Trendy
Oluşturulma Tarihi: Haziran 01, 2009 13:23
Uyku Bozuklukları Kliniği Şefi Dr. Sabri Derman, romantik aşkın bir hastalık olmadığını; yakın çevremizle ilgili farkındalıklarımızın keskinleşmesinde, sosyal farkındalığımızın artmasında, varlığı ve yokluğu ruhumuzun dengesini en derinden bozan öğe olan aşk hayatımızı yeniden irdelememizde çok yararlı bir rol oynadığını belirtiyor.
İnsanların aşık olacakları insan hakkında beyinlerinde taşıdıkları şablonların 2 ile 8 yaşlar arasında oluştuğu düşünülüyor. Bu özellikler sadece yakınlarında olan anne, baba, kardeş, arkadaşlar tarafından değil,
sinema, TV, dergi vb. kaynaklarda rastladıkları ve etkilendikleri sanal kişilerle de belirleniyor. Beynin derinliklerinde birçok farklı alanda depolanan bu sevgili resmine uygun bir kişiye rastlayınca, beyinde romantik aşk dediğimiz “kimyasal heyelan” ortaya çıkıyor. Bu basit bir tetiklenme değil. İlk etkileri saniyeler, dakikalar içinde (Yıldırım aşkı), daha karmaşık etkileri günler, haftalar içinde beliriyor ve beynimizde bir ayırım yaparsak birçok farklı duygusal ve bedensel olayı harekete geçiriyor.
Kusurlar görülmüyor Bunların en önemlileri, otonomik (Bağımsız olma) sistemimizi canlandıran dopamin (Kalp atışını hızlandıran kimyasal salgı) ve noradrenalin (Beynin dikkat ve çevreye yanıt vermeyle ilgili bölümlerini etkileyen salgı) salgılarını artıyor. Kalp atışları hızlanıyor, ateş basmaları, terlemeler oluyor, iştah azalıyor, sevgili dışında her şey ve herkes giderek önem ve açıklık kazanıyor. Konsantrasyon saplantıya varacak düzeylere çıkıyor, uyku kaçıyor, aşık olunan dünyanın en akıllı, güzel, sevimli, iyi huylu bulunmaz hazinesi haline getirilirken bütün olumsuz özellikler beyin tarafından filtreleniyor, çarpıtılıyor ve bastırılıyor.
‘Oda ısısında aşk’ Tahmin edileceği gibi, biyolojik bir sistemin yemeden içmeden uyumadan kısıp metabolizmasını ve beyin faaliyetlerini tek bir kişide yoğunlaştırması uzun süreli olamaz. Bu noktada iki olasılık var: Birincisi sevgiliye ulaşmak, birlikte olmak, birlikteliği sürdürmek ve bunun sonucu ‘Motorun turunu düşürmek’ ikincisi, ilgiyi hastalıklı bir saplantı haline getirmek, yıkıcı ve zarar verici fikirleri giderek arttırmak ve sonunda sevgiliye ve kişiye zarar verecek akıl hastalığı düzeyine vardırmak. Cinayetler, intiharlar, yakmalar, yıkmalar bu aşamada ortaya çıkan çaresizliklerin olumlu yoldan çözümlenememesi halidir. Eğer sevgiliye ulaşılırsa beyinde farklı hormonlar, çiftin ‘aşkın ateşinden’ çıkıp, zamanla ‘oda ısısında’ bir sevgiye, güvene ulaşmalarına, karşılıklı saygı ve bağlılığa ulaşmış bir çift olarak çok uzun yıllar beraber olmalarını sağlıyor. Bütün bu bilgiler hem insanlardaki laboratuvar testleriyle, hem de hayvanlar aleminde yaşayan bazı tek eşli hayvanlarda yapılan deneysel yöntemlerle ortaya konmuş bulunuyor.
Her aşk eşşizdir
Aşk, ne hastalıktır, ne anormallik. Her insanda biraz farklı ortaya çıkan ve gelişen bir insanlık halidir. Son 8 - 10 senede evrimsel gerekliliğinden uzaklaşıp daha çok duygu zenginlikleriyle bezenmiş olsa da, aşk yaşanabilecek en karmaşık ve iz bırakan duygu durumlarından birisidir. Üstelik bu haliyle aşk, üreme fizyolojisinin ve neslin sürdürülme dürtülerinin çok üstünde farklı bir düzeye çıkmıştır. Üstelik duygu ağırlığı üstün bu tutkular, sevenler arasındaki cinsiyet, yaş, sosyal statü, ırk, din gibi farklılıkların da üstesinden gelebilecek bir güce ulaşmıştır. Montaigne’nin dediği gibi; “Her insanda insanlığın her hali vardır.” Bu nedenle de insan sayısı kadar çeşitli aşk vardır, her aşk eşsizdir, kendi içinde her birisi güzel ve saygıdeğerdir. Marifet yargıcı olmadan bu duyguyu dürüstçe ve alabildiğine yaşamak, değerini bilmek ve anısına saygı gösterebilmektir.