Güncelleme Tarihi:
İlk defa aşık olduğunuz zamanları anlatsanız bana...
- Bunu bazen düşünürüm. “Ben ilk defa ne zaman aşık oldum” derim. ılk aşık olduğun zaman, zaten bunu şartlanmış olarak yapıyorsun, “Benim aşık olmam lazım” diye. Öyle yetiştiriliyoruz çünkü. “Bir erkek olması lazım hayatımda” diyorsun. Dolayısıyla hayatında biri olmazsa gücüne gidiyor. Bakıyorsun birtakım kızlar, ooh ne güzel erkek arkadaşlarıyla gezip tozuyor, “Ben niye yalnızım?” diyorsun. Başlıyorsun “Bana da lazım” demeye ve hayatında bir “challenge” olmaya başlıyor bu... Yanlış tabii... Sonra seni aşka küstüren bir hadise oluyor. Ve “Bunu bir daha yapmayacağım” diye söz veriyorsun içinden. “Çok daha tecrübeli davranacağım, bundan böyle her şey benim kontrolümde olacak” diyorsun, böyle böyle hayat gidiyor. Geçmişte, aşkla ilgili bugünkü gibi düşünmüyordum. Ancak “aşk zannetmişliklerim” olabilir. şu anda kendime “aşık olmuştum” demeyi yediremiyorum. Neye aşık olmuştum? Yine kendine olan aşkından başlıyor her şey.
“Hiç aşık olmadım” mı diyorsunuz?
- Ben önce kendimi seviyorum. Benim kendimi sevdiğim gibi bir şey çıkmış olsaydı karşıma, bugüne kadar devam ediyor olurdu. Hakikaten beni titretirdi, titrediğim yerde de kalırdım zaten. Eh, hep yürümüş, gitmişim... Bırak aşkı, çift bile olamamışım, olamamışız. Birkaç tane arkadaşım elbette var, beraber olmuşuz, şu anda da çok iyi dostuz... Güzel hatıralar kaldı onlardan. Güzel arkadaşlar olarak kaldığımız için, karşılıklı gurur duyuyoruz. Ne güzel bir şey bu. Bir şeyler yaşandıktan sonra küçücük duygular kalmış ve hâlâ paylaşabiliyoruz bayramlarda, doğum günlerinde, yılbaşlarında...
AŞK DEĞİL TUTKU GURUR VE HIRS
Aşk değilse neydi yaşadıklarınız?
- Ona tutku diyelim. Tutku, gurur, hırs diyelim. Aşk çok başka bir duygu. Çok fedakârlık isteyen bir şey. Aşk, insanın bedenindeki her şeyi değiştiriyor. Bir afrodizyak. Fenomen. Kanınızı, ruhunuzu, metabolizmanızı değiştirir, tabiatınızı değiştirir! Hangimizin karşısına çıkarsa, buyursun alsın! Ben de kendime mani olmam. Bunu bağıra bağıra da söylerim!
Aman şimdi yanınızda gördükleri ilk adamla yazmasınlar sizi “Ajda yeni bir aşka yelken açıyor” diye!
- Evet Melike, bu yüzden artık hiçbir yere gidemiyorum. Normal arkadaşlarımla bile gidemiyorum. Hep iş toplantılarından çıkarken görüyorlar beni. Çünkü yanımdaki bir tek kişinin daha yanlış tasvir edilmesini istemiyorum. Bunların hepsi biz kadınlara yazılıyor, adama bir şey yazılmıyor. Kadın olmak gerçekten çok zor.
Şöhret kavramının, sizi tanıyan ya da tanımayan herkese arkanızdan -iyi ya da kötü- konuşmasına müsaade eden bir niteliği var. Bununla nasıl başa çıkıyorsunuz? Herkesin ama herkesin sizinle ilgili bir fikri olması çok çılgınca gelmiyor mu kulağa?
- Madem böyle bir durum var, bunu iyi taşıyabilmek lazım. Bu bir misyonerlik, bunun bir onuru var. Sevilmek kadar güzel hiçbir duygu yok. Çünkü sevilmek zor... Sevilmek, sevmek ve bunu taşıyabilmek çok özveri istiyor. Bu bir dezavantajsa eğer, ben bunu avantaja çevirdim.
Nasıl yani?
- Madem bunu ikili ilişkilerde yakalayamadım, dedim ki ben bunu toplumsal ilişkilerde en güzel şekilde yaparım, sevilirim de... Bunun tatmini ve huzuru içinde yaşarım. Eğer ben bunu verebiliyorsam, alabiliyorsam ve bunu paylaşabiliyorsam bundan daha fazla mutluluk nasıl olabilir?
İNSANIN EN BÜYÜK DOSTU KENDİSİDİR
Merak ederim, size “Ajda Pekkan” çerçevesinden bakmayan, “Evet, bu arkadaş benim kanımdır, canımdır” dediğiniz dostunuz var mıdır? Büyük şöhretlerin etrafında “gerçek dost” bulmak çok zordur ya hani, sizde durum nedir?
- Hiç bağnaz kafalı bir insan değilim ama biliyorum ki bizi yaratan, bütün canlıları yaratan, tüm bu güzellikleri sunan çok yüce bir varlık var. O yüce Tanrı, Allah; -hepimizin kendi tanımlamasına göre farklı tabii- işte onunla benim en büyük iletişimim. Çünkü hayatta başka kimse yok aslında. Var ama “yok”... ınsanın en büyük dostu kendisidir. Arkadaşları vardır, ahbapları vardır, iş için olması gereken insanlar vardır, çok eskiden bugüne her şeyi paylaştığı dostları vardır ama her an beraber olmanız mümkün değildir. Sürekli birlikte yaşarsanız, zaten mecbursunuz iyi günde de, kötü günde de beraber olmaya. Bu kadar uzak ara dostluklar ve birliktelikler ancak insana taşıyabileceği kadarıyla mutluluk ve haz veriyor. Yalnızlık duygusunu yok ediyor ama dost dediğiniz çok, çok derin ve başka açılımları olan bir kavram. “Hiç dostum yok” gibi bir ifade kullanmak istemem ama “dostlarım var” diye de kimseyi kendime borçlandırmak istemem. Çünkü bunun faizi çok yüksektir ve ödeyemem. Aslına bakarsanız, ben çok çekingen bir insanımdır, kimseye yük olmak istemem. Yük olmayacağım da. Dost, insana bir yük getiriyor. Benimle sabahtan akşama birlikte yaşamadıkça beni nasıl anlasın? Bugüne kadar geçirdiğim evrelerin neresinden başlasın da dostum olsun? ışte o kadar komplike bir durum var ortada. Senin adına biri bir şey dediği zaman, “yok canım, o öyle değildir” diyecek kadar yakındırlar hayatıma... ışte öyle...
HİÇBİR ZAMAN KOKOŞ OLMADIM
Tecrübeniz, hisleriniz bu saatten sonra başarısız olmaya imkan vermez ama “Ben başarısız olmaktan korkuyorum” der misiniz hiç?
- Sana bir şey söyleyeyim mi, bazen her şeyin bittiğini zannettiğim zamanlar olmuştur. Yemin ediyorum... Bir bakıyorum hani dibe vurmak dediğimiz durum vardır ya, en dibine kadar gidersin, sonra topuklarınla vurup tekrar suyun yüzeyine çıkarsın, onun gibi durumlar yaşıyorum. Ben de anlamıyorum, gerçekten. ılahi bir şeyler oluyor. Evet, ben bir kere çok itikatlıyım. Bilmiyorum, ondan mı...
“Ben kendime objektif bakabilirim” diyebiliyor musunuz?
- Ben beğendiysem, başkasının beğenmesi ya da beğenmesi beni alakadar etmiyor. Bir iş benim ruhumu yansıtmışsa ve ben kendimi kendi gördüğüm gibi algılıyorsam tamamdır. Ben hiçbir zaman kokoş ve koket bir kadın olmadım rol model olarak. Ama sahnelerde repertuvarıma göre mini eteğimi de giydim, ayağım kırıldı UGG da giydim. Hep kendime bir şeyler yaptım. Kimi eleştirileri duyduğumda gülüyorum, çünkü bu eleştirileri yapanlar hesapta vizyonu olan insanlar olarak varlar cemiyette ya da medyada... Bu işin ne yaşı var, ne de senesi. Sen neysen osun. Dedim ya, sen kendini nerede görüyorsan, insanlar da seni orada görür. Ben kendime yakışan her şeyi yaparım. Bugün bir Vivienne Westwood’a bakın, bir Donna Karan’a bakın, bir Diane Von Furstenberg’e bakın...
HAYATIMDAKİ SOSYAL İLİŞKİLER İSTANBUL TRAFİĞİNE BENZİYOR
Kendinize karşı objektif olamadığınızda “Ajda, bu kötü” olmuş diyeniniz var mı? Sözüne, bakışına güvendiğiniz biri mesela... Daha doğrusu şöyle sorayım; hayal kırıklığına uğramayacağınızı bilerek sırtınızı rahatça yaslayabildiğiniz biri var mı?
- Sosyal hayatımdaki ilişkilerimi İstanbul trafiğine benzetiyorum. Hiç kimseye çarpmamak için ve hiç kimsenin bana çarpmaması için dikkat ediyorum. Beni pilot olarak düşünün, sürekli ön tarafı izlerim. Önümdeki arabaya mesafe koyarım. Olur da durur... Olur da lastiği patlar... Bu, her türlü hava şartlarında geçerli. En çok da arkamdaki arabadan korkarım. Çünkü arkadaki araba duramıyorsa, bana zarar verir. Artı, eğer ben hoşlanmadığım bir ortam içindeysem, sürekli dikiz aynasından kontrol ederim. Sonra da sinyalimi verir ve nereye sapacaksam saparım. Arabaların önünden dolaşıp gitmem. Araçların arkasında kalırım ve yavaşça nereye kıvrılacaksam süzülür giderim. Nereye gittiğim de belli olmaz. Trafikte de, sosyal yaşamda da hiyerarşik düzene çok dikkat ederim. O yüzden insanlar hakkında herhangi bir yanılgıya düşmemek için çok dikkat ederim. Çünkü çok sevecen, çok verici bir insanım. Mesela bin kere iyilik, bir kere bir hata yapsın karşımdaki, çok kırılırım. O zaman kendime zarar veririm. ışte bu yüzden ne o kadar yaklaşmak istiyorum ne de çok uzaklaşmak. Böyle olmak güzel...
İNSANLAR UKALA OLMAMI BEKLİYOR
Ajda Pekkan sinirlenince ne olur?
- Genelde çok yumuşak bir insanımdır ama o sevecenliğim, duygusallığım ve zekamı karıştırdıkları zaman vahşileşiyorum, canavarlaşıyorum. Sanırım benden sakinlik beklemiyorlar. Daha “Ajda Pekkan” gibi davranmamı bekliyorlar. Artık o da ne demekse! şöhretle mi ilgili bilmiyorum ama ben her zaman “normal” bir insan gibi davranmayı seviyorum ve öyle yapıyorum. Başka bir insan hüviyetine bürünemiyorum. Sahnede zaten oynuyorum, bu yeterli. Oynuyorum derken, zaten orada yapmam gerekeni yapıyorum. şarkıların ifadelerine göre giyimim, duruşum, insanlara bakışım şekil alıyor ama orası sahne. Sahne bitince o ruhu kapının önünde atıp kendi ruhuma, kendi benliğime dönüp öyle yaşıyorum. Dışarıdan insanlar ukala ya da daha seçici olmamı, kapris yapmamı bekliyor. Bunlar olmayınca da garipsiyorlar. Eh, tevazuumla zekam arasında bağlantı kuramayıp beni ezmeye kalktıkları zaman da bir daha beni göremiyorlar. ınsanlar bunu bana hissettirmediklerini sansalar bile hissediyorum, algılarım çok fazla. Tüm o negatiflikleri alıyorum işin kötü tarafı. Zaten zaman zaman psikoterapiste gitmem lazım, çünkü gittiğim tatillerde keyif almıyorum. Bütün pozitif ya da negatif enerjileri -ki çoğunlukla da negatif oluyor-, bavul gibi kafamda götürüyorum. Yanımda taşıdığım için bir işe yaramıyor tatile gitmem. Bir tek iki hafta önceki kar tatili beni arındırdı. Onun haricinde nereye gitsem batıyor. “Koş git işin var” diyorum kendime, zaten sürekli telefonlar elimde... Ne işe yarıyor ki tatil o zaman? O enerjileri bir biçimde boşaltmam lazım!