Oluşturulma Tarihi: Mart 28, 2004 00:00
Sabah yüzümü yıkarken aynadaki gözaltları torbalanmış, kırışık suratlı ve kırık burunlu adama bezginlikle baktım. Artık ondan sıkılmıştım. Sadece ondan değil, her şeyden sıkılmıştım. Aynı odada uyanıp, aynı tuvalette yüz yıkayıp, aynada aynı suratı seyredip, aynı ocakta çay pişirerek aynı güne başlamaktan gına gelmişti. Bütün günüm de hep aynı işleri yapıp, aynı kişileri görüp, aynı lafları konuşmakla geçiyordu zaten. Salının cumadan farkı yoktu. Hangi ayda ya da hangi yılda olduğu benim için fark etmiyordu artık. Belki de sizler gibi...*Gazetelerimi almak için caddeye çıktım. Büfeci Salih her zamanki gibi günlük sigaralarımı ve gazetelerimi hazırlamıştı.‘‘Artık Malboro layt istemiyorum. Sen bana uzun Maltepe ver. Bunların yerine de Akşam, Takvim ve Star gazetelerini istiyorum’’ dedim. Salih yıllardır ilk kez,‘‘Ne olacak bu memleketin hali be abi?’’ diyemedi. Hiç konuşmadan istediklerimi çıkarıp verdi. Suratındaki şaşkınlığı görmezden geldim.Dönüşte eczaneye uğrayıp sarı saç boyası aldım. Eve gelince banyoya gidip önce 48 yıllık bıyıklarımı kestim. Sonra da kafamda bana sadık kalıp dökülmemiş olan saçlarımı sarıya boyadım. Aynaya bakarken aybaşında maaş alınca gözlerim için de mavi lens almaya karar verdim. İnatçı göğüs kıllarım boya tutmadı, ben de onları jiletle kazıdım.Karyolayı söküp mutfakta yeniden kurmak çok vaktimi aldı. Çok yorulmuş, dilim damağıma yapışmıştı. Canım yine demli bir çay çekti. Hemen bir neskafe pişirip içtim, artık çaya paydos! Bundan böyle yatak odasında değil, mutfakta yatacaktım. Uyurken çarpmayayım diye tezgáhtaki tencere ve tavaları da yatak odasına taşıdım. Sonra kapıcı Yusuf'a boya aldırıp bej ve açık mavi olan evimin duvarlarını mor ve sarıya boyadım. Boya faslı üç günde bitti ama ben de bittim. Belim, bıkınım tutmaz oldu. Gidip mutfaktaki karyolama yattım. Mutfakta yatmanın bazı yararları varmış meğerse. Rakınızı doldurmak ya da gece yarısı su içmek için sıcacık yatağınızdan kalkıp koridora geçerek mutfağa gitmek zorunda kalmıyorsunuz.*Sokağa çıkmak için giyindim. Sonra vazgeçip soyundum. Çünkü, giydiklerim yıllardır giydiklerimdi. Onların yerine oğlumun dağcı Mahruki elbiselerine benzeyen içi müflonlu haşır huşur sentetik pantolon ve anoraklarını sırtıma geçirip sokağa çıktım ve yanımdan geçen ilk kadına,‘‘Yesinler seni yavruuum!’’ diye laf attım. Kadın zınk diye durup bana baktı. Yaşı bana yakındı. Üstelik tesüttürlüydü de.‘‘Sen ne dedin?’’‘‘Yesinler seni yavrum dedim.’’‘‘Ağzında doğru dürüst diş kalmamış. Bu protezinle beni mi yiyeceksin moruk?’’‘‘Kusura bakmayın hanımefendi, ben yaşamımda büyük bir değişiklik yapıyorum. Ömrümde kimseye laf atmadımdı. Değişiklik icabı bir hatuna laf atayım dedim, o da size rastladı. Aslında vallahi kötü bir niyetim yoktu.’’Yaşlıca hanım yüzüme öfkeyle bakarken birden gülmeye başladı.‘‘Hayatında değişiklik istiyorsan, önce niyetini değiştir avanak’’ deyip yürüdü gitti. Yürürken geniş kalçalarını hafifçe sallıyor gibi geldi bana.*Kılık kıyafetime ve bıyıksız sarı suratıma bakan koruma görevlileri beni gazeteye sokmak istemediler. Ama yarım saate kalmadan onlara ben olduğumu ve yaşamımı değiştirdiğimi ispatlayıp zar zor içeriye girdim.Genel Yayın Yönetmeni'me,‘‘Ben bundan sonra bu gazetede karikatürcü ve yazar olarak çalışmıyorum. Artık ben bir foto muhabiriyim’’ dedim. İnandırıcı olmak için de yolda gelirken çektiğim sokak itleri ve kuş resimleriyle dolu
film rulosunu masasına koydum. Boynuma taktığım Milattan Önce imal edilmiş bir Kodak Retina 2 makinesine de iki şapşap attım. Böylece benim kamerası kendinden dahi bir gazete fotoğrafçısı olduğumu anlamasını sağladım. Yayın Yönetmenim,‘‘Ah ne iyi ettiniz de meslek değiştirdiniz. Bizim de tam bu sıralarda bir fotoğraf muhabirine ihtiyacımız vardı’’ dedi. Sonra odasından hızla çıkıp gitti.*Gazetenin barında barmen Fikret'in getirdiği rakıya bozulup,‘‘Sen benim rakıyı değiştirip votka içmeye başladığımı bilmiyor musun?’’ diye hırladım. Kanat'ı yakalayınca,‘‘Reymınd Çentlır, Deşyıl Hemıt'a beş basar!’’ dedim.Kanat delikanlı çocuk. Deşyıl Hemıt'ına laf kondurtmaz. ‘‘Teessüf ederim ağabey, hani sen de Deşyıl Hemıt'çıydın.’’‘‘Ohho, o eskidendi oğlum. Ben artık Reymınd Çentlır'ı tutuyorum’’ dedim. Bu iki adam da birer Amerikan dedektif romanı yazarıdır.‘‘Ama Çentlır sağcıdır.’’ Sağcı sözünü duyunca bizim
haber müdürü Reha'nın kulakları dikildi.‘‘Benim bildiğim Oğuz Ağabey sağcı hiçbir şeyi tutamaz!’’ dedi.‘‘Ben artık değiştim Reha. Marks da sağcının tekiydi ve hizmetçisine sulanıyordu.’’Reha bana küskün küskün baktı, rakı bardağını alıp başka bir masaya gitti. Ben de hiç oralı olmadım. Çünkü artık değişmiştim.*Eve gelip salon camlarının karşısında görünen manzaranın benim gibi değişmediğini görünce canım sıkıldı. Kız Kulesi ve Polat İnşaat'ın diktiği kule yine yerli yerinde duruyordu. Sarı renkli saçlarım, bıyıksız suratım, mutfaktaki karyolam ve sağcı olmak beni yeterince değiştirmemişti. Oysa ben yaşamımın kalan kısmını değişmiş olarak yaşamak istiyordum. Hemen ertesi günü yok pahasına dairemi sattım. Coğrafyamı da değiştirmeliydim.Gidip bir köyde yaşamaya başladım. Artık hem ben hem çevre değişikti. Müezzin bile ezanı Mecidiyeköy'de değişik okuyordu. Zaten onun hoparlörü bozuk olduğu için ezanın yarısından fazlası elektronik düdükler arasında duyulmuyordu. En büyük değişiklik olarak köydeki herkes mutluydu. Kimsenin çantası kapkaçlanmıyordu, kimsenin evi soyulmuyordu.
Trafik kazası bile olmuyordu. Çünkü, köyde kasabaya giden bir tek eski minibüs vardı. Onu da 20 yıllık şoför Hüsmen Dayı 40 kilometrelik hızla kullanıyordu. Minibüs zaten daha fazla gidemiyordu.Ama gözüm ister istemez bir gece köy kahvesindeki televizyona takıldı. Önce Tayyip Erdoğan, ardından Deniz Baykal göründü. Derken üç-beş adet trafik kazası izledim. Sonra devleti hortumlama haberleri başladı. Ardından da televizyon röportajcısı mikrofonu gözleri börtlemiş, sıskacık ve sefil giyimli birinin burnuna tuttu. Çünkü herifin suratı sırf burun ve bıyıktı. Adam,‘‘Hükümet uyuyo muuu, ben bu asgari ücret inen 14 çocuğumu nasıl geçindiriceem?’’ diye ünülüyordu. *Eve gelip saçlarımı tekrar kahverengiye boyadım. Tıraş oldum ama bıyık kısmıma dokunmadım. Birkaç hafta içinde eski bıyıklarıma nasıl olsa kavuşurdum. Kendime bir çay demlerken,‘‘Bunları değiştirmeden sen hayatını değiştirmeyi nasıl becerebilirsin?’’ diye homurdanmaya başladım.Sabah, balkondaki kutuda sığırcık yavrularının yine cikcikleriyle uyandım. Verdiğim günlük yemlerine bu kez boşverip uçup gittiler. Çünkü, değişmişlerdi. Yavruluktan kuşluğa terfi etmişlerdi. Arkalarından uçmayı, yedinci kattan gözüm yemedi. Onlara,‘‘Ciyyuk!’’, yani ‘‘Sizin kadar bile olamadım’’ diye seslendim.
button