Altın Portakal
Film Festivali, Türkiye’nin en eski, en istikrarlı, en kavga-gürültülü ve jürisi en tartışmalı festivali. İşte bir kasaba festivalinin, son iki yılda büyük bütçeli ve gerçekten uluslararası standartlarda bir film festivaline dönüşmesinin hikayesi.
İlk yıllara döndüğümüzde, "altın" bu festivalin neresinde çözmek mümkün değil aslında. 1950’lerde Aspendos Tiyatrosu’nda konser ve tiyatro gösterileri düzenleniyordu. Gösterilerin gönüllü organizatörü Dr. Avni Tolunay, 1963’te Antalya Belediye Başkanı seçildiğinde bunu bir sanat şenliğine dönüştürmeye karar verdi. Yine Antalyalı sinemacı Behlül Dal’ın etkisiyle bu şenlikte yarışmalı bir film bölümü de yer alacaktı.
Tolunay, şenliğe bir amblem bulmak için çalışmalara başladı. Buldu da: Antalya’nın simgesi portakalı Venüs heykeliyle bütünleştirince işte sana amblem! Sol elinde bir portakal tutan Venüs heykelciliği böyle ortaya çıktı. Heykel bakır rengine çalıyordu, portakal ise turuncu. Tahminen Berlin’deki Altın Ayı ve Cannes’daki Altın Palmiye ödüllerinden esinlenilmişti. Kendi altın değildi ama ismi Altın Portakal oldu. İlk Altın Portakal ’ı 1964’te Gurbet Kuşu filmiyle Halit Refiğ, Türkan Şoray ve İzzet Günay aldı.
Heykelcikteki eksik birkaç yıl sonra fark edildi. Portakalı altın kaplama yapıldı. Festival 1985’e kadar Antalya Belediyesi önderliğinde düzenlendi. O yıl festivalin yönetimi, dönemin Belediye Başkanı Yener Ulusoy’un kurduğu Antalya Kültür Sanat Turizm Vakfı AKSAV’a devredildi. O gün bugündür organizasyonu AKSAV yapıyor.
1979-80 Altın Portakal tarihinin talihsiz yıllarındandı. Festival yapılamadı ve devamlılık bozuldu. 1979’da sanatçılar yarışmadaki bütün filmlerin sansürlenmesini protesto etti, yarışmadan çekildi. 1980’de 12 Eylül darbesi geldi, memleket festival havasında değildi.
BİZ PALYAÇO MUYUZ KORTEJE KATILMAYIZ
Ertesi yıl festival sevinci nahoş bir olayla zedelendi. Dokuz jüri üyesinin yedisi Kültür Bakanlığı’ndandı. Bürokratlar, diğer iki üye, Nisa Serezli ve sinema eleştirmeni Burçak Evren’e bir anlaşma önerdi: "Şimdi, Burçak Bey ve Nisa Hanım, 12 ödül veriyoruz ya, siz 11’ini kafanıza göre belirleyin. En iyi filmi biz seçelim." İki sanatçı teklifi reddetse de çaresizdi. Fakat bürokratların kafası karıştı. Jüri toplantısı 10 saat sürdü. 1981’de en iyi film ödülü sahipsiz kaldı.
1983 Altın Portakal’a, tarihinde en az filmin katıldığı yıldı. Sadece 4 film başvurmuştu yarışmaya. Halbuki bundan dokuz yıl önce 23 filmle yarışma tarihine geçecek rekor yazılmıştı.
Festivalin açılışında sanatçıların üstü açık otomobillerle Antalya caddelerinde dolaşması aksatılmayan bir gelenekti. Sanatçılar kortej fikrinden rahatsızdı. 1980’lerden itibaren Cüneyt Arkın, Türkan Şoray, Tarık Akan, Fikret Hakan, Kadir İnanır gibi oyuncuların iknası için çaba harcamak gerekti. Festivalciler çareyi filmleri yarışmasa da Meral Zeren, Deniz Akbulut, Ayşegül Ünsal, Çiğdem Tunç gibi güzelleri korteje dahil etmekte buldu.
Sanatçıların korteje tepkisi 1991’de büyüdü. "Biz palyaço muyuz, ciplere konup şehirde dolaştırılıyoruz" demeye başladılar. Kriz Sadri Alışık’ın araya girmesiyle önlendi. Ama sadece o yıl için. Sonraki yıllarda kortejde bir yoklama yapılsa Tecavüzcü Coşkun (Coşkun Göğen), Mahallenin Muhtarları ve Bizimkiler dizilerinden birkaç oyuncu dışında kimse "Mevcut!" diye el kaldıramazdı.
Ama bu bile halka yetiyordu. Hatta 1996’da Tecavüzcü Coşkun halkın yoğun ilgisine karşılık verebilmek için el sallamaktan neredeyse kilo kaybetmişti. Aslına bakarsanız Antalyalılara her şey yetiyordu, yeter ki kortej olsun. Bu durumu çözen bazı cin fikirli
magazin gazetecileri de görüntü almak için bindikleri kortej arabalarından halka el sallamış, "Amca beni tanıdın mı" sorusuna "Tanımaz mıyım ama hangi filmdeydin çıkaramadım" cevabını alınca birkaç saatliğine artist olmuşlardı.
KOKTEYLDE AMERİKALI TURİSTTEN BORNOZ ŞOV
Festivalin düzenleyicisi Antalya Belediyesi halkın ilgisini çekmek, şenlik havası yaratmak için her yolu deniyordu. İlk yıllarda bunu açılışa İtalyan folklor takımı ya da trompet çalan Alman bir karı-koca çağırarak yaptı. Pek olmadı tabii. Ama sonra formül bulundu. 21. Festival’in şehrin tam orta yerine asılan devasa afişinde ise şu isimler yazıyordu: Emel Sayın, Ajda Pekkan, Arif Sağ, Hülya Süer, Coşkun Sabah, Erol Evgin, Neco, Nilüfer, Hakan Peker Dans Grubu, Mehmet Ali Erbil ve Johnny Logan.
Halk için Böyle gösteriler ve konserler düzenlenirken, sanatçılar için de beş yıldızlı bir otelin havuz başında kokteyl yapılırdı. Amaç sanatçıları bir araya getirip, güzel yiyecekler ve içki ikram edip sohbet etmelerini sağlamaktı. Tabii her şey planlandığı gibi gitmiyordu.
Güzel yiyeceklerden başlarsak, geçmiş yıllarda açık büfe diğer davetliler tarafından talan ediliyordu. Sanatçılar da genelde aç kalıyordu. Ayrıca, sürekli onlardan imza isteyenler çıkıyordu ya da soru soran gazeteciler.
Bir keresinde futbolcu Tanju Çolak’la ilişkisi hakkında o kadar ısrarlı sorular sorulmuştu ki, Hülya Avşar daveti apar topar terk etmişti. Ama kokteyldeki en ilginç vukuat 1984’te Talya Oteli’nde yaşandı. Oteldeki Amerikalı turist Jones Stuart aşağıdaki seslerin sebebini merak etmiş, banyodan bornozuyla çıkıp kokteyl alanına inmişti. Uzun süre etrafta öyle dolaştı. Sanatçılar neye uğradığını şaşırdı. En sonunda görevlilerin uyarısıyla kokteyl alanını terk etti.
JÜRİ SABİT BİR MUTSUZLUK KAYNAĞI
Bunlar organizasyonla ilgili detaylar. Festivalin, ilk gününden bu yana izleyici, sanatçı ve eleştirmenlerde sabit bir mutsuzluk kaynağı olan kısmı ise içerikle ilgili. Daha doğrusu jüriyle. Jürinin niye bu kadar eleştirildiğini anlamak için üyelerinin nasıl seçildiğine bakmak gerekiyor.
Festival yönetimi her yıl Filmsan, Filmyön veya SESAM gibi başlıca Yeşilçam örgütlerine bir yazı gönderir ve jüri için isim belirlemelerini isterdi. Bu örgütler de sinema eleştirmenlerinin "bırakın film çekmeyi, sinema izleyicisi bile olmayan emekliler" diye tanımladığı bir eski Yeşilçamcı’yı gönderirdi. Böyle olunca da değerlendirme sanatsal kriterleri görmezden gelen, objektiflikten uzak, al gülüm-ver gülüm havasında geçerdi.
Dolayısıyla Yeşilçam’da gıcık yaratan yönetmene ya da ileri geri konuşan oyunculara ödül gitmemesine özen gösterilirdi. Dolayısıyla garip sonuçlar çıkardı ortaya. Örneğin en iyi yönetmen ödülü çoğunlukla, en iyi üç filmden birinin yönetmenine gitmezdi. Jüri üyelerinin o aralar sevdiği kişiye giderdi. 1989’da yönetmen Bilge Olgaç, onayı alınmadan yarışmaya dahil edilen filmini "böyle jüri üyelerinin bulunduğu bir yarışmaya katılmak onur kırıcıdır" gerekçesiyle geri çekmişti.
Tek şikayetçi sanatsal açıdan haksızlık yapıldığını savunan eleştirmenler değildi. Örneğin 1984’te yapımcı Türker İnanoğlu Sinema Yazarları Ödülü açıklandıktan sonra, jüri üyesi ve eleştirmen Vecdi Sayar’ın üstüne yürümüştü. Sayar, okkalı Osmanlı tokadından kıl payı kurtuldu.
1992’de İlyas Salman salondaki ödül töreninde birden ayağa fırladı ve bağırdı: "Kültür Bakanlığı’na laf ettim diye hakkım olan ödülü vermiyorlar!" Yatıştırmak için epey çaba harcamak gerekti.
Hülya Avşar da hakkının yendiğini düşünenlerdendi. 1994’te Bir Kadının Anatomisi filmindeki rolüyle Altın Portakal’a aday olmuş, kaybedince altına teneke muamelesi yapmayı denemişti: "Altın Portakal nedir ki Allah aşkına, ben Moskova Film Festivali’ni kazanmış oyuncuyum!"
Jüriye karşı güvensizliğin bir nedeni de kulaktan kulağa dolaşan, bazen basına yansıyan dedikodulardı. Kimine göre, bazı jürilerde köstebek vardı ve gereğinden fazla bilgiyi dışarıyla paylaşırdı. 1988’de jürinin açıklamasından bir gün önce sonuçlar gazetelere yansımıştı. Jüri üyesi Fikret Hakan haberi yapan muhabiri uzun süre sıkıştırmış, köstebeğin kimliğini öğrenmeye çalışmıştı. Daha beter bir köstebek olayı ise 1992’de yaşandı. Jürinin bir bölümünün yaptığı özel toplantıda kullandığı şu cümlelerden herkes haberdar olmuştu: "Bu herifin film çekmesi yasaklanmalı, ahlaksız yönetmen!" ya da "Ben, dul kadınların ilişki yaşamasına karşıyım, dul kadınlar ya lezbiyendir ya orospudur zaten". Bu özel toplantıyı sonra öğrenen jüri üyelerinden Duygu Asena ve eleştirmen Burçak Evren sonuç kararına muhalefet şerhi koymuştu.
TÜRSAK’LA YENİ BİR DÖNEM
Geçen yıl Altın Portakal tarihinde devrim sayılabilecek bir adım atıldı. İleri görüşlü Antalya Belediye Başkanı Menderes Türel, TÜRSAK başkanı Engin Yiğitgil’e festivali AKSAV’la beraber düzenleme teklifini götürdü. TÜRSAK-AKSAV işbirliğiyle yapılan 42. Altın Portakal festivali öncekilerden çok farklıydı. "Sonunda Cannes ve Berlin Festivali’ne benzedi" denmesinin en önemli sebebi festivale ilk kez uluslararası yarışma bölümünün eklenmesiydi.
Dokuz kişilik jürinin belirlenmesinde yine uluslararası standartlar gözetilmişti. Entelektüel kimliği ve objektifliğiyle bilinen isimlerin yanında genç sinemacılara da yer verilmişti. Havuz başı kokteyllerin yerini kırmızı halılı galalar aldı. Her şeyden önce bütçesi 6 trilyon liraydı. Woody Harelson, Michael Madsen ve David Caradine gibi Hollywood ünlüleri festivale katıldı, hatta kavgaya tutuşup, festivalin dünya basınında daha fazla yer almasına sebep oldu.
Bu yıl da ünlü oyuncular Nastassja Kinski, Jacqueline Bisset ve Morgan Freeman Antalya’da olacak ve geleneksel kortejde bu kez onlar el sallayacak. TÜRSAK başkanı Yiğitgil geçen yıl bir basın toplantısında festivalle ilgili kısa vadedeki planları sorulduğunda "Altın Portakal’ı bir sinema festivaline dönüştürmeyi düşündük. İlk aklımıza gelen bu oldu" demişti. TÜRSAK bu tasarıyı hayata geçiriyor ve Antalya’da oluşan heyecan dalgası artık uzak kıyılara ulaşıyor.