Güncelleme Tarihi:
Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hatice Özyıldız Güz, aşkın yapısı, ömrü, hormonlar ve beyinle olan ilişkisini anlattı. Aşkın biyolojisini anlamak için birçok araştırma ve inceleme yapıldığını ifade eden Güz, şöyle konuştu:
AŞK SAPLANTI BOZUKLUĞUDUR
"Yapılan araştırmalar ve aşık olanlar ile olamayanların incelenmesi sonucunda aşkın obsesif ve kompulsif bozukluğa benzer bir durum olduğu kanısına varıldı. Obsesyon, kişinin aklına istenmeden gelen, uygunsuz olarak yaşanan, belirgin sıkıntıya neden olan, yineleyici özellikte sürekli düşünceler, dürtüler, hayal, düşlemler olarak tanımlanır. Bunlara bağlı olarak gelişen kişinin yapmaktan kendini alıkoyamadığı yineleyici davranışlar veya zihinsel eylemler de kompulsiyondur. Aşkta kişi sürekli sevdiği kişiyi düşünür, onunla ilgili hayaller kurar, sürekli olarak onu görmek için çaba sarf eder. Bu açıdan bakıldığında aşk da bir yerde saplantı-zorlantı bozukluğu olarak değerlendirilebilir."
AŞKTA DA SAPLANTIDA DA SEROTONİN SEVİYESİ DÜŞÜYOR
Serotonin maddesinin saplantı zorlantı bozukluğu yaşayan insanlarda olduğu gibi aşıklarda da düşük olduğunu vurgulayan Güz, şöyle devam etti:
"Serotonin, insanın duygularını, mutlu ve canlı hissetmesini, cinselliğini, hatta iştah ve uykusunu düzenleyen bir maddedir. Yapılan araştırmalarda aşık olanlardaki serotonin düzeyi normal kişilerle karşılaştırıldığında yüzde 40 oranında düşük olduğu görülmüştür. Aşıklarda dopamin denilen bir beyin maddesinde de değişiklik oluşuyor. Dopamin ise beynin haz-ödül merkezini ayarlayan bir maddedir ve aşık olunca kişinin hep o kişiyi düşünmesi, onu düşününce haz alması, dikkatini ona yoğunlaştırması dopamin sayesinde olur. Dopaminin bozulduğu hastalıkların başında şizofreni gelir. Şizofrenide de kişi hayal ve gerçeği ayırt edemez, saplantılı düşünceleri olur, hep aynı konuyu düşünür, hayaller görür, sesler duyar. Aşık olan kişi de aşık olduğu kişiyle ilgili gerçekleri görmez, kabul etmez, hep onu hayal eder, nereye baksa onu gördüğünü, onu hissettiğini söyler."
"AŞKTA ABARTILI TUTKU, SEVGİDE ŞEFKAT VE HOŞGÖRÜ VAR"
Aşkta abartılı bir tutku, sevgide ise şefkat ve hoşgörünün bulunduğunu dile getiren Güz, "Aşkın içinde tutku, tutkunun içinde ise cinsellik, özlem, hayatları birleştirme isteği, devamlı o kişiyle meşgul olma durumu vardır. Son zamanlarda bilimsel araştırma yollarının artmasıyla, aşkla ilgili çalışmalarda da artma olmuştur. Görüntüleme yöntemleri, nörobiyolojik çalışmalarda aşkın neden oluştuğuna dair çalışmalar yapıldığı gibi psikolojik açıdan da hangi durumlar altında daha çabuk aşık olunacağı, aşkı oluşturan etmenlerin neler olabileceği gibi araştırmalar yapılmıştır. Aşk ve sevgi ilişkilerinin limbik sistemle ilişkili karmaşık bir süreç olduğu, oksitosin, dopamin, serotonin, vazopressin, endorfin ve endojen opiatların değişime uğradığı gösterilmiştir" dedi.
"AŞK KALPTE DEĞİL BEYİNDE"
Tüm organlara yön veren organın beyin olduğunu vurgulayan Güz, şunları söyledi:
"Aşık olduğumuz kişiyi gördüğümüzde kalbimizin hızlı hızlı atması, beynimizin verdiği komut ve sonrası adrenerjik sistem gibi devrelerin araya girmesi ile olur. Zaten kişiye bu anlamı yükleyen de beyindir. Bazı yazarlar aslında aşkın bir psikoz hali olduğunu, kişideki gerçeği değerlendirme duygusunun yok olmaya başladığını, kişiyi idealleştirip görmek istediğimiz gibi gördüğümüzü, algılamada bozukluk olduğunu söyler. Bazı araştırmacılar da aşkın aynı bir obsesif kompulsif bozuklukta olduğu gibi takıntı olduğunu, kişinin bazen saçma olduğunu bilmesine karşın bu takıntıdan kurtulamadığını ve bu nedenle kaygıya kapıldığını, hatta aşık olan kişilerde obsesif kişilerdeki gibi serotonin sisteminin bozulduğunu ispatlamışlardır."
"AŞK ÜÇ YILDA SEVGİYE DÖNÜŞÜR VEYA BİTER"
Prof. Dr. Güz, birbirini tanıyan kişilerin farklı yönlerini görmeye başladıklarına dikkati çekerek, şunları kaydetti:
"Bu şekilde yüceleştirdikleri kişinin gerçek yönlerini kabul edip etmemek durumunda kalıyorlar. Aşkın üç yıl sürmesini bilim insanlarının yaptığı araştırmalara göre sinir büyüme faktörüne bağlamıştır. Bu maddenin 3 yıl içinde azaldığını ileri süren araştırmacılar bu nedenle eski arzu, heyecan duygusunun azaldığını belirtmişlerdir. Bu süre bazen daha da kısa sürebilir. Çünkü aşk zamanla yerini sevgiye bırakır. Farklılıklar az ise doyumun ardından sevgi oluşur."