Oluşturulma Tarihi: Ağustos 28, 2004 00:00
Aşkın, Blood Sweat & Tears yıllarımın arkadaşı Ankara’nın müziğe tutkun gençlerinin en havalısıydı komikti, muziptiDört haftadır yazmaya yeltenip yazamadığım bir yazı var.İstanbul’dan beri yakamda. Özendiğim, titizlendiğim, içimin kuytusuna yerleştirdiğim bir yazı.Yazıp yazıp beğenmediğim bir yazı. Dilimin ucunda bir fiil, uçuşan harfler, kelimeler... Hiçbiri yeterli değil. Cinaslardan da medet umulmayacağına göre en iyisi ertelemeli. Gününün gelmesi beklenmeli. Eğer medyada görünmekten zerre haz etmeyen biri, sizi kıramadığı için
yemek teklifinizi kabul etmiş, yağan yağmura, cinnet trafiğe aldırmayıp sözleştiğiniz yere dakika sektirmeden gelmişse ve de ona çok değer veriyorsanız olacağı budur: Kekemeliğiniz tutar, kelimeleriniz düğümlenir. Yazamazsınız. Artık dilinizin çözülmesini beklemekten başka çareniz yoktur. O da size inat kilitlendikçe, kilitlenir. Sonra zaman geçer. Şarabın kokusu da, balığın tadı da unutulur. Aklınızda sadece ‘Sanırım benim için hayatta ne yaşamak istediğimden çok nasıl yaşayacağım önemli oldu’ cümlesi durur. ‘Nasıl’a bunca önem veren, mahremi mahrem insanları anlatmanın zorluğu ise malumdur.Sevgili Atilla, dört haftadan beri birlikte yediğimiz yemeği yazamamamın, kalem sürümemin nedeni bu. Peki o zaman ne yazmalı?Bence -geçen haftadan devam-Bodrum’u anlatmalı.Nerede kalmıştık?Farklı köylerde yaşanan farklı hayatlardan söz ediyorduk. Ve elbette farklı insanlardan. Burası hem kış boyu görüşemediğiniz arkadaşlarınızla karşılaşıp hasret gidermek, hem yazdan yaza görüştüklerinizle nikah tazelemek için biçilmiş kaftan. Yolda yürürken, şezlonga uzanmış, bara tünemiş, salaş bir lokantanın mutfağında meze seçer hatta yüzerken bile birileri ile burun buruna geliyor, ayak üstü sohbete dalıyorsunuz. Ama doğruya doğru: En tiz çığlığı yıllarca görüşemediğiniz dostlarınızla karşılaştığınızda atıyorsunuz. Kiminin saçı dökülmüş, göbek bırakmış. Kimi bıraktığınızdan daha genç duruyor. Kimi eskisinden de tembel. Kimi deli gibi çalışıyor. Kimi çoluk çocuğa, torun tosuna karışmış kimi ‘Bekarlık sultanlıktır’dan şaşmamış. Aşkın Arsunan’la Aydın’ın partisinde karşılaştık. Yıllardır görüşmediğimiz doğru değil. Ama sık karşılaşmadığımız da kesin. Aşkın, Blood Sweat and & Tears yıllarımın arkadaşı. Kim bilir kaç yıl oldu? Ankara’nın müziğe tutkun gençlerinin en havalısıydı. Komikti, muzipti, yakışıklıydı. Sonra aldı başını İsveç’e gitti. Ünlüydü. Burada değil, oralarda. Özel jetlerle uçtuğunu, Kanarya Adaları’na konduğunu öğrendik. EN İYİ YORUMCULARIN ARKASINDAKİ İSİMBir gün döndü. Nedenini önce çözemediysek de sonra anladık. Anlatmazdı da anlatılırdı: Yangından geçen herkes gibi yanmıştı. Alevlerden uzak durma niyeti mi, dumandan boğulmama isteği mi artık bilmem, bir süre için buraya sığınmıştı. Çok üzülmedik. Adının ilk hecesine böyle bağlanırsa, olacağı buydu dedik. Müzik insanlarını sağaltacak şey gene müziktir ya, kısa bir süre sonra İstanbul’da çalmaya başladı. O yaz Memduh Paşa Yalısı’nda geçti. Yemez içmez, Memduh Paşa Yalısı’na taşınırdık. Ağaçların altındaki uzun barda bir yandan içki içer bir yandan Aşkın’a tempo tutardık. Öne çıkmayı hiç sevmedi. Arkada piyanosunun başında olmak ona yeterdi. Sezen’e, Sertab’a, Levent’e, Ajda‘ya, kısaca Türkiye’deki en iyi yorumculara eşlik etti, en yetkin müzisyenlerle çaldı. Ama içinin cız dediği yer cazdı. İlk göz ağrısı. Elimde Aura Production’ın yolladığı özgeçmişi var. O gece buralardan uzak geçirdiği günlerde ne yaptığını sorduğumda, basın bültenini yollatırım demiş, yan çizmişti. Bir yandan okuyor bir yandan iki aya önce çıkardığı CD’yi dinliyorum: ‘One a Day’TÜRKİYE, İSVEÇ VE AMERİKA’DA GEÇEN MÜZİK HİKAYESİMetin; ‘Aşkın Arsunan, müziğin içine doğan şanslı müzisyenlerden’ diye başlıyor. Baba Sait Arsunan trompet, keman, kontrbas, piyano, akordeon vb. çalan bir müzisyenmiş. Halen Amerika’da piyano öğretmenliği yapan abla Ayla ve ağabey Neşet de öyle.Aşkın müziğe akordeon ile başlıyor. Kısa bir süre sonra piyanoya geçiyor. İlkokul biter bitmez konservatuvara yazılıyor ama klasik müzik dışına çıkmak isteyen bütün müzisyenlerin başına gelen onun da başına geliyor: Kovuluyor. Sonra İstanbul Konservatuvarı’nda ikinci deneme. 15 yaşında ama o çoktan profesyonel olmuş bile.70’li yıllarda yurtdışına gitmiş. İsveç’teki Semus Müzik Akademisi ve Carl Axel Hall ile çalışması hayatının dönüm noktası. Sonra ver elini Avrupa başkentleri. Sonra da Amerika Birleşik Devletleri. Lil Babs, Janet Jackson ve Patti Austin gibi ünlülerle çalıyor. Arada belgesel
film müzikleri, cıngıllar. Sonra Türkiye...Gene müzik, hep müzik. SANKİ PİYANOSUYLA TEŞEKKÜR EDİYORAşkın, müzik çevrelerinde gayet iyi tanınsa da geniş kitleler için yeni bir isim. Nedeni belli. Dediğim gibi önde durmayı seçmedi. Müziğin yapıldığı yeri, mutfağını benimsedi. One a Day onun ilk solo albümü. Ben müzik üzerine yazacak kadar müzikten anlamam. Dinlerim. Ya severim ya sevmem. O yüzden şu anda çalan parça üzerine ahkam kesemem. Ama yazılanları aktaracak olursam, Aşkın’ın Levent Altındağ, Şenova Ülker, Aycan Teztel, Eylem Pelit, Volkan Öktem’i bir araya getirerek kurduğu grup Ethno Karma Project ile yaptığı bu albüm standart cazdan avant-garde’a uzanan, etnik ve elektronik dokunuşlarla süslenmiş bir albümmüş. Paul Desmond parçası Take Five ve Paul Simon bestesi unutulmaz Bridge Over Troubled Water dışındaki bütün kompozisyon ve aranjmanlar Aşkın’a ait. Kriko diye, hayatında hem insan, hem müzik adamı, hem kaldıraç görevi gördüğü için Aycan Teztel’e ithaf ettiği bir parça var ki, sanki piyanosuyla bu minnetini dile getiriyor.One a Day’i sevdim. Yazıya eşlik etti. Yarın da dinleyeceğim. Öbür gün de. Zaten adı üstünde. Günde bir kere.
button