Oluşturulma Tarihi: Temmuz 05, 2003 00:00
BENCE aşkın en güzel tarifiydi bu:‘‘Aşk; bir gülü dikeniyle avuçlamaya benzer... Ellerin kan içinde kalır... Ama hesabını gülden soramazsın...’’Soramazsın hesabını gülden.Aşkı avuçlamışsan...Dikeninin acısı, kan-revan...Niçin aldıracaksın?Sadece Yahya Kemal'in şiirinin son iki satırıydı o:‘‘Her sabah başka bahar olsa da ben uslandım \ Uğramam bahçelerin semtine gülden yandım...’’*İyi ama...Aşksız nasıl yaşanır?Bahçelerin semtine uğramamak?Gülü avuçlamamak?Ya da diyelim ki ben; yıllardır içinde yaşadığım, her çiçeğinden, her dalından, hatta elimi kanatan her dikeninden mutlu olduğum bahçeden çıkıp gidebilir miyim?Gidemem...Ne yapayım ben bahçesiz, çiçeksiz, gülsüz ve aşksız yerleri.Avuçlarım kanasa da...Kanamasa da...*Ne var ki iletişim çağı aşkı da değiştiriverdi. ‘‘Www nokta kom’’larla bir saniyede gidiyor o postacı yolu bekleten mektuplar, sadece ‘‘Send’’e basıyorsunuz.Mutluluğun ifadesine bakar mısınız; :-)‘‘Okey’’ bile uzun geldi de, iki harfe indirdiler; ok...‘‘Ok’’sa; loş kuytular, samanlıklar da yok, yeni biçimine ‘‘fotokopi makinesi üstü aşkları’’ diyorlar.Fotokopi makinesinin üstünde?...Elbette gülün dikeninin yerini de elektrik kaçağı alıyor ve her şey berbat oluyor:‘‘Gülün dikeni mi?...’’‘‘Hayır, priz...’’*Bu hızla elbette aşklar çabuk başlıyor, çabuk bitiyor, gazeteler ‘‘aşkları bitti’’ haberleri ile dolu.Ben ise bildiğim tek bahçeden çıkmamalıyım...Avucumda gül olmalı...Dikenine katlanmalıyım...Ellerim kanasa da, kanamasa da...
button