Güncelleme Tarihi:
Müzik çalışmalarının yanı sıra 5,5 yaşındaki kızı Elaya ile ilgilenen, aynı zamanda tiyatrolar ve modern sanat etkinlikleri arasında mekik dokuyan Tüzün, yoğun temposuna kısa bir mola verip Seninle dergisinin sorularını yanıtladı.
Bu albüme kadar aslında boş durmadınız ama bir görünüp bir kayboluyorsunuz...
- 2003 “Kırmızı”, 2004 “Kıpkırmızı”, 2005 kızımın doğumu ve yıl sonunda bir single çalışması, 2006 Eurovision Şarkı Yarışması, 2007 “Çılgın Dersane Kampta” filmi, 2008 iki şarkılık single çalışma “Aç Telefonu” ve “Yaz Aşkı”, yine 2008 bir Broadway uyarlaması “Seni Seviyorum, Mükemmelsin, Şimdi Değiş” müzikali, 2009 caz projeleri, sahne projeleri, bir çağdaş tiyatro oyunu ve 2010 “Saten” albümü... Bu süreçte aslında sinema, tiyatro ve etkinlikleri takip edenler beni görüyorlardı ama radyolarda şarkılarım çalınmayınca yokmuşum gibi algılandım.
“Saten” nasıl çıktı ortaya?
- 2009’un sonunda karar verdik albüm çıkarmaya. Albümün süpervizör’ü Zeynep Talu, aranjörüm Tansel Doğanay ve Ender Balcı ile birlikte güzel bir ekip oluşturduk. Repertuvar oluşunca içimize sinen, rüyalarımıza giren, bizi heyecanlandıran şarkıları da seçtik ve hazırlamaya başladık.
Hangi yönünüzü besleyen şarkıları seçtiniz?
- Sözlerin net, samimi olmasını istedik. Zeynep de ben de ayrı ayrı çalışmamıza rağmen o tavırda sözler ortaya çıktı. “Saten”, dişi bir albüm oldu. Genelde kadın ağzından anlatan bir albüm. O dişi olduğu için bir kıvraklık da var, zarafet de var, biraz naiflik de var ama çok güçlü tarafları da var. Şarkı seçimlerini Egelilik, Akdenizlilik oluşturdu bence. Tam bir puzzle gibi...
DİŞİ OLMAYA VAKTİM YOK
Albümünüz kadın gibi sıcak, kıvrak. Ya siz kendinizi nasıl bir kadın olarak değerlendiriyorsunuz?
- Bunların hepsini içinde barındırıyorum. Neşeli, çalışkan, titiz, hayatı keyifli gören biriyim. Müthiş duygusalım. Ben görünüşte kadın gibi kadın değilim. Dişiyim ama bu çok önde olan bir özelliğim değil. Yaratırken, düşünürken daha öne çıkıyor. Normalde yaşarken çok da dişi olmaya vaktim olmuyor benim. Çok çalışıyor, çok üretiyorum. Sürekli koşuşturan, bir yerlere yetişen, bir şeyleri organize etmeye çalışan biriyim.
Albümün ismi neden “Saten”?
- Aşkı bir şeylerle birleştirmeyi seviyorum ben. “Kırmızı”da da aynı şeyi yaptım. Kırmızı, birtakım benzetmelerle aşkın hallerinden birini tanımlayan bir şarkıydı. “Saten”de de aynı şey var. Genel olarak hepimizin yaşanacaklardan duyduğu korkuyu anlatıyor. Özellikle aşkla ilgili öyle korkular var ki, onlar insanı yalnızlığa mahkum ediyor aslında. Bir şeyleri yaşama korkusuna dönüşüyor. Bu da mutsuz edici bir şey.
Günümüzde aşkların böyle mi yaşandığını düşünüyorsunuz?
- Tabii. Mesela şarkıda “Sürer mi, geçer mi nereden bileyim? Kalır mı, gider mi?” diyorum. Hakikaten bilemezsiniz, hiçbir şeyi kontrol edemezsiniz. Eğer tercihiniz aşkı yaşamamaksa, olabilecek güzel şeyleri de kaçırma ihtimaliniz çok yüksek. Onu yaşamadan bilemezsiniz. “Saten” çok yeni bir şarkı değil. Onu ben 2005’te yazdım. O zamandan beri kız arkadaşlarımla konuştuğum, erkeklerin de dahil olduğu bir konudur bu. Onlar da çekinirler. Özellikle 30’lu yaşların üzerine çıkılmaya başlandığında erkek de kadın da hep korku ve endişeler taşıyor. Ama korkuyla aşk yaşanmaz. Yaşanmasın diye “Saten”i yazdım. Neticede herkesin amacı mutlu olmak.
BEN AŞKIMI CESUR YAŞADIM
Siz aşkı nasıl yaşıyorsunuz?
- Ben aşkımı cesur yaşadım. Genelde hayatı cesur yaşıyorum. Şimdilerde ilgi alanım daha çok kızıma kaydı. Aşkım kızım oldu. Şimdi 5,5 yaşında. Benim kız arkadaşım, bir tanem, her şeyim o. Çok acayip bir durum, tarif edemiyorum. Ama hayatla ilgili çok şey öğrendim. Mesela endişeyle ilk kez kızımın doğumunda tanıştım. O doğduktan sonra endişe küpü haline geldim. 15 gün, 1 ay süreyle bunu atlatamadım. Bu kadar endişe o günlerin keyfini çıkarmamı engelledi. Sonrasında kendimi bayağı rahatlattım. Hayatta her şey olacağına varıyor. Siz ne yaparsanız yapın, olacakların önüne geçemiyorsunuz. Kontrol sizde değil, vazgeçin. Negatif şeyleri düşünüp, onları yaşamayın. Yaşam zaten yeterince zor, bir de biz zorlaştırmayalım...
Hiç aşk acısı çektiniz mi?
- Hayır çekmedim.
Müzik dışında ruhunuzu, sosyal yönünüzü nelerle besliyorsunuz?
- Son iki-üç senedir proje üretiyorum aslında. Projeleri hazırlarken çok araştırma yapıyorum, onlar beni besliyor. Çok kitap okuyamıyorum artık, eskiden daha çok okurdum. Kitapla ilgili konsantrasyon sürelerim kısaldı. O benim için bir açlık ve huzursuzluk. Başucumda bekliyor okumak istediklerim. Bir-iki tanesine başladım ama bitiremiyorum. O da bir dönemdir, geçecektir diyorum. Mümkün olduğu kadar etkinlikleri kaçırmamaya çalışıyorum. Takip edebildiğim kadar sergi, tiyatro, çağdaş sanatla ilgili etkinlikleri yakalamaya çalışıyorum.
ALBÜM SÜRECİNDE SEMİRMEDİK
Önceki yıllara göre biraz zayıflamışsınız...
- Aslında prodüksiyon zamanlarında kilo alınır. Çünkü stüdyo, düzensiz beslenmeye iter. Benim şansım ise Tansel Doğanay oldu. Yaşam koçu kadar bilgisi var. Çok düzgün ve dengeli beslenmeye yönlendirdi. Kafeinsiz kahveler, yeşil çaylar, zerdeçallar yedirdi. Dolayısıyla albüm sürecinde semirmedik hiçbirimiz.
ARTIK İMAJA GEREK YOK
Çoğu şarkıcı her albümünde yeni bir imajla müzikseverlerin karşısına çıkar. Ama siz bunu yapmadınız...
- 16 yaşından beri bu piyasadayım, sürekli üretiyorum v artık yapacak çok da bir şey kalmadığını düşünüyorum. Birçok şeyi denedim. Saçımı patlıcan rengine de boyadım, sarıya da. Bence benim için artık imaj gerekli olan bir şey değil. Ben böyleyim, böyle olmayı da seviyorum. Bu albümde arka tarafta çok çalıştığım için, öndeki insan gibi de hissetmiyorum kendimi. O yüzden belki bu kadar doğal olmayı tercih ediyorum.