Güncelleme Tarihi:
7 Temmuz 2012. Festival Paris Cinema için şehrin en büyük sinema kompleksi olan MK2 Bibliotheque’teyiz ve bu festivalde bütün biletleri satılmış iki filmden birini seyretmek üzereyiz. Cannes Film Festivali’nde bu yıl ‘Un Certain Regard’ bölümünde gösterilen ve seyircileri bölen filmin gösterimi için başrol oyuncusu Melvil Poupaud’yu bekliyoruz.
Kanadalı yönetmen Xavier Dolan’ın üçüncü filminin adı ‘Laurence Anyways’. 23 yaşındaki yönetmen son filminin ‘bir başeser’ olduğunu söylediği için Cannes’da tepkileri üzerine çekmişti. Paris’te bazı sinema çevrelerinde ise Xavier Dolan’ın bir deha olduğu görüşü yaygın...
Alkışlarla sahneye çıkan ve birazdan hayatının rolünde izleyeceğimiz Melvil Poupaud, 10 yaşında başladığı oyunculuk kariyerinde, henüz 40 yaşında olmamasına rağmen 40’ın üzerinde filmde rol almış. Çalıştığı yönetmenler arasında Ruiz, Doillon, Desplechin, Annaud, Ozon ve Rohmer gibi isimler var.
İlk kez kendisinden yaşça küçük bir yönetmenle çalıştığını söyleyen Poupaud, altı ay süren çekimlerde bu çok heyecanlı, çok istekli yönetmenin dünyasına girmekten mutluluk duyduğunu söylüyor, yönetmenin ‘Laurence Anyways için ilham aldığı filmler arasında ‘Titanic’i sayıyor...
Işıkların sönmesiyle ‘Laurence Anyways’ başlıyor. 1990’ların başı. Kanada’da Montreal’deyiz. Bir üniversitede edebiyat öğretmeni olan Laurence Alia adlı genç adam, bir gün Fred(erique) adındaki kızıl saçlı bir genç kadına aşık oluyor. Laurence ve Fred çılgın bir aşk yaşamaya başlıyorlar. Dünya onların...
ÖZGÜR OLMAK BİR RİSK MİDİR
Laurence doğumgününde aşık olduğu kadına, gördüğü adamın kendisi olmadığını, bu vücudun kendisine ait olmadığını ve vücudundan tiksindiğini söylüyor. Genç kadın duyduklarına inanamıyor ve ‘Sende sevdiğim her şeyden nefret ediyorsun o zaman’ diyor. Ama adam genç kadına aşkının eksilmediğini ve ondan başka kimseyle beraber olmak istemediğini söylüyor. Laurence yaptığı seçime rağmen sadece kadınları seviyor... Fred de ilelebet Laurence’ı seveceğini düşünüyor...
Önce Mona Lisa posterinin asılı olduğu masmavi odalarının duvarına beyaz boyayla ‘LIBERTE’ (özgürlük) yazıyorlar. Müzik kelimenin tam anlamıyla öforik. Zorluklara göğüs geriyorlar. Hayat onların belki, ama hiçbir şey düşünüldüğü kadar kolay olmayacak. Aile ve arkadaşların baskısı, sokaktaki baskı, iş çevresinde, lokantalardaki baskı bazen duygusal, bazen fiziksel şiddete dönüşüyor. İki saat 40 dakika süren filmde Laurence kendi lisanında konuşan insanları ararken kalbine en yakın insanı kaybetme tehlikesiyle karşılaşıyor.
‘Laurence Anyways’deki renk, hareket, ses, müzik, acı ve hayalgücü son yıllarda gördüğümüz çok az filmde var. Duygusal, romantik ve radikal bir sinema yapan Xavier Dolan filminde cinselliği sorgulamıyor. Sorgulanan sadece aşk. Suzanne Clement’ın canlandırdığı Fred, Laurence’lı da yaşayamıyor, Laurence’sız da... Kızıl saçları ve zaman zaman Jeanne Moreau’yu andıran varlığıyla beyazperdede ilk kez izlediğim Suzanne Clement, oyunculuğuyla kelimenin tam anlamıyla nefes kesiyor...
BENİ HALA SEVECEK MİSİN
Laurence’ın, oğlunu seven, soğuk ve mesafeli annesi rolünde izlediğimiz Nathalie Baye yine dört dörtlük oyunculuğuyla göz dolduruyor. Laurence annesine hayatıyla ilgili verdiği kararını açıklayıp, ‘Anne beni hâlâ sevecek misin’ diye sorduğunda da, Laurence dayak yedikten sonra annesini görmek için telefon açıp aynı soruyu sorduğu zaman da Baye ve Poupaud ikilisi izleyicinin kalbini kırıyorlar.
39 yaşındaki Melvil Poupaud Fransa’da jenerasyonunun en iyi oyuncularından biri olsa da bugüne kadar hiç ‘Laurence Anyways’ filminde olduğu kadar doğru, dokunaklı, incelikli bir oyunculuk sergilememişti. Eğer Fransız sinemasında adalet varsa Poupaud 2013 yılında bu rolle Cesar ödülüne aday olacaktır...
Xavier Dolan ise cesur, kışkırtıcı bir yönetmen... ‘Laurence Anyways’de devamlı yukarıdan bir şeyler düşüyor; gözyaşları, yapraklar, yağmur, kar, kıyafetler... Buzluktan sigara, ağızdan kelebek çıkıyor; salonda şelale akıyor. Çılgın bir aşkın uzun şiirini yazan Xavier Dolan editörü, ses tasarımcısı, kostüm tasarımcısı, senaristi ve yönetmeni olduğu filmi ‘Laurence Anyways’de cinselliğin ve görüntünün önemli olmadığını, önemli olanın sadece gerçek aşk olduğunu söylüyor. Mesajı aşk olan ‘Laurence Anyways’ yaşayan, sürekli kapıları açılan, renk, ses ve duygu zengini, cesur, güzel bir film.
SABIR, DUYGU VE MÜZİK
‘Laurence Anyways’ filminin sonu. Duygu doruk noktasında ve filmin yönetmeni bu sahne için seçtiği şarkıyı, The Blue Nile grubunun ‘Let’s Go Out Tonight’ını (Craig Armstrong versiyonuyla) çalmaya başlıyor. Paul Buchanan’ın sesini duymaya başladığımız an ise zamanın durduğu anlardan birini yaşadığımızı ve filmin bu sahnesini kolay kolay unutamayacağımızı anlıyoruz...
Paul Buchanan yıllar boyunca müzik dünyasının en iyi gruplarından The Blue Nile’ın lideriydi. Grup 1981-2004 yılları arasında sadece dört albüm yaptı. Bu albümlerdeki ‘From a Late Night Train’, ‘Happiness’, ‘Family Life’ ‘Easter Parade’ ve ‘Let’s Go Out Tonight’ grubun unutulmayan şarkılarından birkaçı.
Paul Buchanan ilk solo albümü olan ‘Mid Air’i ise mayıs ayında piyasaya sürdü. Albümde 14 şarkı var. Çoğunlukla sadece piyano eşliğinde söylenen bu şarkılardan sadece bir tanesi üç dakikadan uzun. Buchanan yeni albümünde yer alan ve sabahları saat 03.00’ten sonra yazdığı ‘Mid Air’, ‘I Remember You’, ‘Wedding Party’, ‘Two Children’ ve ‘After Dark’la nasıl şarkı yazılması gerektiği konusunda genç müzisyenlere bir ders veriyor. 36 dakikalık ‘Mid Air’ bir başyapıt...
ROMA’DA FERRO ATEŞİ
Bugün İtalya’nın en büyük pop yıldızının adı Tiziano Ferro. 1980 Latina doğumlu Ferro’nun 2011 sonunda çıkan beşinci albümü ‘L’Amore E Una Cosa Semplice’ bu yıl Adele’in ‘21’ albümünden sonra İtalya’da en çok satan ikinci albüm konumunda. Tiziano Ferro’nun albümünden çıkan ‘La Differenza Tra Me e Te’, ‘L’ultima Notte al Mondo’, ‘Hai Delle Isole Negli Occhi’ ve ‘Per Dirti Ciao! şarkıları İtalya’da teker teker hit oldular. Tiziano Ferro’nun Roma konseriyse İtalya’da bu yazın en heyacanla beklenen müzik olayıydı.
‘Yazın Konseri’ olarak duyurulan Tiziano Ferro konseri geçen cumartesi akşamı Roma’daki Olimpiyat Stadı’nda (Stadio Olimpico) gerçekleştirildi. ‘L’Amore e Una Cosa Semplice’yi büyük, beyaz bir kübün içinde söyleyerek sahneye inen Ferro, kuvvetli yorumu ve duygusal şarkılarıyla akustik bir konserde de aynı sihiri yakalayabileceği izlenimini verdi. Biletleri çıkar çıkmaz tükenen konserinde aralarında Türklerin de bulunduğu 82 bin hayranını mest eden Tiziano Ferro aradan bir hafta geçmesine rağmen Romalıların dilinden düşmek bilmiyor... Ferro’nun yeni albümünden tavsiye edebileceğim en güzel şarkıysa ‘Paura Non Ho’ (Korkum Yok).