Güncelleme Tarihi:
Leyla İmret… Seni tanıyabilir miyiz?
Anneme 13 sene sonra sarılabildim!
Babanın ölümünden sonra hayatın nasıl şekillendi?
-Önce Mersin’e dayımın yanına gittik, oradan da ver elini Almanya. Amacımız, ailecek Almanya’ya göç edip, orada her şeye sıfırdan başlamaktı…
Ee ne oldu, gerçekleşemedi mi?
-Hayır. Ben, önden dayım, yengem ve üç çocuğuyla gittim. Annem ve kardeşlerim arkadan gelecekti, gelemediler…
Neden?
-Benimkiler tamamdı ama annemlerin kağıtları hazır değildi o yüzden. Ben uçtum, arkamdan gelecekler sandım ama olmadı...
Hiçbir zaman mı?
-Hiçbir zaman! Çünkü zaten şartlar da değişmişti. Annem, annesini ve babasını kaybetmişti, küçük dayım, mayına basıp bir ayağını kaybetmişti. Mahkemede yaşını büyütüp 36 sene hapis verdiler, 22 senedir yatıyor. Annem de kardeşini bırakamadı. Böyle bir durum. Ben de geri gelemedim. Mecburen Almanya’da kendime yeni bir hayat kurdum…
E o zaman, yedi yaşından beri baba yok, anne yok, kardeşler yok…
-Evet. Sonradan dayım da vefat etti, yengem, çocuklarıyla birlikte beni de büyüttü.
Almanya’da yetişmiş olman şans mı, şanssızlık mı?
-Şanssızlık. Bir çocuğun, annesiz-babasız büyümesi tabii ki büyük bir travma. Evet, iyi bir eğitim aldım. Evet, bu gördüğün kadın oldum. Başarılı bir öğrenciydim, sosyaldim. Ama hep bir tarafım eksikti, hep buruktum, hep tarif edemediğim bir hüzün vardı içimde. Annemi sadece fotoğraflardan tanıyordum, arada sırada telefonla konuşuyorduk o kadar. Acı tuhaf bir şey. Bir sürü insan, bir sürü acıyla yaşıyor. Ya alışıyorsun ya da bir şekilde taşımayı öğreniyorsun. Ben de öğrendim.
Peki orada hiç zorlanmadın mı, Türkiye’ye dönmek istemedin mi?
-Hayır hiç. Uyum sağladım. Çok iyi Almanca konuşuyorum. Girdiğim her ortamda kendimi sevdiriyordum. Dönmeye hiç niyetim yoktu. Bizi birbirimizden ayıran her şey hâlâ oradaydı, baskılar, ölüm tehlikeleri… Niye dönmek isteyecektim ki?
Sonra?
-Sonra 2008’de müthiş bir şey oldu. 13 seneden sonra ilk defa Türkiye’ye geldim. Annem ve kardeşlerimle karşılaştığımız anda yaşadıklarımızdan film olur. Sarıldık, ağladık, şoka girdik, şaşırdık, onca yıllık özlem… Annen seni karşısında görünce ne yaptı?
-Şaşırdı, bu kadar büyümüş olabileceğimi tahmin etmiyordu herhalde. Beş sene Türkiye’ye gittim geldim. Sürekli, “Ben burada yaşayabilir miyim?” diye tartıyordum. Çok zor bir karardı. Almanya’da da alıştığım bir hayat ve çevre vardı. Arkadaşlarım vardı. Hep içimden ne gelirse onu yapıyordum, özgürdüm, bir sürü farklı işte çalıştım. Ama sonunda, ait olduğum yerin burası, ailemin yanı olduğuna karar verdim ve ay ay önce kesin dönüş yaptım…
Almanya’da yasak olmadığı için kültürümü koruyabildim
Hem Kürt hem Alman kültürüyle mi büyüdün?
-Alman okullarında okudum, Alman kültürü aldım. Ama orada yasaklar olmadığı için kendi kültürümden de kopmadım, hatta daha sıkı bağlandım. Hem Almanca hem Kürtçe ders aldım. Kürt sanat kurumlarına devam ettim…
Senin Kürtçen, Türkiye’de yaşayan pek çok Kürt kızından daha iyiymiş… O nasıl oluyor?
-Değil Kürtçe eğitim almak, bir dönem burada Kürtçe konuşmak bile yasaktı. Oysa, benim haftada iki kere Kürtçe dersim vardı. Almanca’yı da çok çabuk öğrendim…
Almanya’da seni hiç dışlamadılar mı?
-Almanlar için dillerini iyi konuşursan, kültürlerine uyum sağlarsan, başarılı olursan sorun yok. Bir de görünüşe önem veriyorlar. Ben de bu şartlara uyuyordum, üstelik modern görünüyordum.
Herhangi bir baskı?
-Ailemden ya da çevremden mi? Hiç. Sıfır baskı, sıfır uyumsuzluk. Almanlar benim yabancı olduğuma bile inanmıyorlardı. Avrupa’da büyüyen yabancıların bir kısmı iki kültür arasında kalıyorlar. Sokakta Alman kültürüyle karşı karşıyalar, evde kendi kültürleriyle. Kendi kültüründen uzaklaşırsan çabuk Almanlaşıyorsun. Bana öyle olmadı, kendimi kültürümü hep korudum.
Altı aday vardı en yüksek oyu ben aldım
Peki siyasete girmeye nasıl karar verdin?
-Siyasetle ilgiliydim zaten. Çok okurum, hayatı takip ederim, olan biteni bilirim, Kürt tarihini araştırırım. Tabii ki yaşadıklarım, duyduklarım, okuduklarım, kendi topraklarımda çekilen acılar bana aktif siyasete girme istediği getirdi.
Almanya’dan kesin dönüşte direkt Cizre’ye mi geldin?
-Hayır, önce Mersin. İki-üç hafta orada kaldım. Cizre’ye tekrar gidebilme kararını vermek benim için kolay olmadı. Babam orada öldürülmüştü çünkü. Ama sonra cesaretimi topladım, gittim. Eski evimizi buldum, çocukluğumda oynadığım o dar sokaklarda dolaştım. 24 sene sonra babamın mezarına gittim. Ve orada içime şöyle bir his geldi: “Aradığın yer burası, istediğin şey burada!” Öyle hissettim. Kendi topraklarımın kadınları için, kendi halkım için bir şeyler yapmak istedim, adaylığımı koydum. Beş aday daha vardı, 209 oy farkıyla ben kazandım…
Kimse sizi yadırgamadı mı? “Bunca yıl Bremen’de yaşamış biri Cizre’de nasıl yapacak?” demedi mi?
-Aksine çok sıcak karşıladılar. Herkes ailemi, yaşadıklarımızı biliyor zaten. Bana destek oldular.
Senin kendine güvenin tam mı? Düşündüklerini yapabilecek misin?
-Tabii ki, bunun için buradayım.
KADINLARA FAYDAM OLABİLİRSE NE MUTLU BANA
Yapmayı planladığın şeyler neler?
-Kadınların kendi ayaklarının üzerinde durabilmeleri için imkanlar hazırlamak istiyorum. Kooperatifler açmak, iş imkanları yaratabilmek ve sosyal hayata katılmasını sağlamak. Daha bir sürü şey var, yavaş yavaş hepsini hayata geçireceğiz.
“Eş başkanlık”ta sorun yaşanmaz mı? Bir konuda iki kişinin karar vermesi zorluk yaratmaz mı?
- Yok tam tersine, işleri kolaylaştırır. ‘Eş başkanlık’, iktidarcı yaklaşımı kabul etmeyen, cinsler arası eşitliği teoride bırakmayan, pratikte de uygulayan bir sistem. Keşke, sosyologlar, psikologlar, yazarlar, gazeteciler gelip adamakıllı tahlil edip, işin seyrini izleseler. Bu sistem kadınlara müthiş bir özgürlük getiriyor.
Peki bu sistem nasıl işleyecek?
-Cizre’nin nüfusu 110 bin. Misafir göçüyle birlikte 140 bini buluyor. Cizre’de alınacak kararları, aslında biz, iki eş başkan almayacağız. Bütün Cizre halkı alacak. Halkın kendi kararlarını, kendisinin verme gücüne erişmesine, biz ‘demokratik özerklik’ diyoruz. Cizre’nin yönetimde ikimiz dışında, meclisimiz, kurumlarımız ve halk olacak.
BDP’den başka hiçbir partide böyle bir sistem yok değil mi?
-Hayır yok, dünyada yok. BDP, kadınlar konusunda en demokratik parti. Ben belediye başkanlığı görevimi heyecanla yerine getirmeye çalışacağım. Bir faydam olabilirse ne mutlu bana. Bir şey için mücadele etmek dünyanın en güzel şeyi, hele ki özgürlük için…
II. BÖLÜM
ONUN KÖLESİYDİM, MALIYDIM
Çocuk yaşta evlendirilen Berivan Elif Kılıç’ın inanılmaz bir hayat hikâyesi var. İşte o hikâyeden satır başları...
15’imde teyzemin oğluyla evlendim, 14 sene boyunca feci işkenceler yaşadım. Ama boşanmayı aklımdan bile geçirmedim. Bizim buralarda boşanmak kolay değildir. Ben köyümde boşanan ilk kadınım.
Döverek uyandırırdı
Onun kölesiydim, malıydım ben. Öyle düşünüyordu. Canı ne isterse yapar. Beni uykudan uyandırıp döverdi. Nedeni yok. Fazla uyumak sağlığa zararlıymış. iki oğlumuz var, onları da döverdi. Tekme atarak uyandırırdı. Mesela ben, çay yaptığım için dayak yemişimdir. Kadının çay içmesi israfmış. Dışarı çıkmam da yasaktı. Burnumu kapıdan uzatamazdım. Perdelerin altı gazete kağıtlarıyla kapatılmıştı, kimse pencelerden içeriyi göremesin diye. Bakkala bile gidemiyordum. Televizyon seyredersem de dayak yiyordum. Ona cevap verirsem de. İki defa vermeye kalktım, hastanelik oldum. Beni döverdi, söverdi, işkence yapardı. Ağlarken başka bir odaya gitme hakkım bile yoktu. Oturup seyrederdi, sonra özür dileyeyim diye bir daha döverdi.
Boşanamazsın!
Şu an bile sorsanız, “Ben karımı el üstünde tuttum!” der. Mantık bu! “Karımdır döverim de, severim de, malımdır, kimse karışamaz!” “Boşanmak istiyorum” dediğimde, “Aileni öldürürüm. Anneni, babanı anneni öldürürüm gibi tehditler savurdu. Tam dört yılımı aldı boşanmak.
Sen yaşam mücadelenle zaten siyasetin içindeymişim
Belediyeye gittim, “Kadınlar için bir şeyler yapmak istiyorum. Kadınlar hâlâ çektikleri acıları ben de yaşadım demeye utanıyor.” Encümenliği konuşuyoruz o zamanlar. Dedim ki, “Encümen olamasam da önemli değil, eylem olur, toplantı olur beni de çağırın. Yanınızda olmak, işe yaramak istiyorum.” Bir hafta sonra aradılar. Gittim “Sen eşbaşkansın!” dediler. Suratlarına baktım, “Tahsilim yok, siyaset geçmişim yok. Neden ben?” dedim. “Sen yaşam mücadelenle zaten siyasetin içindeymişsin” dediler.
Bazen televizyonda kadın haklarından söz edildiğine tanık oluyorum. Feminstler, kadına şiddet üzerine, “Erkekler şöyle böyle” diyorlar. Ama sadece diyorlar. Bırakın kadınlığı, ben insan muamelesi bile görmedim. Bana 14 sene boyunca yapılmayan kalmadı. Kadın hakları sürekli konuşuluyor ama elde var sıfır…
Bütün kadınlar başarabilir
Benim hayatım, insanlara tuhaf geliyor. Sanki Türkiye’de her şey dört dörtlük, herkes çok mutlu, ben uzaydan şiddet görmüş kadın gibi düşmüşüm, böyle davranıyorlar. Oysa benim gibi binlercesi var. Şu anda biz konuşurken bile kimler ne işkence görüyor. Ben bunların hiçbirini unutmadım. Ama ben başardım, beni köleleştiren adamdan kurtuldum, bütün kadınlar yapabilir, yardım etmek istiyorum…