Güncelleme Tarihi:
Anneleri onları meslekten mesleğe giriyorlar sanıyor, ama onlar aslında haber program yapıyor!
Programa nasıl başladınız, dostluğunuz öncelere mi uzanıyor?
HAŞMET- Okulun ilk günü, zil çalar da koşup sıra kaparsın ya biz sıraları kaptığımızda Fatih'le yan yana düştük. İnsan genel kültür açısından nasıl güdümlenmişse, onu paylaşabileceği bir insan arıyor. Fatih o bakımdan çok yakındı. Haber Merkezi'nde birlikte çalışıyorduk. Ama programdaki kadar yoğun bir ilişkimiz yoktu.
Kaç gün çalışıyorsunuz program için?
FATİH- Haftanın en az altı günü. Yirmi saat ben, yirmi saat Haşmet montajda vakit geçiriyor. Sonra bültenler gitti mi, Haşmet anons sırasında ne giyeceksin, gömleğin ne renk, Mavi, sen sakın mavi giyme, Tamam giymiyorum, Yoo eyvah mavi ton giymişim, eve geri dönüyorum falan filan...
Bu hafta 37. program olacak. Peki ‘‘Sesler ve Renkler’’ nasıl çıktı ortaya, hem isim olarak, hem de içerik olarak?
FATİH- Programın ismini Nuri Çolakoğlu koydu, konsepti içinse çok fazla bir şey yapmamıza gerek yoktu çünkü ikimizin de zaten yaptığı haberler belli bir tarzdaydı. Biz haber yaparken mutlaka arka tarafına geçiyorduk olayların. Otobüs firmasının önünde anons yaparken o insanların bavullarına girmek istedim. Ne götürüyorlar yanlarında diye. Herkesin gittiği yoldan ana caddeden değil de hemen bir arka sokaktan gidiyoruz.
İlk günden bugüne neler değişti tarzınızda?
HAŞMET- İlk programa biz stüdyoda başladık. Kravat, ceket, takım filan konuşmaya başladık. Bu arada kapanış anonsunu nasıl yapacağımızı hiç konuşmamıştık. Ben Fatih'e yürü dedim, kamerayı da aldık ve şöyle bir mizansen yaptık. Binadan çıkıyoruz, kravatları çıkartıyoruz ‘‘Abi daraldım hiç bize göre değil bu, ne yapacağız şimdi atalım bunları’’ deyip kravatları atıyoruz. Ve o programdan sonra stüdyoya hiç girmedik.
Programınızın çizgisi NTV'nin yayın çizgisinden farklı, sonra çok gençsiniz, nasıl bakıyorlar orada size?
HAŞMET- Haber kanalı ama aralarda önemli life style'lar var. Sinema, moda, insanın dünyasını kuran öğelerin hepsi var. Yaşamın içinden olan insani öyküler ise bizde. Eğer NTV bir yemek mönüsüyse, ana mönüde her şey var, biz de yemeğin tatlısıyız.
Biz magazin yapıyoruz
Sonuçta siz magazin yapıyorsunuz ama o bildiğimiz akla ilk gelen değil de ‘‘gerçek magazin’’ yapıyorsunuz, ne demekse...
- Magazin kelimesi birçok önyargılı kelimeden biri. Magazin demek, tamam şimdi Sibel Can ya da Mahsun Kırmızıgül seyredeceğiz demek. Halbuki insanların ilgisini çeken ve daha derinlemesine görmek isteyecekleri bir çok şey magazin olabilir. Yaşamın içinden olan şey magazin aslında. İllaki skandallar, şöhretler demek değil, gündelik hayatın içerisindeki daha naif, daha sade yaşayan bir şeyi insanlara anlatmak.
Kesin kurallarınız var mı? Asla bunu yapmayacağız dediğiniz...
FATİH- Diğer magazin adı altında yapılan programlardaki şeylerin hiçbirisi bizde yapılmayacak. Söylenmemiş, sessiz anlaşmalarımız var aslında. Mesela meslekleri yapıyoruz, Haşmet dönerci oluyor, etin nereden alındığından nasıl yapıldığına birçok şeyi öğreniyoruz. Adam Samsun'dan gelmiş burada şerbetçilik yapıyor, cherry juice diye bağırıyor. Bunlar çok güzel şeyler, biz bunların peşindeyiz. Bir de çekime gittiğimizde çok içimize sinmiyorsa, bizi vurmuyorsa yapmıyoruz.
Sizi vuran ne oluyor?
FATİH- Beni şimdiye kadar en vuran haber Manisalı gençler oldu. Rüyalarınızda ne görüyorsunuz dedim. ‘‘Rüya mı kabus onlar’’ dedi. Bu laf takıldı kaldı aklıma.
Her programda denediğiniz farklı bir meslek var. Bir gün pazarcı bir gün davulcu... Nereden çıktı bu fikir?
FATİH- Aslında bu çok kişisel bir amaç. Okuduğum bir kitapta hayatın amacı bilmektir diyor ve hayattaki tek gerçek, dünyaya şahit olmaktır diyor. Beni anlatıyormuş gibi. Ben çocukluğumdan beri her şeyi merak ederim, sorarım. Mesleklere de merak buradan.
Hangi meslekleri denediniz bugüne kadar?
FATİH- İlk garsonluk yaptım, manken olup defileye çıktım, bir oyunda küçük bir rol aldım, stewart'lık yapıp uçtum. Fırıncılık yaptım, ekmek yaptık bu çok zevkliydi. Bütün fırıncılarla sonunda horon teptik. Şerbetçi, yorgancı, miço oldum. Beşiktaş Üsküdar motorlarında kahya oldum, para topladım.
HAŞMET- Arzuhalcilik yaptım ilk olarak. Gittik Sultanahmet'e birinin koltuğuna oturdum. İş bir yoğunlaştı, yetişemiyorum. Biz meslekleri biraz ucundan yapıyoruz, biraz da öğreniyoruz. Bu arada o kadar kalabalık ki adamların bana öğretecek hali yok. Önümde de iki kişi var sabıka kaydı yazmalıyım. Bir yandan yazıyorum, bir yandan da kendi işimi düşünüyorum. Kamera acaba çekebiliyor mu falan diye...
Mankenliği hiç sevmedim
Yaptığınız mesleklerden, en zor, en sıkıcı, en komik olanı... Böyle bir listeniz var mı?
FATİH- Stewart'lık zevkliydi ama sürekli yapılmaz. En sıkıcı, alışveriş merkezlerinde hayvan kılığına girip dolaşmaktı! Mankenliği hiç sevmedim. Davulculuk çok eğlenceliydi. Herkesi uyandırmak acayip zevkli. Bir gün önceden manileri aldık ama ezberleyemedik, davulların üzerine yazdık.
HAŞMET- Kameramanlık en ağır. Suculuk çok zordu, sabah altıda kalkıp işe başladık. Pazarcılıkta da sabah tezgahları filan kurmak çok zordu. Overlokçuluk ise en sıkıcı olanı.
Siz böyle kılıktan kılığa girerken tanıdıklarla karşılaşınca neler oluyor?
HAŞMET- Babam yaptığım her ağır meslekten sonra beni arayıp ‘‘Ne biçim iş bu televizyonculuk, belini sakatlayacaksın’’ diye söyleniyor. Bir gün pazarcı oldum liseden arkadaşımla karşılaştım, karısına ‘‘Aaa bu bizim liseden ya’’ diyor. Ben açıklama yapmak zorunda kalıyorum televizyoncuyum, kamera filan... Bir de bir gün sucu oldum. Ataköy'de oturuyorum, o civardayız. Paspal giyinmişim, kaptım kamyondan iki şişe su, o sırada bizim kapıcıyla karşılaştım. ‘‘Hayrola Haşmet Bey...’’dedi, bu zaten herkesin klasik sorusu.
Programa sizin hayatınızdan neler katılıyor? Sizde iyi aile çocuğu imajı var, nasıl yaşıyorsunuz?
FATİH- Aslında herhalde hakikaten ikimiz de iyi aile çocuğuyuz. Bir kere Ahu Tuğba röportajda ‘‘Aslında çok iyi eğitim aldım ama benim ruhum avam’’ demişti. Çok gülmüştük. O aklıma geldi şimdi.
Vıcık vıcık değiliz
Yaşlı insanlar falan seyredince mutlaka çok beğeniyorlardır. Temiz yüzlü iki çocuk buluyorlar karşılarında.
FATİH- İlk başlarda bizim hedeflemediğimiz hedef kitlemiz elli yaşın üzerindeydi. Sokakta görüp de canım canım deyip yanağımızı sıkanlar falan oluyordu.
Sizin hayatınız hep birarada geçiyor. Nasıl anlaşıyorsunuz?
FATİH- Saygılıyız birbirimize, vıcık vıcık değiliz. İş dışında bir şey yapmıyoruz çünkü her dakika karşımda Haşmet var, tamam seviyorum ama o kadar da değil.
HAŞMET- Program başlamadan önce de aramız iyiydi ama başlayınca imam nikahıyla evlenmiş olduk. Ben onun üzerine resmi nikahla bir daha evlendim. Bende insanları taklit etme hastalığı var. Şimdi çıkınca Fatih'e seni de taklit ederim. Fatih'in bir sürü hareketini yaptığımı farkettim.
Programda ikiniz arasındaki dengeler nasıl oluşuyor?
FATİH- Değişiyor. Bazen benimki çok daha duygusal ağırlıklı, daha vurucu. Haşmet'inkiler ise daha komik, daha enerjik.
HAŞMET- Hayatta paranoyaklık, endişe, şüpheler, sorgulamalar gibi bir sürü şey varsa, onları ben taşıyorum. Fatih de ‘‘Ya hayatı akışına bırak, gidiyor işte’’ der hep. Hayata biraz daha müdahaleciyimdir. Bu anonslarda kendini belli ediyor.
FATİH- Gerçi ben de artık daha müdahale eder oldum.
Sesler ve renkler...
Herkes ana caddeden gitmeye meraklı. Arka sokaklardan bihaber ya da ürkek... Görülecek ne varsa hepsi caddede, vitrinler hep renkli ve dolu. Alışverişe çıkanından malını satana kadar herkes, itiş kakış o caddede. Oysa tüm kendi halindelikler, tüm yaşanmış ama görülmemişler ve tüm o romanlara, filmlere konu olan meşhur ‘‘hikayeler’’ hep arka sokakta. Biraz cesaret, biraz da duyarlılık gösteren iki genç insan kameralarını, mikrofonlarını ve en çok da ruhlarını o sokağa soktular. Haşmet Topaloğlu ve Fatih Türkmenoğlu, NTV'nin önce sadece haber merkezinde çalışan ama mayıs ayından beri birbirlerinden ‘‘maalesef’’ ayrılamayan ikilisi. Pazar akşamları saat 21.30'de yayınlanan ‘‘Sesler ve Renkler’’ adlı programı hazırlıyor ve insanların yaşamlarına giriyorlar. Onlar arka sokağın çocukları... Bütün o kanlı-dramlı haberlerin, ‘‘Azzz Sonraaa’’ bombardımanının arasında, kendi hallerinde ‘‘gazetecilik’’ yapmaya çalışıyorlar. Onlarla röportaj yapmak zevkli ve kolay. Çok hızlı konuşuyorlar ama teyp alıyor mu almıyor mu dikkat ediyorlar, kayıt iyi olsun diye teybi konuşana çeviriyorlar, siz atlasanız bile onlar atlamıyorlar... Üstelik, sonradan kaseti deşifre edeceğime üzüldüklerinden az bile konuşuyorlar! Gazeteci gazetecinin derdinden anlıyor, vakit keyifli geçiyor.
KİM BUNLAR
Stewart'lık zevkliydi ama sürekli yapılmaz. En sıkıcı, alışveriş merkezlerinde hayvan kılığına girip dolaşmaktı! Mankenliği hiç sevmedim. Davulculuk çok eğlenceliydi. Herkesi uyandırmak acayip zevkli. Bir gün önceden manileri aldık ama ezberleyemedik, davullara yazdık.
Fatih Türkmenoğlu
1968 doğumlu, Boğaziçi Üniversitesi'nde Psikolojik Danışmanlık okuyor, ardından kalkıp New York'a İnsan Kaynakları Yönetimi ve İşletme Yüksek Lisansı yapmaya gidiyor. Geri döndüğünde karamsarlık had safhada. ‘‘Bir baltaya sap olamıyor’’ kalkıp Fransa'ya gidiyor. Üç ay sonra yine burada. Askerlik falan, ama o hala bilmiyor ne yapacağını. Bir gün yazdıklarını okuyan bir arkadaşı ‘‘Sen gazetecisin, gazeteci olsana’’ diyor. Sonra gazeteci oluyor.
Kameramanlık en ağır iş. Suculuk çok zordu, sabah altıda kalkıp işe başladık. Pazarcılıkta da sabah tezgahları filan kurmak çok zordu. Overlokçuluk ise en sıkıcı olanı.
Haşmet Topaloğlu
1967 doğumlu, kökeni Kilis'e uzanıyor. Hatta orada bir sokağı bile var! İstanbul Erkek Lisesi'nden aldığı Alman ekolüyle gidip işletme okumuş. Çok iyi taklit yapıyor. Üniversitede, bir Ali Kırca bir Mehmet Ali Birand... Bilmiyor ki yıllar sonra onlarla çalışacak. Sonra hayatının dörtte üçünü oluşturan kötünün iyilerinden birini daha seçiyor. Reklamcılık. Olmuyor. Yazılar yazmaya devam ediyor. İngilizce bir ilandan etkilenip görüşmeye gidiyor. Televizyonda editör olacak. Adam ‘‘Hiç makinenin başına oturdun mu?’’ diye sorduğunda, hatayı anlıyor. Dergi editörüyle bu aynı değil! Her işi yaparım diyor. Sonra televizyoncu oluyor.