Antik kentlere ve tiyatrolara 41 bin kilometrelik yolculuk

Güncelleme Tarihi:

Antik kentlere ve tiyatrolara 41 bin kilometrelik yolculuk
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 03, 2009 00:00

Türkiye’de şu anda 81 vilayet var, asırlar önce 115 antik kent yer alıyormuş. Şu anda 97 tiyatro var, sınırlarımız içinde kalan bölgede iki bin yıl önce 197 tiyatro bulunuyormuş. Bunları Yaşar Yılmaz’dan öğreniyoruz. Bir inşaat mühendisi olan Yılmaz, kendini yollara vurmuş. Tüm antik kentleri, tiyatroları dolaşmış. İki buçuk yılda 41 bin kilometre yol gitmiş. Sonra da “Anadolu Antik Tiyatroları” isimli kitabını yazmış. Bu arada antik tiyatroların akustik sırrını çözmüş. Yapı-Endüstri Merkezi Yayınları’nın bastığı kitap, şu anda İngilizce’ye tercüme ediliyor.

Yaşar Yılmaz, bir gün antikçağla ilgili bir kitap okurken aklına bir yığın soru üşüşmüş. Mühendis olduğu için öncelikle aklına teknik konular takılmış. Antik kentlerin, tiyatroların hangi aşamalardan geçerek inşa edildiklerini merak etmiş. Ve antikçağa doğru yola çıkmış.

“Sağlıklı bir kartalın, belki de 10 günde uçabileceği 41 bin kilometrelik yolu ancak 2.5 yılda katedebildim. Bazıları kısmen sağlam, kimilerinde ancak birkaç oturma sırası kalmış da olsa, onlara ulaşıp yerinde inceleyerek ayrıntılarını görüntüledim. Anadolu tarihinin bilinebilen kısmının başlarında ortaya çıkan bu tiyatrolar, kâğıt üzerindeki fotoğraflar kadar suskundu; pek çoğunu ilk kez antik dönemdeki ölçüm sisteminin özgün yöntemlerinden yararlanarak ölçülendirdim. Daha önceleri bu konuda yapılmış sağlıklı bir liste olmadığı için, her ilin ören yerlerini soruşturup, tiyatro bulunup bulunmadığını belirlemek gerekti.”

SIRTLIKLARIN SIRRI

Yılmaz, dünyanın belli başlı ülkelerini ve mühim kentlerini gezmiş. Ama Anadolu tarihinin antik devirlerine yaptığı bu seyahat sırasında, bu denli zengin kültür mirasını başka bir ülkede göremeyeceğini kavramış. Yunanistan’dakilerden fazla Helenistik tiyatrolara, İtalya’dakilerden fazla Roma tiyatrolarına sahip olduğumuzu fark edince şaşırmış; “Nasıl bir ülkedir burası, ne kadar bilinmezlikleri vardır, bu kadar ihmal edildiği, yağmalandığı, yıkıldığı halde nasıl bu kadar cesametli ve bereketli bir kültür hazinesine sahiptir” demiş kendi kendine. Ve merak ettiği şu sorulara yanıt aramaya başlamış:

Antik tiyatrolarda binlerce kişinin oturduğu koyağa yayılan sesin doğal yolla en üst sıradaki izleyiciye ulaşması nasıl sağlanıyordu?
Bizim Batılı araştırmacıların tiyatrolara “Helenizm Dönemi”nden öncesine götürmemeleri doğru muydu?
İlkçağ kentleri, can güvenliği için çoğunlukla dağ tepelerinde kurulmuştu. Buralarda yapı inşa etmek çok zordu. Buna karşın, tepelere bile antik tiyatro neden yapılmıştı?
Tiyatroların yapı fiziği olarak ortak özellikleri; ortak eğimleri, ortak bakış yönleri var mıydı?
İlk tiyatrolar neden sadece Ege Denizi’nin kıyısındaki liman kentlerinde ortaya çıkmıştı?
Böylesine büyük bir maliyetin altına neden girilmişti?

Bu soruları cebine koyup, yola çıkan Yaşar Yılmaz, tümünün cevabını bulup dönmüş evine. Bu arada mühendis bilgisiyle, gizemli iki konuyu da aydınlığa kavuşturmuş. Ayrıntıya girmeden, bu keşiflerle ilgili bilgi vermek istiyorum size. Sahnedeki oyuncunun, orkestranın ya da hatibin sesinin 20-25 bin kişilik açık hava tiyatrosunun en üst basamağındaki izleyiciye kadar nasıl ulaştığına dair sorunun yanıtını ararken o dönemdeki mühendislerin zekâları karşısında şapkasını çıkarmış. Ünlü Romalı mimar ve mühendis Vitrivius, yazdığı 10 ciltlik eserinin beşinci cildinde, tiyatroların orta kademesine yerleştirilen bronz küpler sayesinde sesin tiyatronun tepelerine kadar ulaşmasının sağlandığını belirtiyor. Fakat, birçok antik tiyatroda orta yolun bulunduğu kademede bu küplerin yuvalarının olmadığı biliniyor. Yaşar Yılmaz, “Acaba küpsüz tiyatrolarda bu sorun nasıl çözülmüş” diye düşünürken birçok tiyatronun orta yolundaki alttan en son koltukların mermerden yapıldığını ve sırtlıklı olduğunu görüyor. 30 derece eğimle yükselen tiyatrolarda ses orta yolda kırıldığı için eski zaman mühendisleri bu kırılmayı önlemek için sırtlıklardan yararlanmışlar meğerse. Sahneden ortaya kadar taşınan ses bu sırtlıklar sayesinde kırılmadan 30 derecelik açıyla en üst basamağa kadar ulaştırılıyormuş.

LİKYALILARA HAYRAN KALDI

Yaşar Yılmaz, tiyatroların Helenistik dönemde gökten zembille inmiş gibi ansızın ortaya çıkmış olamayacağını düşünerek, yapıların geçmişini ve evrimini araştırmış. Erken antikçağlardan, yani bilinenden 4-5 yüzyıl önce de tiyatrolar olduğu ama bu yapıların taş yerine ahşaptan inşa edildiğini belirlemiş.

Yılmaz, bu çalışma sırasında daha yakından tanıdığı Likya Uygarlığı’nı çok daha fazla sevmiş. MÖ 8. yüzyılda bugünkü Fethiye ile Kaş arasında kurulmuş Ksantos’ta Likyalıların düşmana esir olmaktansa ateşe atlayıp intihar etmelerinden çok etkilenmiş. Likya ile Karya sınırında, bugünkü Dalyan’da kurulan ve hikâyesi Ksantosla benzerlik taşıyan Kaunos’ta gezerken Yaşar Bey’in sık sık gözleri dolmuş. “İyi ki çıktım yola” diye düşünmüş. Bu yolculuğa dair söyleyecek çok sözü var Yılmaz’ın. Kitabını okuyanlar hem bu ilginç araştırmacıyı tanıyacak hem de onun izlenimlerini okuyabilecek.

“Yaşadığımız coğrafyanın bize çok zengin bir kültür mirası bıraktığını bilmeli, bu mirası duyumsayarak içselleştirmeli, bu ustaların kültür mirasçısı olmaktan onur duymalıyız. Onları yabancı yapılar olarak görmemeliyiz: Bin yıldır birlikte yaşadığımız bu eserlerin, bir Afrikalının inci beyazı dişleri gibi parladıklarını artık fark etmeliyiz. Her ören yerinden ayrılışımızda biraz daha tamamlandığımız, bilgi, görgümüze yeni bir yapı taşı eklendiğini hissetmeliyiz. Güneşin aydınlattığı coğrafyalar arasında, ülkemizin talihli topraklarına kültür bulutlarının bol ürünler bıraktığını kavramalıyız. Ören yerlerini sahiplenmemiz; o taşların, hüznün sessizliğinde yalnız başına bekleyen mezar taşlarına dönüşmesini önleyecektir.”

Yılmaz Güney, hayatını yazmıştı

Yaşar Yılmaz, bu ülkede ender rastlanan aydınlardan. 68 Kuşağı’nın tipik temsilcilerinden biri. İTÜ İnşaat Fakültesi’nde okurken öğrenci cemiyetinin başkanlığına seçilmiş. Başkanlığı dönemin efsanevi isimlerinden Harun Karadeniz’den devralmış. 1969’da Milliyet Gazetesi’nin Zap Suyu’na bir köprü yapmak için başlattığı kampanyaya öncülük etmiş. Planlamayı Abdi İpekçi’yle birlikte yapmışlar. Yılmaz, yanına aldığı 84 arkadaşıyla birlikte Hâkkari’ye gidip Boğaz Köprüsü’nün benzeri, tek açıklıklı bir asma köprüyü inşa etmeye koyulmuş. Halk onlara yiyecekler, içecekler getirmiş. Birçok şirket araç, gereç ve malzeme göndermiş. Turgut ve Korkut Özal kardeşler Ankara’dan çelik halatlar göndermiş ve köprüyü bitirip okullarına dönmüşler.

İyi ve güzel işler yapan herkes gibi 12 Mart darbesinde tutuklanmış. 29 gün meşhur Ziverbey Köşkü’nde işkence tezgâhından geçmiş. Selimiye Askeri Cezaevi’nde Yılmaz Güney’le tanışınca hayatının akışı değişmiş. Yaşar Bey’in hayat hikayesi ve Ziverbey’de başından geçenler Güney’i çok etkilemiş. Ve oturup Yaşar Yılmaz’ın hayat hikâyesini yazmış. Bu hikâye “Sanık” adıyla kitaplaştırılmış. 1970’lerin en popüler eserleri arasına giren kitap tam bir efsaneye dönüşmüş ve korsanlarıyla birlikte bir milyona yakın basılmış. Üç yıllık cezaevi serüveninden sonra çıkar çıkmaz işe koyulmuş. 20 yıl mühendislik yaptıktan sonra kendini emekli edip yeni bir hayata geçiş yapmış. Bodrum’daki evini sık sık ziyarete gelen iki yakın ostu Avni Arbaş ve Can Yücel’le birlikte doldurduğu kasetleri çözerek “Başkaldıran Atların Ressamı Avni Arbaş” isimli bir kitaba dönüştürmüş.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!