Asilah, Mahmut Derviş ve ölüm

Güncelleme Tarihi:

Asilah, Mahmut Derviş ve ölüm
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 31, 2009 00:00

Asilah, Fas’ın herhalde en temiz kenti. Medinasının dar sokaklarına, taşlarından çiçek fışkıran duvarlara, serin iç avlulara, mavi kapıların açıldığı küçük alanlara bal dök yala. Bunda eski, harap evleri satın alıp onaran varlıklı kesimin, hatta yabancıların da payı olduğu kesin.

Ama asıl önemli katkı, belediyenin girişimiyle başlatılan “Duvar Resimleri Kampanyası.” Bu kampanya sayesinde kent hem duvarlarını süsleyen resimler kazanmış hem de kirlerinden arınmış. Fes’in, Marakeş’in medinalarını görmüş biri olarak Asilah’ın tertemiz sokaklarında dolaşmanın, kadınların da oturabildiği kalabalık kahve teraslarında nane çayı içmenin, Mağrip kentlerinde çok sık rastlanmayan bir ayrıcalık olduğunu belirtmeliyim.

Fenikelilerin kurduğu Asilah, Kuzey Afrika’daki İslâm mimarisinin tüm özelliklerine sahip, ama Atlantik Okyanusu kıyısında. Cebelitarık’tan çıkınca Akdeniz bitiyor, çünkü bu kıyıda sular çekiliyor günün belirli saatlerinde, kumsalda yosunlu çakıl taşlarıyla deniz kestanelerini, bin bir çeşit kabuklu yaratığı bırakarak. Ve dibe çöken o yumuşak tortuyu. Anılar da bu tortu gibi çöker belleğe, sular çekildikçe geçmiş günler sarhoş olup hora tepmeye başlar. Gelgit Akdeniz’de aşina olmadığımız bir olay, karaya doğru esen, gökyüzündeki alaca bulutları savuran bu deli rüzgâr da. Yine de Asilah’da Akdeniz ikliminden bir şeyler var; belki bunaltıcı sıcak, belki geceleyin boşluğu bir anda dolduran yıldızlar. Belki de evlerin güneşi içen beyaz duvarları. Rüzgâr Portekizlilerden kalan kalenin paslanmaya yüz tutmuş toplarını yerinden oynatacak kadar sert esiyor, mazgal deliklerinden girip insanın içine işliyor. Derken, biraz diner gibi olunca, sığırcıklar dolduruyor kentin ağaçlarını. Minarelerden çatılara, oradan dalgakırana siyah bir yağmur bulutu gibi çöküyorlar. Bu beklenmedik görüntü karşısında Mahmut Derviş’in bir dizesi düşüyor aklıma. O dizede sığırcıklardan değil, bir kanatlanıp bir konan beyaz güvercinlerden söz ediyordu şair. Bir türlü yuvaya dönemeyen, havada savrulup dağılan, kendi yurtlarına, ellerinden zorla alınmış topraklarına hasret Filistin halkı gibi konacak bir dal arayan
/images/100/0x0/55eb6444f018fbb8f8be23f0
güvercinlerden.

FİLİSTİNLİ GÖÇMEN KUŞ

Mahmut Derviş’le yıllar önce buradan az ilerde, karşı kıyının, yani İspanya’nın bir kentinde düzenlenen Akdeniz Yazarları Toplantısı’nda tanışmış, Paris’e aynı uçakla dönmüştük. Sürgündeydi ama yüreğinde taşıyordu yurdunu. “Filistin de benimle birlikte sürgünde” demişti, bugünmüş gibi anımsıyorum. “Kendi ülkemde hiç yaşamadım, hiçbir zaman kendim olmadım sanki. Filistin, ben orada, o topraklarda yaşarken de işgal altındaydı, şimdi de öyle. Orada hem kendi ülkemde, kendi cennetimdeydim, hem de İsrail işgali altında.”

Yemek almamış, bir bardak dolusu buzlu viski ve sigarayla yetinmişti. İncecikti zaten, gözlüklerinin arkasında hüzünlü, mavi bakışları solgundu. Hasta olduğunu söylemişlerdi ama şiirden, Filistin davasından, kadınlardan ve aşktan söz ederken gözlerinin içi parlıyordu. Sonra, Moskova’da, Nâzım’ın deyimiyle “rüyalarımızın beyaz kentinde” kalp krizi geçirdiği haberi gelmişti. Neyse ki, ölüm teslim alamamıştı onu, yüreği de, bilinci kadar dirençliydi. Onun da şair yüreği, tıpkı Nâzım’ınki gibi “manda gönünden çarıktı” hiç kuşkusuz, “yolları tepmekten” bıkıp usanacağı yoktu.

Sonra yeniden Paris. Bu kez, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün kültür bakanı olarak karşımdaydı. Kaldığı dayalı döşeli, adresi gizli tutulan bir apartman katında söyleşimizi bıraktığımız yerden sürdürmüştük. Avrupa’yı mekân tuttuğundan bu yana, yani İsrail işgalinin yol açtığı konumdan uzaklaştıkça, bir şair olarak kendini daha özgür hissettiğini söylüyordu. Beyrut’tan silah zoruyla çıkarıldıktan sonra Tunus’a yerleşmişti örgüt, ama onun belli bir evi ve düzeni yoktu. Halkının gönlünde taht kurmuştu ve bu ona yetiyordu. Şiir anlayışı da değişmiş, dizelerinde siyasi değil estetik kaygılar öne çıkmaya başlamıştı. Sonra, Arafat ve Filistin yönetimi Ramallah’a döndüğünde, iktidarla arasına belli bir uzaklık koymak için Ürdün’e yerleşti, ama göçmen bir kuş gibi yeryüzü yolculuğuna devam etti, ta ki geçen yılın ağustos ayında ölüm haberi gelene kadar. Bu kez küreselleşen dünyamızın tek süper gücü Amerika’nın uzak bir kentinde kalbine yenik düşmüştü.

ŞİİRLER ŞARKI OLMUŞ

Mahmut Derviş öleli bir yıl olmuş. Ama şiirleri dillerden düşmüyor. Haklı bir davayı savunan duruşuyla hâlâ yol gösteriyor başka şairlere. Dostum Mahmut Derviş’in ölümünün birinci yılında düzenlenen bir anma toplantısına katılmak için geldim Asilah’a. Gelir gelmez de, dokuz yıl Fas’ın dışişleri bakanlığını yapan Muhammed Benaissa’nın rezidansında aldım soluğu. Konuklarını saray yavrusu rezidansında ağırlayan Benaissa kentin belediye başkanı, aynı zamanda otuz yıla yakın süredir düzenlenen uluslararası bir kültür festivalinin başkanlığını yapıyor. Bu festival kapsamında, uzmanların sundukları bildirilerin yanı sıra, Mahmut Derviş’in şiirlerinden yapılan besteleri de dinleme olanağını buldum. Gördüğüm kadarıyla Mahmut yalnızca Filistin’de değil tüm Arap dünyasında önemli bir yer edinmiş kendine, şiirleri genç kuşaklarca sevilip benimsenmiş. Bunda, uduyla davetlilere unutulmaz bir konser keyfi yaşatan, yalnızca müzik değil bir şiir şöleni de sunan Marcel Kalifa gibi şarkıcıların da payı olduğunu belirtmeliyim. Konserden sonra Asilah’ın kalabalık ve dar sokaklarına daldım yeniden. Vakit gece yarısını çoktan geçmişti. Tatilde, kendi dünyasındaydı insanlar. Rüzgâr dinmişti, Mahmut’un yıllar önce birlikte yaptığımız uçak yolculuğunda bana söyledikleri kulaklarımda yankılanıyordu hâlâ. “Filistin Kurtuluş Örgütü’nün Paris temsilcisi İzzettin Kalak’ın öldürülmesi derinden sarstı beni. Onunla sen de tanıştığın için anlatıyorum bunu. İzzettin’in öldürülmesinden duyduğum üzüntüyü, isyana dönüşen öfkemi bastırmak için çok çaba gösterdim. Bir şiir bile yazdım. Olay, şiirde, sanıyorum çok soğukkanlı bir üslupla anlatılıyor. Bir olay acı, çok acı da olsa, şiir bu acıyı bastırmalı, dengelemeli, bir anlamda soyutlamalı. İzzet’in katili tanıdık biriydi, Paris Üniversitesi’nde öğrenciydi.”

KATİLİN YÜZÜ NASILDI

İzzettin Kalak’ın katilinin yüzü çoktan silindi belleğimden, ama Mahmut’un sesi her zamankinden daha yakın, daha berrak. Arapça bilmediğim için yavaşça yuvarlıyor İngilizce sözcükleri, Sisifos’un tepeye güçlükle çıkardığı kayayı bir anda aşağıya yuvarlar gibi. Filistin sorunu da, ne yazık, Sisifos efsanesindeki gibi, barış yönünde atılan adımları sıfırlayıp her defasında yeniden başlıyor. Ve geriye umut, Mahmut’un ünlü dizelerinde dile getirdiği gibi, “şifa bulmaz bir hastalık olarak umut” kalıyor yalnızca:

“Şifa bulmaz hastalığımızın adı umut. Bağımsızlığımızın ve kurtuluşumuzun umudu. Ne kahraman ne de kurban olacağımız olağan bir hayatın umudu. Çocuklarımızın tehlikeden uzak okula gidebildikleri günün umudu. Hamile bir kadının askeri kontrol noktasında ölü doğan bebeğinin değil hastanede sağlıklı doğan bebeğinin umudu. Şairlerimizin kırmızı rengin güzelliğini akan kanda değil gül yapraklarında seyredecekleri günün umudu.”

Ölüm tüm Filistinliler için olduğu gibi Mahmut Derviş için de bir alınyazısı değil, günlük yaşamın gerçeğiydi. Yüreği durduğunda milyonlarca insanın yüreği onun için çarpıyordu. Asilah’da ve her yerde.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!