Güncelleme Tarihi:
1944’te doğdum, İngilizler’in sömürgesiydik. Sabahları okulumuzda İngiliz bayrağı çeker, “Yaşasın Kraliçe” derdik. Benim köyümde Rum yoktu, tamamen Türk köyüydü. Önce Rumların direnmeleri başladı. İngiltere, yüksek maaşlar vererek Türkler’den bazılarını İngiliz polisine aldı. Böylece Türkler’le Rumlar’ı karşı karşıya getirdi. Kıvılcım orada çaktı. Biz de başladık “Ya Taksim ya ölüm” diye direniş örnekleri vermeye. Lefkoşa’da ortaokulda öğrenciyim o zaman. Ben de katıldım o eylemlere. Menderes döneminde bizimle ilgilendiler. 1959’da Londra’da anlaşma imzalandı ve Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu. Bu anlaşma yapıldığında bizi Lefkoşa sokaklarında yine yürüttüler. Elimize bir yafta verilmişti üzerinde terazi vardı, bir tarafta para. Sattı bizi Türkiye anlamında.
İNÖNÜ’NÜN ÖNGÖRÜSÜ
Matematiği çok sevdiğim için İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’nde matematik bölümüne girdim. İkinci senemde Kıbrıs’ta olaylar başladı. Ankara, İstanbul’da okuyan Kıbrıslı öğrenciler canlandı. “Türkiye, Kıbrıs’a” diye mitingler yapmaya başladık. İnönü’ye telgraf çektik, “Paşam çizmeleri giy, Kıbrıs’ı al”. O da hemen cevap verdi, “Sevgili çocuklarım çizmelerimi giyerim, Kıbrıs’ı alırım ama unutmayın biz inat bir ulusuz girdiğimiz yerden çıkmayız. Ambargolara hazır değiliz. En az 10 sene bekleyeceksiniz.” Yıl 1964’tü, hakikaten 10 sene sonra 1974’te çıkarma oldu. Demek, İnönü’nün bir öngörüsü vardı. Olaylar arttıkça artıyordu. “Siz çıkmazsanız bizi çıkarın Kıbrıs’a” diyorduk. Sonra 500 kadar Kıbrıslı öğrenci, 20 otobüse doluşup, Antalya’ya gittik. Bir dükkanın camlarını kırıp av tüfeklerini aldık. Limandaki bekçinin tabancasına el koyduk. Denizde kömür yüklü bir gemi vardı, sandallarla çıktık. Ama gemiyi Kıbrıs’a götürecek kimse yok aramızda! Sabah Antalya valisi geldi, bizi otobüslere bindirip geri gönderdi. Biz böyle yapınca önce bizi İstanbul’da eğittiler. Sonra Ankara’da Zir Köyü var, Ergenekon’un mühimmatlarının bulunduğu yer orada Kore’de görev yapmış emekli subaylar tarafından eğitildik. . Bizi bir hücumbotla Erenköy’e çıkardılar. Hücumbota binmeden önce üzerimizde bizi tanıttıracak evrakları denize attırdılar. Ben orada bir hata yaptım, günlüğümü de çöpe attım.
İZMİR’İN RÖVANŞI
Geceleyin Erenköy’e çıktık. Bizi köylere, araziye dağıttılar. İlk çatışmalarda hepimiz korkuyorduk. Barış zamanında kabadayı, güreşçi olanlar korkak çıktı. Okuyan, sanatla ilgilenen bazı çelimsiz tipler de çok cesurlardı. Çatışmalar giderek yoğunlaştı ve Rumlar büyük bir saldırıya geçtiler. Erenköy’de iki Türk subayın emriyle geri çekildik. Sabaha yakın bir tepeye çıkarken kendimi havada buldum. Rumlar bizi görünce bubi tuzağı bırakıp çekilmiş. Arkadaşımız Fevait şehit düştü, benim de bileğimden kan fışkırıyordu. Bir baktım o masmavi denize: “Yazık 19’umda gidiyom...” Sonra arkadaş bize yardım etti, dağları aşarak köye indik. Doktor köyde ilk müdahaleyi yaptı. Bir yandan havan topları yağdırıyordu Rumlar. Moralimiz bozuldu. Artık inandık ki Rumlar bizi denize dökecek. Hep gökyüzüne bakıyoruz, nerede kaldı uçaklar diye. “Vallahi Yunanistan, İzmir’in rövanşını burada alacak” diyorduk. Tam Rumlar, artık mevzilerimizi yarıp köye girecekken uçaklar geldi!
BARIŞ
Rum yaralılarla dayanışma öyküsü
Elimde şarapnel parçası kalmıştı, onu çıkaracak doktor yoktu. Bana “Sen Lefkoşa’ya gidersin” dediler. Geldi İsveçli barış gücü askerleri, beni onların Reo’ya bindirdiler. Pirgo denen büyük Rum köyüne girdik. Hemen Rum askeri durdurdu bizi. Ben ağır yaralı pozu yapayım belki öldürmez beni diye düşündüm. Bir Rum, tuttu beni iki ayağımdan torba gibi çekti. Alıp kurşuna dizecek. Allah’tan uçaklarımız geldi yine. İsveç askerine “Hadi kaçalım” diyorum, “Olmaz” diyor. Neyse bu sefer onlar da getirdi yaralılarını attı kamyona. Ben de sevindim karışacağız şimdi diye. Yola çıktık mı hep beraber. Geldik Türk köyüne. İnin aşağı dediler Rumlara. Halledecekler hepsini. O Rumlar korkularından bize bakarlar... Önümüzde bir Rum köyü daha var; sonra yine Türk köyü... Dedik, “Arkadaşlar, almayın bunları. Alırsanız biz ne olacağık, Rum köyünden geçemeyiz...” Kurtardık bunları yine yol aldık. Sonra geldik Rum köyüne. Onlar indi pat pat aşağı. “Bunlar kim” dedi bir Rum asker. Arabadan inen Rum, “Onlar da bizden” dedi. Ertesi gün barış gücü helikopteri aldı bizi götürdü Lefkoşa’ya. Fakat o savaşı görünce, barış nedir anladım.
SİYASET
Milletvekilliği için soyadımı değiştirdim
Sosyal demokrat bir parti olan TKP’yi kuranlardan biri komşumdu, beni gelip buldular. Aday oldum o zaman. Soyadım Bostancıoğlu idi. Fakat herkes ‘Angolemli’ olarak tanıyordu. Aday olurken nüfusa gittik, soyadımızı değiştirdik. Angolem, bizim Taşpınar köyünün eski adı. 81’den 2005’e kadar milletvekili seçildim. 30 seneyi bulacak yani. Siyasete girdikten sonra kendimi daha çok çiftçi hayvancı kesimin sorunlarına verdim. Uzmanlaştıkça tadını da aldım. Seviliyorsunuz yav.
DEVLETİN İLANI
Kurmak için hazır değildik
Bir akşam çağırdılar bizi Rauf Denktaş Bey’in sarayına. Denktaş Bey, “Arkadaşlar yarın KKTC’yi kuruyoruz” dedi. Ertesi gün gittik Meclis’e. Hala daha kararsızdık. “Denktaş Bey yaş dala basmaz” diye bir söz var. Oylamadan önce imza sirküleri çıkardı, önce UBP’ye imzalattı. Kabul ediyorum falan. Dedik biz nasıl itiraz edeceğik? Bir baktık herkes imzalamış, solcular da... İmzaladık. O zaman hazır değildik, erken ilan edildi. Nitekim hala daha çekiyoruz. Altyapısı olmadan devlet kuruldu. Devletin ismine Türk konulmaması da konuşuldu. Denktaş Bey, “Kolordu, içine Türk komazsanız ne Mehmet savaşır ne de Anadolu kabul eder; Türk koyacaksınız!’ demiş” diye anlattı. Öyle KKTC oldu tabii.
KKTC EKONOMİSİ
Suçlu kim: Siz mi biz mi?
Nasıl askeri idare Türkiye’de sol hareketi biçtiyse TKP’ye de zararı oldu. Elçilikten bize mesaj geldi, “40 milletvekili birden Ankara’ya gidecekmişiz!” Bu daveti reddettik, dünyaya karşı ayıptır yav! İkinci davet geldi, “O zaman yarısı gelsin.” Kabul ettik. Önce bir başbakan yardımcısı, iskan bakanımızı azarladı. Sonra bizi Genelkurmay’a götürdüler. Bir subay çıktı, “Ekonomiyi mahvettiniz” diye de bizi haşladı. 74’te Ecevit, dedi ki, “Ey Kıbrıslılar, kooperatif kurun, KİT’lerle kalkının.” Anavatanı dinledik, KİT’leri kurduk. Derken Demirel geldi, “Böyle olmaz özelleştireceksiniz”. Onu dinledik, KİT’leri sattık fabrikaları söktük. Şimdi asker geldi, “İkisi de yanlış” diyor. Peki suçlu kim? Siz mi, biz mi?
VAROLUŞ MİTİNGLERİ
Erdoğan bize ‘besleme’ demeseydi miting o kadar kalabalık olmazdı
1986’da biz hükümet ortağı olduk. Özal geldi dedi ki, “Siz bankacılık ve turizmle uğraşın. Bizde her şey var.” Ortağımız kabul etti ama biz karşı çıkıp koalisyondan ayrıldık. Ne oldu sonra? Türkiye para bakımından kendine bağladı bizi. Yardımı kestiği an maaş ödeyemez hükümet. Bu toplumda maaş çekerek yaşayanların sayısı 70 bin civarında. Bir öğretmen emeklisi 3 bin lira civarı alır. Erdoğan Bey’in dediği gibi 10 bin alan yoktur. Erdoğan o ‘besleme’ sözüyle Kıbrıs Türk’ünün tepkisini aldı. Öyle söylemeseydi ikinci miting o kadar kalabalık olmazdı. Ben TKP’nin Genel Başkanıyken Tayyip Erdoğan ile görüştük. Annan Planı’nın hemen öncesiydi. “Sayın Başkan, Kıbrıs’a kimlikle girme hakkına çok eleştiri getiriyorsun” dedi bana. “Getireceğim Sayın Başbakan. Onlar gelir yerliler işsiz kalır, sirkatler (hırsızlık) başlar. Pasaport olsa bir denetimden geçerler” dedim. “Olabilir, gelecekler” dedi. Burada nüfusunu bilmeyen, kapıları ardına kadar açık bir ülke var. Sirkat, taciz yoktu bizde. Türkiye’den gelip buraya yerleşenler de şikayet eder bundan. Artık anavatan-yavruvatan duygusallığından vazgeçiyoruz. Kıbrıs, Türkiye’den 1 milyar 200 milyon civarında mal alır. Türkiye’ye sattığı 40 milyonu bulmaz. Kimdir burada karlı? Evet bize yardım eder ama alır onun karşılığını. O mitinge katılanların ortak paydası kendi evinin efendisi olmaktı. Merkez Bankamız yok. Polisimiz yok, itfaiyemiz gene yok. Bize değil, Türk askerine bağlıdır. Bu bize güvensizliktir. Polissiz hükümet olur mu? O mitinge katılanlar, dayatma ekonomik pakete de tepkiliydi. Türk askerinin çekilmesini isteyen, ‘TC defol’ pankartları bizim düşüncemiz değil. Bir mitinge her düşünceden insan gelir. Hem o bayrak, Rum bayrağı değil ki. Bizim ortak olduğumuz devletin bayrağıdır. Keşke o bayrağı ilk günden assaydık Türk bayrağının yanına. Ama bizi yönetenlerin kafasında var olan taksim politikasıydı. Hiç anlaşmak istemediler.
YENİ PARTİMİZ
Tokadı yiyince birleştik
Annan Planı ortaya çıktığında TKP Genel Başkanlığı’nı yeni almıştım. Seçimler de geliyordu. Biz de solu toplamak için bir Umbrella (şemsiye) partisi kurduk. Önceki başkanımız Mustafa Akıncı, “Yeni döneme yeni partiyle girelim” dedi. Neden yeni dönem? “Rumlar da evet diyecek!” Dedim, “Öyle bir durum görmedim ben. Bekle referandum bitsin, ondan sonra gerekirse TKP’yi kapatırız.” Burada anlaşamadık. Böylece kopma oldu. Fakat seçimde toplumdan tokatı yedik. Yine birleşip, Toplumcu Demokrasi Partisi (TDP) olduk. Genel Başkanımız Mehmet Çakıcı.