Hazırladığı İlçemizi Tanıyalım başlıklı rehber ise Adalar’daki ilköğretim okullarında yardımcı ders kitabı. Son kitabı İstanbul Mezeleri bugünlerde yayımlanacak. Tanrıverdi, mart ayında üç haftalığına Atina’ya gitti. 1964 sonrası Adalar’daki evini barkını bırakıp Atina’ya gitmek zorunda kalan Rum arkadaşlarıyla buluştu. Kitapları hepsinde vardı, imzalattılar, Yunanca basımı için izin istediler. Burgazada Su Sporları Kulübü Müdürü Ahmet’in geldiğini duyan 400 Burgazadalı bir araya geldi. Atina’ya göçtüğünden beri birbirini hiç görmeyenler çoğunluktaydı. Reçina şarabı, uzo içip kasabiko oynadılar, "Yine Bu Yıl Ada Sensiz"i söylediler, anıları yad ettiler, güldüler, ağladılar... Tanrıverdi, yeni kitabında Rum arkadaşlarının tatlı anılarını, acı göç öykülerini, yeni hayata uyum sorunlarını, hiç dinmeyen özlemlerini yazacak. Bu buluşmadan 20 dakikalık bir
film de yapılacak. Adalar Vakfı’nın Adalı Yayınları’ndan çıkacak kitapta, eski-yeni fotoğraflar da önemli yer tutacak. Tanrıverdi’nin Atina gezisine, fotoğraf ve video çekimi için Kültür Üniversitesi Öğretim Görevlisi-Sinemacı Uğraş Salman eşlik etti.
Ahmet Tanrıverdi, 1955 yılında İstanbul’daki 6-7 Eylül olaylarına 11 yaşındayken tanıklık etti. Gözünün önünde camlar, çerçeveler kırıldı; evler, dükkanlar yağmalandı. Mahallesinde, birlikte büyüdüğü arkadaşlarının farklı bir dinden olduğunu o zaman öğrendi. Niko’yu, Aleko’yu, Artin’i, Momo’yu, Jojo’yu kendisi gibi biliyordu oysa. 1964 Kıbrıs Olayları sırasında 20’sindeydi. Bir gecede en yakın arkadaşlarının babalarının ellerine "Zararlı faaliyetleriniz var. Ülkeyi 72 saat içinde terk edin," yazılı kağıtların tutuşturulduğunu, bir bavul ve 200 liradan başka bir şey almalarına izin verilmeden apar topar gidişlerini gördü. 10 yıl sonra da Ortodoks ve Rum öğrencilerin Rum Ortaokulu’na gidebileceğine dair yönetmelik çıktığında çocuğunun eğitimi için yurtdışına göçen komşularının Arnavut, Bulgar, Maltalı, İtalyan olduğunu öğrendi. "Ada, bir aileydi. Siyasi müdahaleler, aile bağlarımızı parçaladı."
TOPRAK GETİRDİN Mİ?
Atina’ya, geçmişe yolculuğu, yazdan planlamıştı. Ada’ya gelenlerle, telefonla görüştükleriyle
haber saldı. "8 Mart’ta hepsi bekliyordu beni. İlk soruları Ada’dan toprak getirdin mi, oldu. Anne babalarının mezarı için." Atina’daki buluşmada 43 yıldır görmedikleri çoğunluktaydı. "Hayatta kalanlarla, çocuklarıyla konuştuğumda hepsi aynı kırgınlığı özetledi: Kovdular bizi, kovdular!"
Acı anıları konuşmak istemiyorlardı. On gün sohbetten sonra, kitapta isimlerini yazmama güvencesi vererek ikna etti. "Kelimeleri diş çeker gibi alabildim ağızlarından. Büyük travmaydı çünkü. Yunan tebalılar gönderildiğinde çok aile parçalanmıştı. Düşünün, Yunan baba alelacele gidiyor, Türk karısı kalıyordu. Maddi durumu iyi olanlar ailece göçmüş, olmayanlar kalmıştı. 1974’te gidenler ise devletin emriyle değil de tacizci, saldırgan komşularının marifetiyle mecbur kalmışlardı."
Tanrıverdi, geçmişe dair tanıklığının ne kadar az olduğunu anlamış, arkadaşlarının kendi aralarında sakladıkları bilgileri dinledikçe. Bazıları hiç konuşmamış, gözleri dolu dolu, arkasını dönüp gitmiş. Bir arkadaşı demiş ki, "Çocukluğum Büyükada’da gömüldü. Orada bittim, burada yeni bir başlangıç yaptım."
TİŞÖRTTEKİ BURGAZADA
Ahmet Tanrıverdi, İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’nde okuduğu 1966-1970 arasında, Burgazada Su Sporları Kulübü’nde müdürlük yapmış. O gün bu gündür Burgazlıların "Müdür Ahmet"i. Yunanistan’daki Heybeliada ve Büyükadalılar dernek kurmuş, sıkça buluşuyorlarmış. Ama Burgazadalılar, 40 yıldır bir araya gelmemiş. Dernek kurmamalarının gerekçesi, koltuk kavgasının dostlukları bozması. "Geleceğim duyurulunca 200 kişilik yemeğe 400 Burgazlı geldi. Kos ve Selanik’ten katılan vardı." Adı anons edildiğinde büyük bir alkış kopmuş. Geçmişteki yüzme öğrencileri elini öpmüş. "Arkadaşım Kletas’ı gördüm, Burgazada’nın kuşbakışı fotoğrafını tişörtüne bastırmış. Antigoni sagapi moy -Burgazada aşkım- yazıyor. Kızdılar ona, bizim için de yaptırsaydın, giyerdik, dediler."
Sonra gözyaşları yerini neşeli anılara bırakmış. "Kimi bastonsuz yürüyemiyor, kimi görmüyor, yaşlanmışlar mizah duygularını yitirmemişler. Dahiliyeci Pavlos Rafçopolos, babamı ameliyat etmişti. Beni tanıyınca şaşırdım. Gözler değişmez, dedi."
13.00’te başlayan
yemek 18.00’de bitmiş. Adalılar Orkestrası muhteşemmiş. "Konyalı"yı söylerken, şarkıda geçen pastırmalar yenmiş. "Sucuk, lakerda, tarama lezizdi. Peyniri Türkiye’den getiriyorlar. İstanbul yufkasıyla börek, kadayıfıyla tatlı yapmışlardı." Ellerde kadeh, gözlerde yaş; galonlarca uzo içilmiş.
"Gözyaşının bu kadar pahalı olduğunu bilmiyordum. Ada’da, Ada’yı yaşayamamanın üzüntüsüyle gitmiştim. Anlatmakla olmuyor. Yaşamak lazım. Bu kardeşliği, birliği uzun yıllardan sonra ilk kez gördüm. Onlar Ada’dan gittikten sonra kalmamıştı. Yemeğin devamı, bu yaz Burgazada’da yapılacak. Atina’dan yüzlercesi gelecek. Ada’da yok pahasına sattıkları baba evlerini şimdi satın almak istiyorlar."
Üç hafta boyunca sadece meyhanelerde değil, evlerde de sofralar kurulmuş Tanrıverdi’nin şerefine. "Alaturka tuvalet gördüm iki evde. Banyolarda Ada’nın çakıltaşları, deniz kabukları, kartpostalları; salon duvarlarında Ada tabloları. Hepsinde çanak anten, Türkçe kanallarda diziler izleniyor. CD’lerde Münir Nurettin, Zeki Müren, Sabite Tur Gülerman..."
AHMET TANRIVERDİ
Ada’ya ve Adalılara borçluyum
Bana Ada çok şey verdi. Okuma, terbiye, ahlakın dışında kültürünü verdi. Ada’da her türlü dinden, ırktan insan vardı. Beraber büyüdük, birbirimizden çok şey alıp verdik. Bugün oturup kalkmasını, yemek yemesini biliyorsam, o günlere borçluyum. Ada’ya karşı kendimi hep borçlu hissettim. Rum hayranlığım yok. Kaybolan değerin üstüne gidiyorum, tekrar ikame olmasını istiyorum. O değeri, bizler gönderdik. Tekrar geri gelmeli. Eski kozmopolit günlere mozaik değil, sebze çorbası demek lazım. Kerevizi, havucu çıkarırsanız, lezzeti kaçar. Bugün lezzet kayboldu. Beni rahatsız eden bu. Onların olmadığı bu yerde hiç olmazsa onların havası olsun, istiyorum. Ada’ya olan borcumu, onları yazarak ödüyorum.
FOTOĞRAF ALBÜMLERİ ÇOK KIYMETLİ
Tanrıverdi hepsine tek tek sormuş, apar topar göç sırasında Ada’dan yadigar ne getirdiklerini. Hepsinden istisnasız aynı cevabı almış: Fotoğraf albümü. "Albümler yıpransa da fotoğrafları o kadar itinalı korumuşlardı ki. Hepsi ilk günkü gibiydi." Heybeliadalı Yano’nun kızı Marika’yla da karşılaşmış. "Tıpkı babası. Onun gibi candan. Yetişemedim Yano’ya. Çok kısa süre önce ölmüş. Alışamamış Atina’ya. Beni neden getirdiniz, demiş hep. Marika, bana sarıldı. Babacığım, Ada kokuyorsun, dedi. Kız kardeşimle çektirdikleri çocukluk fotoğraflarını gösterdi."
Çocuklara ve gençlere Türkçe kursu
Atina’daki Adalıların kahkahaları bir yana, genel havaları üzgün ve küskünmüş. Atina yıllarında Türkiye’ye o kadar kızgın ve kin dolularmış ki. Türkçe konuşmamaya yemin etmişler. Türkçe konuşanlara da kızıyorlarmış. "Kovulduk, hálá mı o lisanı konuşuyorsunuz" diye. Tanrıverdi’ye eski arkadaşı 40 yıl boyunca hiç Türkçe konuşmadığını, üç yıl önce yeniden başladığını anlatmış. Bugünlerde, yoğun istek üzerine Atina’daki İstanbul Derneği’nde Rum çocuklar ve gençler için haftada bir gün düzenli Türkçe kursları başlatmışlar. Türkçe öğrenenler soluğu Adalar gezisinde alıyormuş.