Arzuladığı kadınların listesi kasasındaydı

Güncelleme Tarihi:

Arzuladığı kadınların listesi kasasındaydı
Oluşturulma Tarihi: Haziran 15, 2005 01:51

Bir döbenin ünlü mankeni, Ercan Arıklı'nın sevgilisi Çağla Kurtuluş anlatıyor: "Ercan, arzuladığı kadınların bir listesini tutardı. Ben de ikinci sıradaydım."

Arda Uskan’ın kaleme aldığı ‘Güle Güle Bebeğim/Hayatın Pimini Çeken Adam: Ercan Arıklı’ adlı kitap, Doğan Kitapçılık tarafından bugün piyasaya veriliyor.  İşte ‘dergiciliğin duayeni’ olarak anılan Ercan Arıklı’nın sırlarından biri: Meğer Ercan Arıklı, beraber olmayı düşündüğü kadınların bir listesini yapar, kasasında saklarmış.

Arda Uskan’ın hazırladığı kitapta, Ercan Arıklı’nın beraber olduğu kadınlardan sadece ikisi, muhtemelen son derece haklı gerekçelerle bilinen isimleriyle anılmıyor. İlki, ünlü bir sinema oyuncusu, ikincisi ve son sevgilisi ise yine ünlü bir tiyatro oyuncusu. Verilen ipuçlarından kim olduklarını anlamak mümkün elbette ama işin o tarafı bizi ilgilendirmiyor. Çünkü daha ilginç ve çarpıcı olan bir başka gerçek var: Hem Ercan Arıklı’nın yakın dostu Dr. Adil Özkol’un, hem de sevgilisi Çağla Kurtuluş’un onayladığı bir liste söz konusu. Meğerse Ercan Arıklı, beraber olduğu ve beraber olmayı düşündüğü kadınların bir listesini yapar ve kasasında saklarmış. İsterseniz, bu listenin hikayesini Çağla Kurtuluş’tan dinleyelim...

- O tanışma gerçekten bir rastlantı mıydı?

Tabii... O gece öyle... Ama o benimle tanışmayı çok önceden aklına koymuş. Zaten listesinde ikinci sıradaymışım...

- Ne listesi bu?

...

- Sözünü ettiğiniz listeyi size gösterdi mi?

Bir gece yemek yerken bahsetmişti. Sonra çok ısrar edince gösterdi.

- Nasıl bir liste bu?

‘Mutlaka tanımam gereken kadınların listesi’ demişti...

- Siz de var mıydınız o listede?

Listeyi ilk yapmaya başladığı zaman yazmış beni. Daha tanışmadan önce... Ben iki numaradaymışım.

- Bir numarada kim vardı?

Üstünü çizmiş. Okunmuyordu. Herhalde onunla tanışmış olmalı. ‘Kaç senesinde beni oraya koydun?’ diye sormuştum. Uzun zamandır tutuyor olmalı. Çünkü kalemlerin mürekkepleri zaman zaman değişiyor. Belli ki eklemeler yapılmış. Dedim ki, ‘Peki arkadakileri ne zaman tanıyacaksın?’ ‘Ee bir gün tanırız’ demişti. Çok gülmüştük.

- Sizin altınızda da isimler vardı yani...

Tabii... Ben ilk söylediği zaman inanmamıştım. Şaka yapıyor sandım. Sonra ‘İlk defa sana gösteriyorum’ diye gösterdi. Kasasında saklıyormuş. Önce çok güldük, sonra birinin eline geçmesin diye ‘Yırt at bunu’ dedim. Sonra ne yaptı, yırttı mı yırtmadı mı bilmiyorum...

***

Ercan o listeyi yırtmamıştı... Yıllar sonra Adil Özkol da aynı listenin son halini görünce oldukça şaşırmış ve aynı tavsiyede bulunmuştu: ‘Ercan Bey, yok edin bu listeyi...’

Arda Uskan’ın karısı ‘iş’ kazasından nasıl kurtuldu

1980 yılının eylül ayıydı. Milliyet gazetesinden ayrılmış, yurtdışındaki serserilik stajımı tamamlamış reklamcılık yapmaya çalışıyorum.

Tek kanallı TRT’ye topu topu bir reklam filmi çekmişim. ‘Merbolin tek katta örter’ diye sloganı olan bir boya reklamı. Dáhiyane fikrim de şu: Boş bir odada duvarları boyayan boyacı, dönüp ekranı da boyayacak.

Ekran simsiyah olunca ‘Merbolin tek katta örter’ yazısı çıkacak. Ama Merbolin, kameranın önüne koyduğumuz camı tek katta örtmemiş.

Bir başka marka boya alıp örttürmüşüz. Reklamcılıktaki tek geçmişim yarım dakikalık bu film. Ve işte o günlerde geldi Hıncal’ın telefonu... Ben bir saat içinde, nefes nefese Şafak Sokak’taki ünlü binada aldım soluğu. Gelişim Yayınları ve Ercan Arıklı’yla ilk tanışmamdı. Hıncal yeni çıkaracağı Erkekçe dergisinin reklam filmini çekmemi istedi.

Ercan Bey pek konuşmadı. İlk görüşmemiz kısa sürdü. Birkaç gün sonra bu konuda bir senaryo getireceğimi söyleyip ayrıldım.

Bu uzun boylu, son derece kibar ve şık patronun gözünde, ‘kılık kıyafet köpeklere ziyafet’ durumumla pek iyi bir izlenim bırakmadığımı düşünmüştüm. Yanıldığımı bir süre sonra anlayacaktım.

Bir iki gün sonra gerçekleşen ikinci buluşmamız yeterince şaşkınlık vericiydi. Hıncal, yazdığım, ‘Erkekçe yaşayan Erkekçe okur’ sloganını beğenmiş, senaryomu da kabul etmişti.

Reklamda oynayacak kızı seçmeye gelmişti sıra. Bu kez Cağaloğlu’nda Erkekçe’nin hazırlandığı büroda buluştuk. Geniş bir salonun duvarlarında çeşitli kast ajanslarında çalışan mankenlerin, fotomodellerin resimlerini içeren posterler asılmış.

Güya yönetmen benim, ama Hıncal ile Ercan Bey oynayacak kızı seçmek için inanılmaz bir çaba gösteriyorlar. Fotoğraflara bakarak önden yürüyorlar.

Kıkır kıkır gülerek kızlar hakkında yorumlarda bulunuyorlar.

‘Şu kızın göğüsleri nefis, bunun poposu çok güzel’ türünden nezih saptamalar yapmaktalar. Ortada garip bir durum var. Çünkü birkaç dakika sonra bakacakları sarışın kadın benim eşim.

‘Aman abi’ dedim telaşla... ‘Şu kızı atlayıp geçin, ne söyleyecekseniz ondan sonra devam edersiniz. O benim karım!’

Güher Pekinel’den açıklama

Olay hem gerçek dışı hem de kasıtlıdır

1Yargıya intikal etmiş konuları saptırma ve basın yoluyla yargı kararını etkileme teşebbüsü ve kastı vardır. Bu suçtur.(Çünkü karar kısa bir süre içinde açıklanacaktır.)

2Verilen haber ve bilgiler tamamen gerçek dışı olup kişilik haklarıma ve sanatsal kimliğime tecavüz söz konusudur. Doğru olmayan haberlerin basın yoluyla yayını kişilik haklarımının ihlali mahiyetindedir ve bu da suçtur.

3Sanatçı olarak yıllarca büyük emekle yurt içinde ve dışında oluşturduğum kimlik ve kişiliğin bu şekilde ağır darbe görmesi kariyerim açısından da kapatılmayacak kayıplar oluşturmuştur. Buna maalesef hiç suçu olmayan kardeşim de, Pekinel ismini taşıdığı için dahil olmuştur. Bu da onun kişisel haklarına tecavüzdür.

Dört senedir sürdürdüğüm bu anlamsız savaşın önemli detaylarını şimdiye kadar hiçbir etik anlayışıma sığmadığı için üç kez kazanmama rağmen açıklamadım. Gerektiğinde karar sonrasında bu açıklamaları yapacağım. Beni buna iten ve beni araç olarak kullanarak kendi promosyonunu yapan kişilere karşı bundan sonra yasal yollarla da sonuna kadar mücadele edeceğim. Hukuk ve insan haklarına olan inancımı hiçbir zaman yitirmedim ve yitirmeyeceğim.

Prof. Doğramacı’ya poposunu ödünç veren gazeteci kimdi

Nokta’nın en çok konuşulan kapaklarından birine de YÖK Başkanı İhsan Doğramacı konuk olmuştu. YÖK’ün dördüncü yılıydı ve kurum ağır eleştirilere hedef oluyordu. Haber toplantısında bu konu açıldı ve YÖK’teki olumsuzlukları gözler önüne seren bir kapak yapmaya karar verdik. Toplantıda bu konu konuşulurken, Salih Memecan, her zamanki gibi elindeki kocaman deftere bir şeyler karalıyordu.

Çizdiği karikatürler, desenler, hep o an konuşulanlar üzerineydi. YÖK konusunun nasıl işleneceği hakkındaki tüm detaylar konuşulup, toplantı bittiğinde, Salih yanıma gelip çizdiği bir karikatürü gösterdi ve ‘Kapağı böyle yapalım mı?’ dedi... Elindeki karikatür eskizine bakınca dondum kaldım. ‘Nasıl yani?’ dedim şaşkınlıkla... ‘Dört ayrı fotoğraf çekeriz, üst üste montajlarız’ dedi. Gerçekleştirmek istediği eskizde, İhsan Doğramacı, İstanbul Üniversitesi’nin üzerine oturmuştu. Pantolonunu yere kadar indirmişti, külotunu sıyırmış, poposu ortadaydı. Oturduğu üniversite binası bir alafranga tuvalet gibi görünüyordu ve İhsan Doğramacı onun üzerine büyük aptesini yapıyordu.

***

Salih hemen çalışmaya başladı. Önce üniversitenin bir fotoğrafını buldu, sonra fona yerleştireceği bulut resimlerini... İhsan Doğramacı’nın kafasını, kep giyerken eğilmiş olarak çekilmiş bir diasından çıkardı. Sıra işin en güç kısmına gelmişti... Kapaktaki YÖK başkanının poposu kime ait olacaktı?

Ruşen Çakır’ın direnmesi fayda etmedi. Derginin genç muhabirlerinden biriydi, yüzünün görünmeyeceğine ikna olunca, Salih’le birlikte stüdyonun yolunu tuttu ve bir kütüğün üzerine oturarak o meşhur fotoğrafı çektirdi.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!