Güncelleme Tarihi:
Özgü Namal, İbrahim Çelikkol, Mustafa Üstündağ, Burçin Terzioğlu ve Yasemin Allen’ın başrolleri paylaştığı, Hande Altaylı’nın “Kahperengi” adlı eserinden televizyona uyarlanan dizi, daha ilk bölümden milyonları ekrana bağladı. Namal ve Çelikkol, dizinin çekiciliğinin geçmişin saflığını ve masum aşklarını günümüze taşımasından kaynaklandığı görüşünde...
* Yeni bir başrol ikilisi olarak karşımızdasınız. Nasıl bir araya geldiniz?
- Özgü: Bu dizi gelene kadar birçok proje okudum. Uzun süreli bir iş yapınca o karakter üstünüze yapışıyor ya, bana da sürekli dönem işleri ya da uyarlamalar geliyordu. Bense artık farklı bir şey yapmak istiyordum. Ama hiç böyle bir proje tasarlamamıştım. Kitaptan haberim vardı, okumuştum zaten... Senaryoyu da okuyunca özgün geldi, hem bizden bir şey olduğu hem de dönem işi olmadığı için kabul ettim. Senaryoda flashback’ler var ama en fazla 2000’lere dönüş oluyor. Yani bize çok uzak bir geçmiş değil. O yüzden tüm istediklerimi bir arada bulunduruyordu. Samimi bir iş yapmak istiyordum. Bu saydıklarım benim için önemli kriterlerdi. Tabii oyuncu kadrosu güzel, senaryoyu da Mahinur Ergun gibi de biri yazınca hepsi bir araya gelmiş oldu. Zaten yeni bir projede yer almayalı da 10-11 ay olmuştu, zamanı gelmişti.
- İbrahim: Ben de kitabı okuyunca hikayenin sıcaklığına kapıldım. Gerçek bir hikaye olduğunu düşündürdü bana. Gerçekten günümüzde Narin gibi çok kadın, Fırat gibi çok adam var. Benim yüreğime gerçek anlamda işledi yani hikaye... “Evet” dememin en büyük sebeplerinden biri bu benim için. Bunun yanında yönetmenimizin Çağatay Tosun ve Gül Oğuz, yapımcımızın Mustafa Oğuz olması, oyuncu kadrosunda Özgü Namal, Mustafa Üstündağ, Burçin Terzioğlu’nun yer alması falan derken taşlar yerli yerine oturdu. Artık gerisi reyting durumlarına bağlı... Ben kendi adıma bu projede olduğum için çok mutlyuum.
NARİN’İ AŞK YUMUŞATIYOR
* Fırat ne Narin nasıl karakterler?
- Özgü: İkisi de tamamen hayattan karakterler. Çocukluk aşkı yaşamış ama sonra çok farklı şekillerde, ortamlarda büyümüşler. Yıllarca görüşmüyorlar. Hayatta da öyledir ya; çocukken birlikte zaman geçirdiğin ama başka türlü büyüdüğün insanlar vardır. Sınıf arkadaşın, okul arkadaşındır. Yıllarca görüşmezsin ama yıllar sonra karşılaştığında bazen kaldığın yerden devam edersin. O dostluğa hiçbir şey olmadığını görürsün. Aranızda bir bağ olur. Yanında kendini güvende hissedersin. Kimileriyle de çok başka olur, bağların kopar. Narin bu anlamda ailesinden uzakta büyümüş, belki zamanında oraları bırakmak zorunda kalmış, mecburiyetler yaşamış. Geçmişten biri gelince bir anda bütün o geçmiş hızla geleceğe taşınıyor. Hem anımsamak, hissetmek anlamında, hem de duygular anlamında... Dolayısıyla Fırat’la da öyle bir bağları var. Çocukluk aşkının ötesinde bir şey. O yüzden Narin bütün kadınlar gibi. Bugüne kadar tanıdığım, gördüğüm bütün kadınlar var Narin’de... Annem de vardır, kuzenlerim de vardır, arkadaşlarım, dostlarım da vardır. Hepsinin bütünü Narin. Yaraları, zaafları var herkes gibi. Yanlışlar yapmış, bedeller ödemiş. Herkes gibi onu da aşk yumuşatıyor.
* Narin’de sizden hangi özellikler var?
- İbrahim: Geçmişte yaşadığı saf, temiz aşk herhalde.
- Özgü: Benzeşen birçok olay vardır herhalde. Sonuçta hayat tekrardan ibaret. Hep dönüp dolaşıp aynı şeyleri yaşıyoruz aslında ama her seferinde ilk defa yaşıyormuş gibi hissediyoruz.
- İbrahim: Geçmişin saflığına tekrardan gidebilmek, bir oyuncu olarak çok keyifli, çok özel bir şey. Fırat karakterinde beni çeken şeylerden biri de bu oldu. Geçmişe tekrar gidebilme olasılığı... Bir de kitapta beni en etkileyen karakter Narin’di... Fırat’ı sevme nedenim de o çok sevdiğim Narin’e aşık bir adam olması. Çocukluğundan beri çok üst seviyede yetişmiş, çok iyi bir kariyer yapmış. Geçmişte kalan o saf aşkı tekrar bulan ve onunla mücadele içine giren bir karakter.
SETTE 90’LAR ÇALIP ÇOCUKLAŞIYORUZ
* Flashback’lerle siz de 2000’li yıllarınıza dönüyorsunuz, değil mi?
- Özgü: Tabii, o 2000’lerdeki sahneleri oynarken çok gülüyoruz, eğleniyoruz. Bizim için çok uzak bir geçmiş değil 2000’ler. Türkçe popun çok moda olduğu, garip garip kıyafetler giydiğimiz dönem. Sette de 90’lar pop çalıyoruz, şımarıklıklar yapıyoruz, çocuklaşıyoruz. O saflık hali aslında unuttuğumuz bir şey. Büyümek bir taraftan o çocuk tarafı öldürmek. O eski zamanları geri getirmek bize çok iyi geldi. Mesela o kostümü giyip o döneme dönünce hemen enerjimiz değişiyor, muhabbetimiz değişiyor. Ama günümüze gelince ben avukat, İbrahim işadamı olunca ciddileşiyoruz. Sadece bir kıyafet bile tüm havayı değiştiriyor. Hayatta da öyle. Sadece bir kıyafet ve statüyle içindeki bütün o saflık ve çocukluk bir anda yok oluyor. Keşke olmasa ama işte büyümenin bedellerinden biri. Dolayısıyla bu metnin de bize verdiği enteresan bir enerji var.
- İbrahim: 2000’lerdeki enerjimiz çok güzel oldu gerçekten. Şu da var, yayınlanan dizilerden çok daha farklı bir iş yapıyoruz.
- Özgü: Kitap da geçmişe gitmiş olmak için gitmiyor. Bir tat, bir koku, bir şarkı, bir mekan seni bir anda geçmişe götürür ya; bir şey olur, bazı olayları anımsarsın. Hatıralar canlanır. Okuldaki aşkın, bir kavga... Buradaki geçmiş öyle biraz. Günümüzdeki paralel kurguda akan olaylar bir anda o tarafa götürüyor. Geçmişi anımsatıyor...
BANA KİMSE BU HAYATTA SENİN GİBİ BAKMADI
* Dizinin gidişatıyla ilgili tüyolar alabilir miyiz sizden?
- İbrahim: Fırat ile Narin arasında beni çok etkileyen bir şey var. Bence ilişkinin en temel sözü de buradan geliyor. Narin: “Beni hatırladın mı?” diyor Fırat’a bir sahnemizde. Fırat da diyor ki: “Bana senin kadar güzel bakan hiç kimse olmadı bu hayatta. Seni nasıl unuturum?” Mesela bu diyalog beni çok etkilemişti. İkinci etkileyen şey de, son sahnede bölüm boyunca birbirimizi tanıdığımızı düşünmüyoruz, sadece düşüncelerimizde yaşatıyoruz. Ama son sahnede ben Fırat olarak Narin’e birbirimizi tanıdığımızı dile getiriyorum. Duyguların saf ve temiz olduğu anı görüyoruz.
- Özgü: Hiçbir şeyin değişmediğini, bıraktıkları yerden devam edeceklerini hissediyorlar. Bu da onları biraz ürkütüyor tabii. Çünkü bulundukları durum artık lisedeki halleri değil. Dolayısıyla bu da tedirgin edici bir şey. Ama tabii çok güzel bir aşk var hem kitapta hem de senaryoda. Uzun zamandır televizyonda umutlu bir şey göremiyorum. Entrika, dedikodu, arkadan vurma gibi olaylar ön planda. Sanki bu yüzyıla, çağa ayak uydurur gibi. Eleştirdiğimiz şeyleri aslında biz de yapıyoruz. Alet oluyoruz ama izlemeye de devam ediyoruz. Bunlar benim hoşuma gitmiyor. Nasıl durabilirim bunun karşısında? Başka bir şey yaparak. Bana da böyle aşk, sevgi en kıymetlisi gibi geliyor. Narin’le Fırat’ın arasındaki aşk da beni en çok etkileyen şeylerden biri. Unuttuğumuz bir şey bu bizim. Bu tarafı da bana çok umut veriyor.
* Dizinizde çok entrika olmayacak o zaman...
- İbrahim: Şu ana kadar çok entrika görmedik. Ne olacak biz de bilmiyoruz.
- Özgü: Mahinur, bir yerden mutlama entrikaya değecektir. Entrikasız hayat olmaz. Herkes birbirinin arkasından konuşuyor şu dünyada... Entrika aslında her yerde ama sadece üst başlığımız olmayacak galiba. Daha çok aşk ve merhamet üzerine kurulu bizim hikayemiz. O yüzden entrika kelimesi bizi tanımlamıyor olabilir.
ÇOCUKLUK AŞKIYLA KARŞILAŞMAK ANCAK FİLMLERDE OLUR
Siz yıllar sonra çocukluk aşklarınızla karşılaştınız mı hiç?
- Özgü: Sadece filmlerde oluyor öyle şeyler! Arada çocukluk arkadaşlarımı görüyorum ama...
- İbrahim: Ben de öyle bir şey yaşamadım.