Güncelleme Tarihi:
“Miras” (Inheritance) filmi için Antalya’da düzenlenen söyleşi oldukça kalabalıktı. İnsanların filme ve size olan ilgisini nasıl buldunuz?
- Aslına bakarsanız ilginçti. Derin çözümlemeler yaptılar. Bu, filmi anlattığım üçüncü seferdi. İnsan filmi bir kere yapıp da anlattığında artık onun çok uzağında hissediyor kendini. Mesela bana söyleşide bir izleyici “Ailenin yaşadığı metaforu, İsrail ve Filistin arasında yaşananlara benzettim” dedi ki doğruydu. Derinlerde bir yerde bu durumu ben de düşünmüştüm.
Festivaldeki rakiplerinizin filmlerini görme şansınız oldu mu?
- Programım o kadar dolu ki, film hakkında konuşup hemen diğer bir ülkeye geçmem gerekiyor...
“Miras”ın yönetmenliğini de üstlendiniz. Bir festivale yönetmen olarak katılmak, nasıl bir duygu?
- Oyuncuyken sadece size verilen karakteri canlandırıyorsunuz. Ama yönetmen olarak filmi izlediğinizde ve yorumları duyduğunuzda, daha derin bir bağlantı kurduğunuzu fark ediyorsunuz. Ayrıca yönetmenseniz, kendi hikâyenizin arkasında durabiliyor, savunabiliyor ve anlatabiliyorsunuz.
HENÜZ KÖTÜ BİR ELEŞTİRİ ALMADIM
25 yıldır ülkenizden uzaktasınız. Artık Avrupa’da yaşayan biri olarak, İsrail’de geçen bir hikâyeyi anlatmak ne kadar kolay? Ya da şöyle sorayım; Avrupa’da yaşarken böyle hikâyeleri yansıtabilmek ne kadar zor?
- Bunun o ya da bu diye kesin bir yolu yok. Hayat sizin yolculuğunuz ve sizi nereye götürürse oraya gidiyorsunuz. Senaryoyu yeniden ele alırken, hikâyeyi daha da kişiselleştirme şansı buldum. İstediğim, orada büyürken yaşadıklarımı hikâyenin içinde görebilmekti.
Artık orada yaşamadığınız için İsrailli ya da Filistinli yönetmenler sizin bakış açınıza karşı çıkabilir...
- Henüz kötü bir eleştiri almadım ama “Bu filmi neden yaptınız, bu insanlarla iletişiminizi sağlayan şey nedir?” soruları yöneltildi. Bu sorular, orada yaşanan gerçekler karşısında benim de bir yabancı olduğumu düşündürdü. Bu insanların hayatında 25 yıl olmayınca, farklı bir bakış açısı kazanıyorsunuz. Ardından şu sorular geldi; “Bu filmi halkınız için mi yaptınız, yoksa daha fazla kişi izlesin diye mi?” Yanıtım ise şu oldu: Ben film yaptım, çünkü filmyapmaya ihtiyacım vardı. Sonunda ortaya bir sanat eseri çıkacağı için bir film yapmak istedim.
FİLMDE KENDİ KIZLARIM OYNADI
Yönetmenlik yapmaktan keyif aldınız mı?
- Evet, çok eğlendim. Filmde de Arap oyuncuların en iyileriyle çalıştım. Hepsi beklentimin ötesindeydi. Zaten filmde kızlarımı canlandıran oyuncular da benim gerçek hayattaki kızlarımdı.
Öyle mi?
- Evet. Büyük kızım Mona, daha önce de oyunculuk yapmıştı. Ama Lina ilk kez bu filmle oyunculuğu denedi. Babaları da oyuncu zaten. Ama o filmde rol almadı.
Kızlarınız filmde rol almayı nasıl kabul etti?
- Önce senaryoyu okumak istediler ve okuduklarında da beğendiler. Hatta küçük kızım “Bu rolü benim için yazmışsın” dedi.
Sette onlar için anne miydiniz yoksa yönetmen mi?
- Sette aileye yer yok. Yönetmenlik öncelikli işimdi. Hatta bana “Anne” diye hitap ettiklerinde “Ben sizin anneniz değilim” diyordum, bakmıyordum. “Hiam” dediklerinde bakıyordum.
YÖNETMENLİĞE DEVAM
Bu filmde sizi en çok zorlayan şey neydi?
- Yönetmek... Yönetmenlik yapmak güzel olduğu kadar zordu. Çok fazla oyuncuyu yönetmek ve tüm detaylara hakim olmak durumundaydım. Filmdeki düğün sahnesini kesintisiz, tek çekim yaptım mesela. O sahnenin yakın çekimlerini alırken de tüm planın kronolojisini hatırlamam gerekiyordu.
Yönetmenlik yapmaya devam edecek misiniz?
- Evet, oyunculukla yönetmenliği birlikte götürmek istiyorum.
ÜLKENİZDE ÇOK YETENEKLİ KİŞİLER YAŞIYOR
Filmde evin kızı evlenip balayına İstanbul’a gidiyor. İstanbul’da geçen ikinci bir film çekecek misiniz?
- Faruk’tan (Özerten) haber bekliyorum... Gerçi “İstanbul’da d
dizilerde oynayabilirsin” diyor ama bir teklif yok henüz. Ancak İstanbul’a tekrar geleceğimden eminim, çünkü ses mühendisi Ulaş Ağce’nin başarısı beni tatmin etti. İstediğimin de ötesinde bir iş çıkardı. Ülkenizde çok yetenekli kişilerin yaşadığınızı düşünüyorum.
Türk sinemasını takip ediyor musunuz?
- Fransa’ya gelen tüm Türk filmlerini izliyorum ama isim isim sayamam.