Güncelleme Tarihi:
Yaşanan tartışmalar ve ayrılığın sonrasında tarafların sevgilerinin farkına varıp, aşkın kazanacağı aşina bir sonla biteceğini umduğum bir film izleyeceğimi düşünürken, izledikçe böyle sahnelerle karşılaşmadığım için yanıldığım…
Vince Vaughn ve Jennifer Aniston’un başrollerini paylaştığı ‘Ayrılık’ (The Break Up) adlı filmden bahsediyorum.
Birkaç gün önce CD arşivimi karıştırırken gördüm. O kadar CD arasından elim bu filme gitti ve sinemadan sonra tekrar izledim.
En tutkulu aşkların bile bir süre sonra sıradanlaştığını, beklentilerin değiştiğini, ilk baştaki heyecan, yoğun sevgi ve paylaşımların hayli azaldığını gözler önüne seriyordu film.
Hayatın içindeki gerçek sahnelerle örtüşerek…
İlişki yaşayan çoğu çift belli zaman sonra, yaşananın ötesinde aşkta asıl önemli olanın peşine düşmüyor mu sahiden?
Aşkta; duyguların en yoğun zamanlarındaki hoşluk ve inceliklerin aynısını beklemek bizi üzmüyor mu?
Üzüyor, hem de nasıl…
İlişkide şu konuşmalara rastlıyordur sanırım çoğu kişi:
‘Sen eskiden böyle değildin, değiştin!’
Flörtün ilk dönemlerindeki fedakârlıklar, birlikte yaşamaya başladıktan bir süre sonra etkisini yitiriyor. Aşkın yerini daha farklı duygulara bırakmasıyla, beklentilerin farklılaşıp değişmesiyle ve baştaki ‘biz’ olgusunun ‘ben’ savaşlarına dönüşmesiyle yok oluyor bu incelikler belki de.
Aşkta kavuşup kavuşmama konusunda kararsız kalıyorum bu film sonrasında.
‘Kavuşma olmalı mı olmamalı mı?’ sorusu dönüyor beyin kıvrımlarımda.
‘Tabii ki kavuşulmalı’ dediğinizi duyar gibiyim. Ancak mutlu olmak umuduyla sarıldığınız bu duyguya farklı bir pencereden baktığınızda işler o kadar kolay olmuyor.
Çünkü harika bir aşkın vardığı son nokta, yaşam gerçeğiyle yüzleşirken korkutuyor insanı. Kaçınılmaz olanı kabul ettiriyor istemeye istemeye. İlişkinin sağlama alındığına inanılan dönemler başlayınca iki tarafın da her şeyi birbirlerinden beklemeleri çoğu ilişkide sıkça yaşanan bir durum değil midir?
Bunun birikimiyle küçücük bir tartışmanın bile kontrolden çıkıp tırmanması nedeniyle yaşanan kırgınlıklar, aynı evde mutsuz yaşayan insanların birliktelik sebeplerini araştırmaya itiyor.
Paylaşımlar da azalmışsa o dönem ve bir de üstüne bu birikimlerin bir anlık öfkesiyle olay kontrolden tamamıyla çıkmışsa, aslında o an böyle başlamıyor mu ayrılıklar? Ki bu resmen ayrılıkla sonuçlanmasa da, ilişki sözde devam etse de; bir zaman her şeyi aynı olan kalp, ruh ve düşüncelerdeki ‘bir’lik bu kez ayrılık olarak yansıyor o ilişkinin fertlerine.
Bunun nedeni de o heyecanları canlı tutmamanın, tutamamanın yanı sıra; aslında kadın erkek ilişkilerinin temelini oluşturduğunu düşündüğüm konu yani insanların (iki tarafın da) karşısındakini kendine benzetme çabası. Bu çabayla kazanayım derken kaybediyor farkında olmadan. Bunun savaşı yoruyor insanı, tüketiyor aşkı belki de.
Oysa aşk başladığında; gözler ışıl ışıl parlarken, kalpler daha bir coşkulu çarparken; ayrılık noktasına gelindiğinde o gözler ve o kalplerin hali ne kadar tezat değil mi?
İşte bu yüzden ‘Aşkta kavuşma olmalı mı, olmamalı mı?’ sorusu yoruyor beni.
Filmdeki bir sahnede diyordu ki kadın “Sen bana eskisi kadar değer vermiyorsun, eskisi gibi paylaşmıyorsun, sevgini göstermiyorsun ve arada bir de olsa takdir etmiyorsun.”
Adamın cevabı: “İyi ama bana bunları hiç bu şekilde söylemedin ki!”
Sanırım sorun burada!
Söylemek mi gerek?
İlişki başlarken bunlar söylenmiyor ama içten gelen bir özveriyle mutlu etmek için gereken her şey yapılıyor. Bu ne peki?
Aşkta asıl önemli olan; sevgi parkurunda yola beraber çıkıldıysa, bu yolculuğun ortak yaşandığı zaman dilimlerinde her şeyi paylaşmak. Yorgun argın işten gelindiğinde yemek yapılacaksa, sofra hazırlanacaksa, alışveriş yapılacaksa, ev toplanacaksa… İşbirliği içinde yapmak… Bunun ötesinde işler yapılırken bile amacın beraber zaman geçirmek olması.
Bu filmi izledikten sonra gönül ilişkilerini raftinge benzetmeye başladım. Adrenalin, kanın kaynaması, heyecan ve macera raftingte de var aşkta da…
Debisi yüksek nehirde, içinde bulunduğunuz raftı devirmeden; kürekle yönlendirerek kayalar ve engeller arasından geçirmekse amaç, aşkta ve hayatta da böyle değil mi bu?
İnişli çıkışlı hayat yolundaki heyecanlı bir dönemeç olan aşkta kazanmak da aynen böyledir aslında. Yaşadığınız aşkı; sevgi, saygı ve paylaşım kürekleriyle yönlendirerek, bu yolculukta ahenkle kürek sallamak; sorunların arasından yine el ele çıkarak yola devam etmek için tek bir vücut gibi hareket etmeyle olacak bir şey bu.
Aşkınızın birbirinize titreyerek baktığınız zamanlarını özlüyorsunuz değil mi?
O anlar sizi arada bir ziyaret edecek ama bilin ki asla başlangıçtaki kadar taze ve heyecan dolu olarak geri dönmeyecek.
Siz eğer aşkınızın temelini sağlam attıysanız, fonda gerçek sevgi varsa her şeye rağmen aşkın yerini bıraktığı daha güçlü kavramlar onu destekleyerek kendini yaşatmaya devam edecektir.
Aşkta asıl önemli olan; sevdiğiniz kişiyi gerektiği yerde desteklemek, gerektiğinde arkasında gerektiğinde de bir adım önünde durabilmek. Ona değerli olduğunu hissettirmek, sevginizi göstermeye devam etmek…
Sevgi, saygı eşliğinde, anlayış çerçevesinde, karşılıklı hoşgörü inceliğinde; yaşam için gerekli olan yapılacakları, her şeyi beraber paylaşmak.
İşte bütün mesele bu!
Unutmayın aşk; sevgi, ilgi ve sürprizlerle beslenir.
Gücünü; güven, sadakat ve şefkatten alır.
Aşkınızı daima besleyerek, sıradanlaşmamasına özen göstermeniz ve kavuşulacaksa böyle bir aşka kavuşmanız, yaşanacaksa böyle bir aşk yaşamanız dileğiyle…
Mutlu aşklar…