Güncelleme Tarihi:
Önce jön, sonra mizahçı olan Hürriyet yazarı Tekin Aral, bir zamanlar da ‘‘Beyoğlu fırlaması''ydı
Fırt'ta ‘‘Salacak'' yazılarınız vardı, hâlâ dillerde. Keşke gene yazsanız?
- Hep soruyorlar şimdi de. O tipler var mıydı, diye. Şimdi de varlar. Onlardan biri belki benim. Orada doğdum büyüdüm. Şimdi de birçok şey yazıyorum, çiziyorum. Cannes'a gittim. Gala basın mensuplarına yasaktı. Ama ben girdim, aktörlerle, aktrislerle birlikte yürüdüm. Tüm dünya basını benim de fotoğraflarımı çekti. Çok iyi bir sayfa haber olmuştu gazetede. Çok çabuk adapte olabiliyorum. Şimdi bu röportajdan sonra Dans Bar'a gideceğim.
Sabahlara kadar dans mı?
- Yo, insanlar ne yapıyor, ediyor; seyredeceğim. Ne olup bittiğine bakmazsınız bir şey üretemezsiniz. Yalnızca kasaba politikacısı eleştirmekle mizah olmuyor.
Bunca çıkardığınız dergiden, geçmişten sonra Hürriyet'te mutlu musunuz?
- Hürriyet'te yaptığım işin etki derecesini bilmiyorum. Yaptığımın iyi olması ölçüm. Gazetede rahat çalışıyorum.
İnsanlara, olaylara mizahi mi bakıp mizah yapıyorsunuz?
- Mizahın haince planlanıp kuyumcu terazisiyle ölçerek yapılması gerektiğine inanıyorum. Alışverişte karşılaştığım insanlar, ensesine bir tokat atıp komik şeyler söylememi bekliyor. Mizahçılar pek öyle kah kah, kih kih insan değildir. Futbolcu da sokakta yürürken her gördüğü konserve kutusuna tekme atmaz. Ama keyifli yönlerimiz vardır; hatta benim bile!
Kader mi getirdi yoksa çocukken mi karikatüre başladınız?
- Bu işi çok bilinçi başlamadım. Bir baltaya sap olmak için başladım. Durduk oturduk yerde insanın içinde mizah duygusu olması çok kolay değil. 15 yaşındaydım. İyi resim yapıyordum. Oraya buraya gönderiyordum. Böyle başladım. İlki Dolmuş dergisinde yayımlandı. O zamanlar bu işin ustaları vardı. Alan dardı. Mizah için liseden sonra okumadım.
Bir de başrol oyunculuğunuz, jönlüğünüz var.
- 1962 yılıydı sanırım. ‘‘Kanun Der ki'' filmiydi. Kanunun açıklarından yararlanarak bana başrol vermişlerdi. Köy filmiydi ama Kadıköylü gibi giyinmiştik. İspanyol paça kot pantolonlar, ekose gömlekler... Başıma gelmeyen kalmadı. Attan düştüm, dayak yedim, üçüncü derecede yandım. Aslında bunlar filmlerde kötü adamların başına gelir. Bir keresinde at beni Sarıyer sırtlarından caddeye kaçırdı. Arkamda minibüsler filan. Senaryo da bir taraftan yazılıyordu. Bazen de önce film çekiliyor, çekilen sahnelerin senaryosu daha sonra yazılıyordu.
Tek pantolon devri
Jönlükle mizah bir arada mı yürüdü?
- Sonra gazetelerde çalışmaya başladım. Ressamlık yaptım. Uzun yıllar çizgi film çalışmalarında bulundum. Birden kendimi o zamanın Günaydın'ının birinci sayfasında dokuz sütun karikatürler çizerken buldum. Derken 1974'te Gırgır, 1976'da da Fırt'ı çıkardık.
Sizin eşinizle tanışmanız da mı kaderin cilvesiyle oldu?
- Hayatımda ilk defa Divan Pastanesi'ne gittim. Bir arkadaşım orada randevu verdi. Kahve söyledim, benim kahve ona gitti. Doğru yere gitmiş. Tanıştık böylece.
Kadınları nasıl görüyorsunuz?
- Kadınları çok seviyorum. Çok ciddiye alıyorum. Çok vericiler. Yalnız zaman zaman acı çektiriyorlar. O zaman onlara çok kızıyorum.
Masanızda her şey çok düzenli, dahası paralel duruyor, bir simetri tutkunuz mu var?
- Yok öyle şey. O bizim Müjdat Gezen'de vardır. Mizahçılar dağınık tanınırlar ama ben düzenliyimdir. Yatılı okulun verdiği alışkanlıktan da geliyor. Ya da çocukluğumda, gençliğimdeki kötü koşulların etkisi. Çok yoksul günler yaşadım. Babıali'de otellerde, dört kişilik odalarda yatardım. Üsküdar'dan her gün Babıali'ye gitmek, elinde karikatür kapı kapı dolaşmak mümkün değildi. Kapılarda yatmak gerekiyordu. 40 karikatüründen birini beğenecekler de 10 lira verecekler... Parasızlıktan, aldığım barbunya konservelerini yiyip içine sinek atar, konserveyi iade ederdim. Tabii parayı geri alıp ertesi gün yeni konserve almak için. Babıali'deki bütün bakkallar beni tanırdı. Artık Beyazıt bakkallarına gider olmuştum.
Şimdiki mizahçılar daha şanslı. Başta çileyi siz çektiğiniz için mi?
- Biz çektik diyemem. Herkes, hepimiz çektik. Ama işimden iyi paralar kazandım. Birlikte çalıştığım arkadaşlarım da kazandılar. Aslında çok daha fazlasını da kazanmalıydık.
Aristokrat gibi davranıp yaşadığınız söyleniyor.
- Olanaklarım elverdiğince, her şeyin en iyisini, kendimce en zevklisini yemeyi, içmeyi, özellikle de giymeyi seviyorum. Bu benim tek pantolon devrimden beri böyle. Yani, bir tek pantolonum olduğu zamanlar bile, onu hep en temiz, en şık biçimde giymeye özen gösterirdim. Çok kişi şaşırır, yahu sende bu pantolondan kaç tane var, diye sorarlardı. Kendimi kaliteli şeylerle bir arada düşünmeyi seviyorum. Cezası neyse ödemeye razıyım, hakim bey, pardon, Gülden Hanım! Bu benim yaşam biçimim. Dahası, ailemin de yaşam biçimi... Bunları da kendim için yapıyorum. Aynada (Tabii olabildiğince) aklı fikri ile olduğu kadar, görünümüyle de düzgün birini görmek hoşuma gidiyor. Kendimi koyduğum yerler var. Oraları ben biliyorum. Kimsenin gözüne sokmak da istemiyorum...
Neler başarmak isterdiniz başka?
- En iyi keman ya da en iyi piyano çalmak değil. Ama hiç piyano bilmediğim halde birden çalmaya başlayarak herkesi şaşırtmak isterdim. Fenerbahçe takımında çıkıp da futbol oynamak isterim. Hatta kolum kırıkken tribünden fırlayıp şu 56 yaşımda takımı yenilgiden kurtarmayı hayal ederim. Ama bir Süpermen olmayı hayal etmem. Çünkü yok öyle bir şey.
Mizahçı ruhunuza Hürriyet Medya Towers iyi geliyor mu?
- Asansörde gençlerle karşılaşıyorum. Hepsi blue jean'li. Gazetede izin verseler, blue jean satarım, ne çok para kazanırım. Gazetenin korumaları çok hoş, çok sıcak. Gazetecinin korumalardan dayak yemediği tek yer bizim gazete. Özellikle bir sanatçı için çalışması, üretmesi kolay yer değil. Mutlaka teknolojik herşey düşünülmüş. Ama birbirimizle asansörde tanışıyoruz. Bina çok büyük. Bazen sokakta kaçtığınız alacaklılarla, ev sahipleriyle gazetede karşılaşıyorsunuz. Adam ilan vermeye gelmiş! Ben bir gazetede çalışırken pencereden girip çıkardık. Kapısına giden yol çok uzun ve karanlık olduğu için. Hürriyet'te pencere de yok!
Müthiş bir mizah kaynağı gördüğünüz politikacı, şarkıcı var mı?
- Kesinlikle, hepsi oluyor. O kadar çok var ki. Ama isim verirsem, özel bir dikkat gösterdiğimi düşünürler. Ama televizyonların çoğu lahmacun kokuyor. Artık daha iyi koksun, diye ekranda da lahmacun yapmaya başladılar. Televizyon eleştirileri yapmaya başladım bu nedenle. Yıllarca iktidarları eleştirdim, şu anda da televizyonları eleştiriyorum. Çünkü şu an iktidarda olan televizyonlar. Hepimizi televizyonlar idare ediyor. İstedikleri an hiç olmayacak birini tepeye oturtup, en tepedekini aşağı indirebiliyorlar. Futbolcuları bile televizyon idare ediyor. Yedi yaşındaki çocuğa Einstein muamelesi yapıyorlar.
Karikatürlerde neden zenginler şişman ve purolu çizilir?
- Belli simgeler vardır. Bizde zenginler hep şişman, göbekli, purolu çizilir. Hiç şişman zengin gördünüz mü? Kilo vermek için sağlık salonlarına giderler. Diyetler yaparlar. Papyonlu politikacılar çizdik hep. Cumhuriyet bayramında bile takmıyor adamlar. Hatta biri kravatı beline bağlamıştı.
Konuşma balonları? Çizgiyi anlamazlar diye mi?
- Karikatür yazılı da olur, yazısız da. Çok isterseniz çizgisiz de olur. Karikatürü zincirlerle kurallara bağlamak, hem de günümüzde saçma sapan bir iştir. Karikatürü yazılı, yazısız, noktalı, virgüllü, beyazpeynirli, kıymalı diye ayırmaya, evcilleştirmeye kalkışmak niye ki? Biz de en bi yazısız karikatür savunucuları, aynı zamanda dünyanın gene en bi yazılı karikatürlerini yapan büyük ustalar Wolinski'lere Reiser'lere tapınmaktan da geri duramazlar. Boşverin. Herkes dilediği gibi çizer. Beğenen beğenir, beğenmeyen de küçük kızını vermez!..
İyi ki mizahçı olmuşum. Bir daha doğsam, yine olurum der misiniz?
- Mizahçı filan olmazdım. Ne güzel adam gibi işler var. 10 dakikada milyarlar kazanılıyor. Böyle stressiz, kendime rahat zaman ayıracağım, az çalışarak çok para kazanacağım işler bulurdum.
Şöyle İtalyan bir mafya babası olmak yakışırdı size?
- Yok, beni iki günde kendi adamlarım vururlardı. Keyifli, rahat bir iş. Şarkıcı mesela.
Sesiniz güzel mi?
- (İnci Hanım) Sesi güzel. Aile olarak. Oğuz Ağabey, görümcem...
Bir karikatür tipi olmak isteseydiniz ne türlü olurdunuz?
- Ben kendimi uzun seneler çizdim. Fakat hiç gerçekçi olmadığımı gördüm. Başkalarına haksızlık ettim. Başkalarına gösterdiğim acımasızlığı kendime göstermedim. Kendimi hep yakışıklı çizmeye gayret ettim.
Günümdeysem eserim
Yazıp çizdikleriniz gibi evinizde de güldürür müsünüz?
- Asık suratlı görünürüm ama, çok kolay gülerim. Günümdeysem, bir arkadaş topluluğunda bir komedyen gibi bile olabilirim. Yalnız, bu röportaj benim sanat ve ticari yaşamımı etkilemesin (Kahkaha). Aslında bu günlere kolay gelmedim.
Hem parasızdınız, hem de eğlence yerlerinden çıkmazdınız. Nasıl oluyor?
- Babı-Ali'deki ağır hasarlar vererek atlattığım o ilk günler sonrası, su katılmamış tam bir Beyoğlu fırlaması oldum... Müthiş bir gece hayatım vardı... Barlardan, gece kulüplerinden dışarı çıkmıyordum... Tüm arkadaşlarım da benden hep büyüktü. Selahattin Pınar'la bile rakı içtim... O çocuk yaşımda Cahit Irgat'la o kulüp senin, bu kulüp benim dolaştım. Çok da zamparaydım... Ya da ben kendimi öyle zannediyordum... Çevremde inanılmaz bir hatun çemberi vardı. Galiba asıl zampara olan da onlardı. Sabahları herkes işine giderken ben eve giderdim. Para da yoktu. Oralarda nasıl dolanıyordum, hala anlayamam. Şimdi ise, gece hayatını evde sürdürüyorum... Sabahın ilk ışıklarına dek evin içinde televizyon, kitap, müzik karışımı bir ortamda vampirler gibi dolanıp duruyorum...
Seçici, titiz ve alçak gönüllü
Tekin Aral, iyi mizahçılığının yanı sıra şanslı koca ve baba. Charlie ve melekleri gibi yaşıyor. Eşi, kızları Ayşe ve Ayça, kız torunu Begüm ve dişi köpeği Baksi ile çok mutlu. Damadı Savaş'la birlikte bu "dişi" takımına ellerinden geldiğince direnmeğe çalışıyorlar. Günde tek öğün yemek yiyor (Bu röportajlar sayesinde gazetemiz yazarlarında bu eğilimi keşfettim. Basında yeni bir trend olsa gerek). İlk tanışmamızda, sanki bütün mizahçılar güler yüzlü olmak zorunda mı, dercesine ciddiydi. Tekin Bey hakkında dedikodusuna başvurduğum kişiler de kendisinin asık suratlı görünse de çok yufka yürekli ve çekingen olduğunu söylediler.
Tekin Aral, mizahçıdan çok mizah okuru olmanın daha zor olduğunu düşünüyor. Kolay değil çünkü. Hürriyet'le birlikte yepyeni, genç okurları olduğunu anlatıyor. İki kızından biri evli. Küçük kızı Ayça, 20 yaşında. İngiltere'de ‘‘medya'' okuyor. Babasını baba gibi görmüyor.
Arkadaşlar. Baba demekte zorlanıyor. Paylaşmadığı hiçbir sırrı yok. Hâlâ babasının kucağına oturuyor. Babasına hayran. Onu güçlü, dost olarak görüyor. Kendisine kızdığına, hayır dediğine tanık olmamış. Bütün kızlara böyle Tekin baba tavsiye ediyor. Eşi İnci Hanım mı? 27 yıllık sevgili eşini şöyle tanımlıyor: ‘‘Seçici, titiz, alçak gönüllü, bir adım geride durmayı yeğleyen, gerektiğinde sert olabilen, dürüst bir kişidir Tekin.''
Onlar erdi muradına...
GECE HAYATIM EVDE
Babıali'de, ağır hasarlar vererek atlattığım ilk günler sonrası, su katılmamış tam bir Beyoğlu fırlaması oldum. Müthiş bir gece hayatım vardı. Tüm arkadaşlarım da benden hep büyüktü. Selahattin Pınar'la bile rakı içtim. Çok zamparaydım. Ya da kendimi öyle zannediyordum. Çevremde inanılmaz bir hatun çemberi vardı. Galiba asıl zampara olan da onlardı. Şimdi ise, gece hayatını evde sürdürüyorum. Sabahın ilk ışıklarına dek evin içinde televizyon, kitap, müzik karışımı bir ortamda vampirler gibi dolanıp duruyorum.
KALİTELİ ŞEYLER VE BEN
Olanaklarım elverdiğince, her şeyin en iyisini, kendimce en zevklisini yemeyi, içmeyi, özellikle de giymeyi seviyorum. Bu benim tek pantolon devrimden beri böyle. Yani, bir tek pantolonum olduğu zamanlar bile, onu hep en temiz, en şık biçimde giymeye özen gösterirdim. Çok kişi şaşırır, yahu sende bu pantolondan kaç tane var, diye sorarlardı. Kendimi kaliteli şeylerle bir arada düşünmeyi seviyorum. Cezası neyse ödemeye razıyım, hakim bey, pardon, Gülden Hanım!