Güncelleme Tarihi:
* “Araf”, Şilili yönetmen Ariel Dorfman’ın imzasını taşıyor. Bu oyun neden ilginizi çekti?
Muharrem Özcan: Oyunu ilk okuduğumda hem kurgusu hem de evrensel konusu nedeniyle projeyi hayata geçirmeyi istedim. Affetmek ve kendinle yüzleşebilmek, kolay başardığımız şeyler değil. Özellikle geçmişle olan bağlarımızı düşündüğümüz zaman geçmişimizdeki insanları affetmek, yarınımızı daha umutla kurmamızı sağlayacak olan şey aslında. Maalesef birisi çıkıyor, birisinin gözünü kör ediyor, birilerini öldürüyor. Ve bir gün çıkıp diyor ki; “Özür diliyorum, çok hata yaptım. Beni affedin.” Ne kadar affedebilirsiniz? Affettiniz diyelim, bununla ne kadar yaşayabilirsiniz? Bu durum bireyler arasında da, devletle birey arasında da var. “Araf”, işte tüm bu sorgulamaları yapan bir oyun.
* Oyunda ‘araf’ı nasıl tasvir ettiniz?
Muharrem Özcan: Öncelikle yüzleşme, ardından affetme ve arınma alanı olarak kurgulamaya, soyut, tanımsız bir dünya oluşturmaya çalıştım...
Haluk Bilginer: Muharrem az önce devlet-birey ilişkisinden bahsetti. Diyelim ki Amerika Birleşik Devletleri, Kızılderililer’den özür diledi. Ne oldu, affedildi mi? Alman devleti, Yahudiler’den özür diledi. Gaz odalarındaki milyonlarca insanı, Naziler’i unutturdu mu bu? Mümkün değil. Yüzleşmekten nedamet getirmek doğar mı? Affedilebilir mi? Bu sadece bir umudun ışığı. Oyun da zaten bize çok fazla umut vererek bitmiyor.
* Fazla umut beslememeliyiz yani...
Haluk Bilginer: Şöyle bir umut var; hakikaten “Bizden öncekiler çok büyük bir hata yapmışlar” diyenler çıkabilir. Avustralya’nın Aborjinler’den özür dilemesi gibi. Devletin hata yaptığı konusunda kendiyle yüzleşmesi, bir umuttur. O da “Bundan sonra bunlar tekrar edilmeyecek” umududur sadece. Yoksa yapılanı geri alamayız. Böyle yüzlerce felaket yaşandı dünya üzerinde. Oyunda yapılan ise Medea efsanesi üzerinden bir örnek vermek.
ÇOCUKLARINI ÖLDÜRECEK KADAR BÜYÜK BİR BAŞKALDIRI
* Oyunda kötülüğü yapanın kendisiyle yüzleştiğini görüyoruz ama kendini affedebiliyor mu, ondan emin olamıyoruz...
Derya Artemel: Ben karakterin üzülmediğini düşünmüyorum. Çocuklarını öldüren kadın karakterin “Yaptığım şeyi tekrar yapardım” sözleri üzerine konuşursak; biraz da kocasının, yaptığı şeyin bedelini ödemesi gerektiğini düşünüyor. Bir de bulunduğu şartlar altında kocasının zaten çocukları kendisinden koparıp uzaklaştıracağına inanıyor. Tüm bu düşünceler, hissettiği o büyük intikam duygusuyla birleşince, geri dönüşsüz bir yola giriyor. Sonrasında da boyun eğmiyor artık. Karaktere esin kaynağı olan Medea’nın da böyle bir duruşu var efsanede.
Haluk Bilginer: Aslında efsane metni başka türlü de okunabilir. “Çocuklarını öldüren canavar anne” yerine “Katliam devam etmesin diye adamın soyunu kurutan kadın” da denilebilir. Kadın erkeğin soyunu kurutuyor ki erkeğin iktidarı, kötülükleri devam etmesin. Kendi çocuklarını öldürecek kadar büyük bir başkaldırı bu.
Muharrem Özcan: Tabii ki kadınlık onurunu kurtarmak uğruna çocuklarını katletmesini onaylamıyoruz ama anlıyoruz neden yaptığını. Haliyle kendi var oluşu için olması gereken bir şey “Evet, yine yapardım” demesi. Arafta kalmayı göze alarak “Yine yapardım” diyor.
* Kadının kafasını attıran esas mesele ne oyunda?
Derya Artemel: Kadın, kocasının ülkesinden kaçmasına yardım etmiş. Babasına bile ihanet edip onu türlü belalardan kurtarmış. Ama adam birden sıkılıp onu bir köşeye atıyor. Çok daha iyi bir evlilik yapmak için kadını terk ediyor. Kadın da “Sen misin bunu yapan” noktasına geliyor haliyle...
“CANAVAR ANNE” DEMEDEN ÖNCE BİR NEFES ALSAYDIK
* Medea, cadı diye bilinir ama oyunda neden bu kadar altı çiziliyor bunun?
Derya Artemel: Cadı, irrite eden bir kelimedir. Diğerlerinden farklı ve “öteki”dir. Oyundaki kadın da aykırı denilebilecek biri. Ne pahasına olursa olsun istediğini yapmaya meyletmiş hep. Yaptıklarının da hep arkasında olmuş. Yol açtığı trajedide bile hâlâ yaptıklarının arkasında. Hem gerçek manada hem de biraz aykırı görünen insanlara söylediğimiz anlamıyla, bir cadı profili var karşımızda...
Muharrem Özcan: Cadılık, tarih boyunca çok negatif bir şey olarak yaftalanıyor insanlara. Bu kadın, ailesi tarafından da cadılıkla yaftalanıyor. Oysa onunki toprak ve doğa bilgeliği. Çocukluğundan bu yana dağlara çıkıp hangi bitkileri ne için kullanabilirim diye bakıyor. Doğanın bilgeliğini taşıyor aslında. Geleceği görebilme yetisi de var. Bunu da insanların gözlerine bakıp içlerini okuyarak yapıyor.
Haluk Bilginer: Unutmamak lazım ki ortaçağda bu nedenle kadınlar “cadı” diye yakıldılar. Erkeğin iktidarının kadınları yakacak kadar arsızlaştığı, azgınlaştığı bir dünyada Medea’nın bu erkek kepazeliği devam etmesin diye kendi yavrularını öldürmesi, büyük bir başkaldırıdır. Farklı olaylar, farklı okumalara müsait. Mesela geçen bayram tatilinde bir kadıncağızın bebeğini evde bırakıp dokuz günlük bayram tatiline çıkması... Ertesi gün gazetelerde “canavar anne” başlıklarını gördük. O kadın bayram tatilinden döndükten sonra doğru mutfağa gidip mama hazırlıyor. Kadın kendini kaybetmiş. Mamayla çocuğun yanına gidip bakınca “Nefes almıyor” deyip ambulans çağırıyor. O yavru gitmiş ama kadın da gitmiş. “Canavar” demeden önce bir nefes alıp kadını tahlil etmemiz gerekmiyor muydu? Okumayı doğru yaparsak, kolaycılıktan kurtuluruz. Çünkü bu kolaycılık, insanı ve hayatı anlamak konusunda insanı geride bırakan bir kolaycılık.
* Oyunun içinde ağır bir fiziksel efor da var. Bu aksiyon için fiziksel kondisyon nasıl sağlandı?
Derya Artemel: Evet, özellikle ben çok itilip kakılıyorum oyunda! (Gülüyor) Muharrem de sahnede deviniyor sürekli. Provalar başlayınca, kondisyonumuzun iyi olması gerektiğini düşünerek spora başlamaya karar verdik. Sahnede iki kişi olduğumuzdan 80 dakika boyunca seyircinin gözü üzerimizde, o nedenle fiziksel olarak kusursuza yakın olmalıyız.
Muharrem Özcan: Neredeyse 90 dakika aralıksız sahnedeyiz. Bu kadar süre enerjimizi korumak için ister istemez kendimize dikkat ediyoruz.
KALDIRILAN OYUNUN RÖVANŞI
* Bu oyundan önce tanışıyor muydunuz?
Derya Artemel: Muharrem, 9 Eylül Üniversitesi Tiyatro bölümünden sınıf arkadaşım. Birbirimizi uzun yıllardır tanıyoruz.
Muharrem Özcan: Daha önce de bir oyunda birlikte oynamıştık. “Şehrazat’ın Oyunu” isimli oyunda da birlikte rol alacaktık, proje kaldırıldı.
Derya Artemel: Yıllar sonra rövanşını yapıyoruz işte. 11 yıl sonra yani...
TİYATRO HAYAT GİBİ, GERİ DÖNÜŞ YOK
* Hepiniz dizilerde de yer aldınız, tiyatronun önemi ne sizin için?
Derya Artemel: Benim aşkım ve işim tiyatro... Kamera önünde de, sahnede de oynuyorsunuz. Ama tiyatro, tansiyonu olan, bambaşka bir şey. Seyirciye karşı sorumlu hissediyorsunuz kendinizi.
Haluk Bilginer: Hayat gibi, geri dönüşü yok. Çok tehlikeli. O his de çok güzel.
Muharrem Özcan: Tiyatro benim hayatımda her zaman daha önemli oldu. Oyuncu olarak tiyatroda daha çok şey öğreniyorsunuz. Her oyun yeni bir şey söylüyor, yeni bir derdi var.
BİR OYUN ASLA PARMAK SALLAMAZ
* Oyundan her çıkan, anlatılanları farklı yorumlamış. Kimi “Kadın-erkek ilişkilerine farklı bir bakış” derken, kimi “Faşizm karşıtı” yorumunu yapmış...
Haluk Bilginer: Ne iyi işte. Bir oyun asla parmak sallamaz, sadece bir şey gösterir, onun yorumunu yapmak seyirciye kalır. “Bu böyledir” diyorsa o oyun değil, manifesto ya da bildiridir. Sanatın hiçbir dalı ders vermez, sadece gösterir. Ne anlıyorsak odur. Seyircilerin oyuna gelmesi için Medea’nın hikâyesini bilmesine de gerek yok. Sınavla seyirci almıyoruz. (Gülüyor)
Muharrem Özcan: Herkes kendi hayatıyla ilişkilendirip kendi sorgulamasını yapabilir.