Güncelleme Tarihi:
Osman Ulagay, zengindi fakir kızla evlendi, solcuydu liberalizmi savundu.
Milliyet Gazetesi'nde ekonomi yazıları yazan Osman Ulagay'ın 5. kitabı Quo Vadis? (Nereye Gidiyoruz?) son derece anlaşılır, teknik olmayan, iç baymayan bir dille ‘‘küreselleşme’’yi anlatıyor. Daha doğrusu iki yüzünü. Biz de Ulagay'a ‘‘diğer yüzü’’ne dair sorular sormaya çalıştık...
Popüler iktisat diye bir şey olabilir, olmalı da. Çünkü bugün iktisadi olaylar bilelim ya da bilmeyelim hepimizin hayatını etkiliyor. Benim iddiam bu küreselleşme olgusunun günlük hayatımızda olan olaylar kadar bizi ilgilendirdiği. Dolayısıyla ekonomik olayları, herkesi anlayacağı biçimde anlatmak lazım.
Aslında zengin, burjuva bir ailenin çocuğuyken, yoksul bir kızla evleniyorsunuz. Don Kişotluk muydu, aşk mı?
- Aşka benzer bir boyutu olmasa mümkün değil. Ama öbür boyutu yok muydu? Ya da öbür boyutu olmasaydı bu ilişki evlilikle sonuçlanabilir miydi? Belki sonuçlanmazdı. Ne sadece aşk, ne de sadece Don Kişot'luk.
Yani küreselleşmenin iki yüzü olduğu gibi.
- O ilişki kendi şartları içinde gelişen bir ilişkiydi. Ve bunun için ortada bir çekim olması lazım. Ama onun bir noktadan sonra evlilikle sonuçlanmasında o sosyal statüdeki konumların etkisi olmuştur diye düşünüyorum.
Sizin bu tezatlarınız bitmiyor! Robert Kolej'de okurken solcu oldunuz. Solculuk prim yaparken, liberalizmi savundunuz.
- Moda olan bir şeyin tersini düşünmek, onun peşinden gitmek gibi bir tarafım hep oldu.Yetişme ortamımda, herşey kendi mantığıyla devam edecek olsaydı, benim ailemin bir şirketi var, o şirkete girip yönetici olmam gerekiyordu.
SÜRÜ İÇİNDE OLMAMAK
Don Kişotluk muydu, solculuktan başka bir tarafa kaymak? Yoksa düşüncelerinizi zamana mı uydurdunuz?
- Bu bilinçli bir tercih değil de, biraz gerçekleri algılamakla ilgili bir şey. Solculuğun her zaman ütopik bir tarafı vardı. Çok büyük idealler peşinde koştuğunuzu hissettiğiniz zaman, aradaki bir sürü gerçekliği kolaylıkla yok edebiliyorsunuz. Ortadan kaldırıp, kendinizi hedefe odaklayıp, ‘‘Ben solcuyum bunları yapmam lazım’’ diye düşünebiliyorsunuz. Sonra bunun öğrenmekle de çok yakından ilgisi var. Üniversiteyi bitirdikten sonra yurtdışına master yapmaya gittim. Orada birçok şeyin, benim burada öğrendiğimden farklı olduğunu gördüm. Yıllar önceki o solcu çizgide kalsaydım ve ısrar edip, o çizgiyi değiştirmeye çalışsaydım, muhtemelen bugün çok daha popüler olacaktım. Dünyadaki değişimi fazla izlemeden, 20 yıl öncesinin çizgisinde ısrar etmek, ilkeli olmak gibi görünüyor. Gerçekten vaz geçmemek gibi görünüyor ve müthiş prim yapabiliyor. Ama sürünün içinde olmak bana cazip gelmiyor.
Cumhuriyet’te bölünme
Cumhuriyet Gazetesi'ndeki bölünmeyi ve kesin ayrılığı başlatan kıvılcım sizin yazınızmış. Ve bu olay tarihe geçti. Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
- İki grup arasında Cumhuriyet Gazetesi'nde zaten bir çekişme vardı. Olaylara yol açan yazı, 1991 seçimlerinin ertesi günü yazdığım bir yazıydı. Biliyorsunuz o seçimlerden DYP birinci parti olarak çıkmıştı. Ve SHP ikinci partiydi, ANAP da üçüncü parti. ‘‘Sosyal demokratlar muhalefette kalsınlar, DYP ile ANAP koalisyon yapsın’’ı savunmuştum. ‘‘Üstelik ekonomiyi ANAP bu noktaya getirdi. Parmağı taşın altında kalsın. DYP ile koalisyon yaparak, o gün benimsenmiş olan, herkesin aşağı yukarı ittifak ettiği önlemleri alsın ve ekonomiyi düzlüğe çıkarsın’’ mantığıyla yazılmış bir yazıydı. ‘‘Sosyal Demokratlar ise muhalefette kalsınlar, toparlansınlar, bir sonraki dönem için hazırlansınlar ’’ demiştim. Tepki çeken yazı buydu. Çünkü İlhan Selçuk ve arkadaşları Sosyal Demokratlar'ın muhakkak iktidar ortağı olmasını istiyorlardı. Benim o yazım da onların düşüncelerine aykırı olduğu için bir ihanet gibi nitelediler. Ben de onun üzerine bir ikinci yazı yazdım, artık bunu anlamak için dahi olmak gerekmiyor diye, biraz alay eden bir yazı. Onun üzerine bu yazılar çıkınca, onlar, bu yazıyı yayınladı diye Hasan Cemal'e tepki gösterdi. Hasan Cemal beni savundu. Ama bu iş sonunda alevlenip, bölünmeye kadar gitti. Ama ben şuna çok kaniyim bugün: 8 yıl sonra dönüp oraya baktığımızda ben hala çok haklı olduğumu düşünüyorum. O dönemde Sosyal Demokratlar o hükümete girmeyip, muhalefette kalsalardı, sol bugünkü gibi perişan bir noktada olmayacaktı. Ama İlhan Selçuk ve ekibi solculuk yapmış sayıldılar ve onlar solculardan prim topladılar. Ve ne oldu? Sol bu rezalet duruma geldi, ben ise sermayeye satılmakla suçlandım. Ve Cumhuriyet, maalesef çok etkili bir gazeteyken, bugün 40-50 bin zar zor satan, belli bir grubun çok bağlılıkla ve inanarak okuduğu ama ülke çapında etkisi çok daha azalmış bir gazete konumunda.
Kafası buz gibi çalışır, yüreği sıcak ve cesurdur, sizin için böyle bir tanımlama yapıldı.
- Kötü bir şey mi bu? Analitik olmaya çalışıyorum...
İnsanların bilmediği bir başka Osman Ulagay var mıdır?
- Var, var: Benim de bir duygusal tarafım var. Sinema Günleri'nde görüyorlar beni ‘‘Senin ne işin var burada?’’ diyorlar, sanki iktisat yazan bir gazeteci olarak sinema sevemem.
Derli toplu bir hayatınız olduğu söyleniyor. Hiç mi arada kaçamak yok.
- Benim rasyonel tarafım ağır basıyor. İniş çıkışlardaki sorunların çevremdeki insanları en az üzecek formül nedir mantığına vurarak çözüyorum. Bunu savunmuyorum ama geçmişe baktığımda böyle davrandığımı görüyorum. Bunu da hayattan öğrendim. İnsanları her iniş çıkışın her kıvrımından haberdar edip, insanları üzdüğünüze değmiyor.
Neden herkes sizin için ‘‘saygın’’ diyor?
- Bunu benim cevaplamam zor. Sanırım istikrarlı bir çizgim var ondan. Bir de ailemden, background'umdan gelen bir avantaj belki, basındaki pozisyonumu, herhangi bir başka amaç için kullanmadığımı herkes bilir. Ekonomi yazarları arasında benim farklı bir konumum var. Onların çoğu ya bir kuruluşa danışmanlık yapıyordur, ya onlara belirli eğitim programları düzenliyordur. Suçlamak için söylemiyorum ama gazete yazarlığı işlerinden bir tanesidir. Halbuki kitap yazmanın dışında benim işim bu.
ARAMA-ÖĞRENME OYUNU
Hayattaki saikiniz para değil. Ama sanki ‘‘güç’’ ve ‘‘iktidar’’ da değil.
- Para değil doğru, güç peşinde de değilim. Zaten vasıflarım uygun değil ayrıca beni ilgilendirmiyor.
Öyleyse neyin peşindesiniz diye sormam gerekiyor?
- Entelektüel arayışım beni bir şeyleri keşfetmeye, bir arama-öğrenme oyunu içinde olmaya itiyor. Ama insan, hele belli bir yaşa geldikten sonra bu nereye kadar devam edecek diye düşünüyor. Sınırı yok galiba.
‘‘Dünya nereye gidiyor? Ekonomi ne olacak? Küreselleşme denilen şeyin iki yüzü insanlığı nasıl etkileyecek?’’ Bunları hem de Prag’da düşünüyorsunuz? Neden içeceğiniz kahveyi, yatacağınız yatağı, o güzel bacaklı kadını değil!
- Düşünmediğimi nereden çıkarıyorsunuz? Ama o bu kitabın konusu değildi.
BİLGELİK SIÇRAMASI
Çok şey gördünüz çok şey yaşadınız, şimdi hayattan beklediğiniz ne var?
- Bazen şöyle bir vehme kapılıyorum, sanki bu yaptığım birikimle bir noktada farklı bir yere sıçrayacağım. Ama bunun bir vehim olduğunu biliyorum. Yine de bir bilgelik sıçraması yapabilir miyim diye bir hayalim var. Yeni bir kitap olabilir.
Acaip bir aşk yaşasaydınız, bu sizin, bu kitapı yazmanızı engeller miydi?
- Evet. Ben bu ikame etkisine biraz inanıyorum. Aşk benim gözümde büyüttüğüm bir olaydır. Ötekisi şiirdir, benim şiirle de hiç ilişkim yok. Aşık olmak da öyle bir şey benim için, sanki imkansız. Doğal afet kategorisinden görüyorum.