi. Üstümde tek bir spotla sofanın üzerine oturmuş şarkımı söylemeye başlamıştım. Spot sadece benim üzerime düştüğü için etrafımdaki karanlıktan hiçbir şey göremiyordum. Tam şarkının ortalarında, seyirciden korku dolu bir ses yükseldi. Ne oluyor diye dönüp baktım ki, ağzından salyaları akan, aklı yerinde olmayan bir adam sahnede yanıbaşımda durmuş garip sesler çıkarıyor. Çok korktum ama şarkıyı da kesmek istemediğim için ayağa kalkıp adamı kolundan şöyle sıkıca tuttum ve yavaş yavaş şarkımı söyleyerek sahnenin kenarına doğru yürüttüm. Tabii kenardan hemen adamı yaka paça kaptılar. Sonra öğrendim ki, o adam parmaklarının arasına jilet koyarmış ve ani hareketlerde paniğe kapılıp jilet atarmış. Anlayacağınız ucuz kurtuldum.’’
Ayten Gökçer, ‘‘Yedi Kocalı Hürmüz’’ ile zirveye çıktığı dönemde İzmir Fuarı'nda başından geçen ilginç bir olayı ‘‘Onlara Allah dedirttim’’ sözleriyle aktarıyor. Ciddi şekilde başını ağrıttığı grup ise fuarın tabiri caizse ‘çay mafyası’. ‘‘İlk gece sahneye çıktım. Şarkımı söylüyorum, rolümü yapıyorum. Ama arada bir de seyirci tarafından çıngır çıngır sesler geliyor. Derken, sahnenin ucunda nar çiçeği gibi birşeylerin taşındığını gördüm. Spottan da tam göremiyorum. Şöyle bir yaklaştım ki, tepsilerle seyirciye çaylar taşınıyor. Ben öyle gürültülere alışık değilim. Ankara'nın sessiz sakin seyircisinden geliyorum. Ara olunca Egemen Bostancı'nın yakasına yapıştım. ‘Bir daha böyle birşey olursa sahneye çıkmam' diye bağırdım.’’
Ancak ertesi akşam, durumda bir değişiklik olmayınca, bu sefer Gökçer, çareyi tepsiye bir tekme savurmakta bulmuş. ‘‘Çayların yarısı seyirciye, yarısı da çaycının başından aşağı döküldü. Neyse, oyun çıkışı bir Cadillac araba önümde durdu. İçinde bir adam, bana eğilip ‘Ayten Hanım, sizinle birşey konuşacağım' diye beni arabaya bindirdi. İçimde bir korku, ama hiçbir şey belli etmemeye çalışıyorum. Adam, ‘Ayten hanım biz buralardaki büfelerin sahibiyiz ve bu çayları satmak zorundayız' dedi. Ben de ‘Olmaz' deyiverdim. Adam baktı ki ciddiyim, o zaman bana arayı 25 dakikaya uzatmamı bu arada işlerini halledebileceklerini söyledi.’’ Gökçer, kime kafa tuttuğunun farkında muzip gülümsüyor, ‘‘Sorunu böylece çözdük!’’