Oluşturulma Tarihi: Ocak 30, 2005 00:00
Etyen Dayı’nın heyecanla ‘bahçeden, bahçeden’ diye bilhassa vurguladığı mürdüm eriği reçeli vardı tepside. Bahçe mi?Upuzun yürüyüşe rağmen demin ancak birazını kat edebildiğimiz o devasa saha eğer ‘bahçe’yse o halde Belgrad Ormanları’nı da mahalle arası park diye tanımlamak gerekir.ÜÇ pazardır anlattığım gibi, refakatçim ve misafiri olduğumuz onun ‘Etyen Dayı’sı kahve pişirmek için beni soğuk oturma odasında topal av köpeği ve ceviz sepetiyle yalnız bırakarak mutfağa gittikten bir müddet sonra tekrar döndüler.Ellerindeki gümüş tepside, muhtemelen Bohemya porseleni alamet-i farikasını taşıyan çok zarif bir kahve takımı; buna karşılık, lime lime kırık ve en son ne zaman bulaşıktan çıktığı meçhul bir tabağa yerleştirilmiş tereyağı ve cam kavanozun içinde de, aynı ‘Etyen Dayı’nın heyecanla ‘bahçeden, bahçeden’ diye bilhassa vurguladığı mürdüm eriği reçeli vardı.Bahçe mi?Upuzun yürüyüşe rağmen demin ancak birazını katedebildiğimiz o devasa saha eğer ‘bahçe’yse o halde Belgrad Ormanları’nı da mahalle arası park diye tanımlamak gerekir.*EVET, demin, yani bütünün içinde haniyse göze çarpmayacak kadar ‘mikroskopik’ (!) kalan ‘Etyen Dayı’ evinin kapısını toklatmadan önce, otomobili çamur deryası tarlaya park ettiğim andan itibaren az biraz Marcel Proust’un ‘Gaip Zaman Peşinde’ halet-i ruhiyesine girmiş olan refakatçim bana ‘doğup büyüğü yerleri’ gösterdi.Havanın kurşuni kasvetinden midir nedir, mezarlıktan başladık.Daha doğrusu, mecburen öyle oldu.Çünkü, ayazma veya ‘kapel’ dersem gerçekten çok küçük kaçar, Batı Avrupa’nın ortalama köylerindeki kadar büyük ve de üstelik yüksek bir çan kulesiyle donanmış kilise, göz çıkartan şatoyu hariç tutarsak, alanda dikkat çeken ikinci yapıyı oluşturuyordu.‘Aile kiliseyi’ymiş, ilkin oraya seğirttik.*ÖYLE işte ‘aile kilisesi’ymiş ve refakatçim anlattı, kendisi, annesi, anneannesi, ninesi, yani tüm familya bilmem kaç kuşaktır burada vaftiz olmuşlar.Ayrıca, pazarları çoluk-çocuk, amca-yeğen, enişte-yenge máaile giyinip kuşanır ve yanılmıyorsam ‘Dominiken’ tarikatında, Hıristiyanların deyimiyle ‘Bakire Meryem’le nişanlanmış’ yine akrabadan bir ruhban ‘dayı’ yönetiminde ayine katılırlarmış.‘Sonra’ diye ekledi, ‘Öğlen yemeği için mutlaka, dadılar, ‘evladiyeden’ hizmetçiler, hattá birkaç köylü çocuğu dahil şatonun alt salonundaki uzun sofraya oturur; ekmek kutsanıp istavroz çıkartılır çıkartılmaz da yine mutlaka ilk öğün olarak masaya gelen çorbayı şen şakrak kaşıklamaya başlardık. Eğer mevsimiyse de ikinci öğün, aile erkeklerinden birisinin avladığı geyik, karaca, yaban domuzu falan olurdu.’O bunları söyleyince, belki ‘gaip zaman’ı ibadethanenin içindeki Mesih tasvirlerinde bir nebze yakalayabilir umuduyla, üzerinde paslı bir kilit olan demir kapıyı metazori açmak istedim ki, bana mısın demedi.Refakatçim, ‘anahtarı Hortans Hala’dadır, her şafak vakti dua etmeye gelir’ dedi.Kilisenin arka bahçesindeki mezarlıktan içeri girdik.*YAKLAŞIK kırk-elli kabir vardı ki, aynı soyadlarını taşıyan veya hısım evliliklerini zikrederek o soyadlarına atıfta bulunan, ancak kimisi bakımsızlıktan, kimisi de eskilikten dolayı zorcana seçilen kitábelere bakılırsa, zahir bütün aile burada yatıyordu.Muhtemelen de Ortaçağ’dan beri burada yatıyordu.Ama, bunu tamamen tahmini olarak söylüyorum.Çünkü, seçebildiğim en eski tarih 1802’ye uzanıyordu.Fakat, kitaplarda dahi geniş geniş anlatılan ve Fransız Devrimi’nin hemen ertesi bu yörede patlak veren ‘senyör avı’, ‘papaz kıyamı’, ‘kilise talanı’ göz önüne alınır; üstelik, ‘baldırı çıplak taife’nin (!) en fazla kırk kilometre mesafedeki muhteşem katedrali temelinden yıktıktan sonra hızı kesmeyip mezarlıklar üzerinde bile ne taş, ne haç bıraktığı hatırlanırsa, varsayımımda çok fazla yanılgıya düştüğümü sanmam.Eh, modern Türkçe’de de ‘devrim’ kelimesi ‘devirmek’ mastarından geldiğine göre, vur balyozu ve indir ‘kitábe-i sengi mezar’ı ki, bir iş yapıyorsun bari tam olsun.*NEYSE, arkeolog, paleantolog veya ejiptolog değilim, láhit Ortaçağ veya modern çağ kalıntısıymış, tasası bana düşmüyor ya, örneğin mealen söylüyorum, o ‘kitábe-i sengi mezar’larda şu tür ifadelere raslanıyordu:‘Merhume kontes falancanın birinci yastıktan ve düşes filancanın ikinci yastıktan minnettár ve sadık zevci; kont-kontes; dük-düşes; baron-barones fişmekanların aziz peder ve büyük pederleri; ayrılmaz ve bir insan kadar sevgili dostu Rex’in müşfik efendisi; 1832 muharebelerindeki fedakár kahramanlığından ötürü Kral cenaplarının tevdii ettiği demir salip nişanına ömr-ü hayatı boyunca vatanperveráne; günahkár fániliğinde de, Başpiskopos hazretlerinin tevcih buyurduğu birinci dereceden mukaddes haç nişanına Katolik itaatiyle láyık olmaya çalışan; ayrıca, yine birinci dereceden şövalye unvanına toprak hakkından ilániye sahip bulunan; kuruluşuna yoğun meşakkátle katıldığı üniversite kimya kürsüsü tarafından ak cübbe derecede onur profesörlüğü payesiyle ödüllendirilen; üzerinde Meryem Ana’mıza dua okuduğunuz ecdad-ı kebir mekánının naçiz yerli eşrafından; esas mesleği kimya mühendisliğinden ve yarbay rütbesiyle Majesteleri ordusunun ihtiyat subaylığından emekli; merhamet timsali ve hamiyetperver büyük insan baron filancanın naaşı, tövbekár nefesini Hıristiyanca Mesih Efendimize teslim ettiği 11 Temmuz 1859’dan beri burada yatıyor.Rabb’ımızın mağrifeti ebediyete kadar üzerinde olsun.’*HADİ bakalım olsun ve amin de, fakat içimi çok fena halde kasvet basmaya başladı.Aman aman, biz şu asilzade ‘aile kabristan’ından hemen çıkalım ve gelecek pazar da sürdüreceğim ‘Aristokratik Seyahat’ için başka bir yerlerde dolaşalım.
button