Güncelleme Tarihi:
ABD'li Martha Thompson, ilk kez 1980’de bir öğrenci değişim programıyla Türkiye’ye geldi. Henüz 17 yaşındaydı ve Türkiye macerasını üç yıldır boğuştuğu anoreksiya hastalığından bir kaçış olarak görüyordu. Konya’da tutucu bir ailenin yanında misafir öğrenci olarak kalırken Mehmet ile tanıştı ve David Bowie’ye benzettiği bu gence aşık oldu. Konyalı aile komşuları Mehmet ile görüşmesine karşı çıksa da Martha o yaz onunla gizli gizli buluşmayı sürdürdü. ABD’ye döndükten sonra mektuplarla sürecek bu ilişki nedeniyle Martha gelecek 9 yıl boyunca 7 kez Türkiye’ye gelip Mehmet uğruna her defasında birkaç ay kalacak, onunla Avrupa’yı da gezecekti.
Konya’daki bir köy evinde Türk kültürüne âşık olup hastalığının “materyalist Amerikan kültüründen” kaynaklandığını düşünmeye başlayan Martha, sonunda Mehmet’in sözleriyle yıkıldı. Mehmet, “Müslüman da olsan, vatandaşlık da alsan ailem seni gelin olarak kabul etmez. Biz istersen dünyanın herhangi bir yerinde evlenmeden görüşmeyi sürdürebiliriz” diyordu. Konyalı evsahibi aile ise Martha’yı Green Card alabilsin diye kendi oğullarıyla evlendirme derdindeydi. Martha’nın, aşk hikâyesinin hüsranla sona ermesiyle kırılan kalbi, sadece ABD’de değil Türkiye’de de birçok insanın çıkar peşinde koştuğunu anlamasıyla hepten yıkıldı. Ağır bir depresyona giren genç kızın anoreksiya nöbetlerine, “şeytani sesler” eşlik eder oldu.
Antik Yunanca’da “iştahsızlık” anlamına gelen anoreksiya, “Anoreksiya Nervoza” adıyla tıp literatürüne geçen kronik beslenme bozukluğuna işaret ediyor. Hasta aç olmasına rağmen yemek yemeyi takıntılı bir şekilde reddediyor, aşırı zayıf bile olsa şişman olduğunu düşünüyor. Özellikle genç kadınlarda ergenlik döneminde başlayan, ömür boyu sürebilen ve etkin bir tedavisi olmayan bu hastalık, psikiyatrik bozuklukların en ölümcül olanlarından...
Martha Thompson, gelecek 20 yılda oyuncu olma tutkusuna ve hayvan sevgisine sarılarak hayatta kalmayı başardı. Bulduğu yeni aşkın da yardımıyla şimdi ABD’de huzurlu bir yaşam sürüyor. ABD’de bu ay yayınlanan “The Oxygen Mask Rule” (Oksijen Maskesi Kuralı) adlı anı kitabında anoreksiya hastalarına hayata tutunmanın yollarını Türkiye’de aldığı ders üzerinden öğreten Thompson, Hürriyet’e şunları söyledi:
• Türkiye’ye 1980-1989 yılları arasında 7 kez geldim. Genelde birkaç ay kalıp ABD’ye döndüm. İlk gelişim American Field Service (AFC) kurumun düzenlediği bir öğrenci değişim programı sayesinde oldu. Konya’da bir ailenin yanına yerleştirildiğim için çok şanslıydım. 17 yaşındaydım, anoreksiya nervoza hastalığından muzdariptim. Bu programa katılmak için yeterince sağlıklı bulunmuş olmam bile büyük başarıydı. Anoreksiya yüzünden 14 yaşından beri defalarca hastaneye kaldırılmıştım.
• Konya o zamanlar pek Batılı görünmüyordu. Bir yeme bozukluğum yokmuş gibi davranmam kolaydı, çünkü hastalığım o günlerde oralarda hiç bilinmiyordu. Eminim bugün oralarda da aynı hastalıktan muzdarip Türk kızları vardır ve belki kitabım onlara da yardımcı olur.
• Konyalı aile benim yaşlarımda iki ikiz kız kardeş, bir ağabey, güzel bir anne ve avukatlık yapan katı bir babadan müteşekkildi. Ben mutlulukla “üçüncü ikiz” olmuştum. İlk günlerimde Türk hayatı hakkında çok şey öğrendim. Her şey bana yabancıydı. Kokular, tatlar, hiç bilmediğim türdendi. Kola bile daha tatlıydı.
• Türk kültürüne sevgim giderek derinleşti. Sonunda Türkiye ile Amerika’yı karşılaştırmayı bırakıp bu hayat tarzını kabullendim. Bu arada fark etmeden Türk kültürünü Amerikan kültürüne tercih eder hale geldim. Tüm Türk ailelerin sosyoekonomik durumları ne olursa olsun çok cömert ve huzurlu olduklarını gördüm.
• Konyalı aile ile birlikte dul bir kadınla kızının evine, onlara para yardımı yapmak için gittiğimizde, oradaki misafirperverliğin ve onların hayata bakışını görmenin de etkisiyle şöyle düşündüm: Ben de onlar gibi karmaşık olmayan bir hayat yaşayıp mutlu olmayı arzuluyordum.
• Zihnimin Batı kültürü ve modern düşünce ile kirlenmeyeceği bir zaman ve mekâna gitmek, hep orada kalmak istiyordum. Anoreksiya dâhil tüm sorunlarımın temel nedeninin içinde yetiştiğim sefil Amerikan kültüründen kaynaklandığını düşünüp çok kızıyordum.
• İlk gidişimde iki ay kaldığım Konya’da bir halıcı dükkânının sahibi olan Mehmet adlı bir gençle tanıştım. Konya’da üç yıl üniversite okumuştu, ABD’de halıcı açmak istiyordu. 1960’ların George Harrison’ı gibi kesilmiş kumral saçları, hatları David Bowie’yi andıran güzel yüzü, ela gözleri ve babamınkilere benzettiğim nazik elleri beni büyüledi. Âşık oldum.
• Yaz bitince okulum için ABD’ye geri dönmek zorunda kaldım. Türkiye maceram beni aydınlatmıştı. Kalbim patlayacak gibiydi. Artık gelecekten umutluydum. Eve dönmek beni önce mutlu etse de, Amerikan kültürünün Konya’daki basit köy hayatına kıyasla nasıl da savurgan ve gösterişçi olduğunu gördükçe utandım. 19 yaşında iyi bir aktris olmanın yanında ne olacağıma karar vermiştim: Türk olacaktım.
• Konyalı aile beni 1981 yazında yeniden davet etti. Mehmet ile buluşma umuduyla, askeri darbe yaşayan Türkiye’ye döndüm. Fakat öğrenci değişim programındaki o ailenin yanında kalmayı seçmem hataydı. Muhafazakâr baba, Mehmet ile buluşmamızı engelliyordu. Sonraları, Green Card alabilmesi için benim kendi oğullarıyla evlenmemi istediklerini anlayacaktım.
• Bir gün evsahibi aileden kaçıp Mehmet ile Konya dışında küçük bir hamama gittik. Hayatımda ilk kez baştan çıkarılmıştım. Mehmet orada bana evlenme teklif etti ve ben “Evet” dedim. Sonraki birkaç yıl, birlikte olmanın yaratıcı yollarını bulduk. Her gelişimde birkaç ay kalıyor, beraber Türkiye’yi geziyorduk. Paris ve Londra’ya da gittik.
• Son buluşmamız Paris’te oldu. Canlı bir restoranda caz müzik eşliğinde yemek yerken baştan tedirgindim. Mehmet aylardır mektuplarda söylemediğini söyledi. “Ne kadar iyi Türkçe konuştuğun veya Türk olmayı ne kadar istediğin önemli değil. Ailem Türk olmayan bir kızla evlenmeme izin vermez. Ama istersen böyle evlenmeden beraber olmaya devam edebiliriz” dedi. Türk kanım yoktu, o kadar.
• Midem ağzıma geldi. Durmadan ağlıyordum. Dünya başıma yıkılmıştı. Bana sarılmaya çalıştı ama ben vurarak onu ittim. Dışarı çıkıp kendimi bir Renault’nun altına atmak istedim, fakat beni sıkıca tuttu. Umutlarım ve hayallerim o mengenede ezildi. Derin bir karadeliğe düştüm. Romantizmden, dünyadan ve en çok da Mehmet’ten nefret ediyordum.
• ABD’ye döndüğümde, yaşadığım büyük duygusal acı, anoreksiya nöbetlerine, gaipten gelen şeytani seslerin eşlik etmesine neden oldu. Türk olmaktan başka bir hayal bulmak zorundaydım. New York’taki en iyi aktris olmak için çalışmaya karar verdim. Ancak 1998’de babamın ölmesiyle yaşadığım ikinci travma sonucu bunu da bıraktım.
• Yıllar süren çabaların ardından beni seven bir koca, yeni bir kariyer ve başkalarına yardım etme tutkusu sayesinde sonunda huzur buldum. Los Angeles Hayvanat Bahçesi’nde gönüllülerin koordinatörlüğünü yapıyorum, çok sevdiğim hayvanlara yakın yaşıyorum. Türkiye’ye küskün değilim. Türkler, Allah’a ve yakınlarına duydukları sevgi ve güven ile bana inançlı olmayı ve sevgiyi paylaşmayı öğrettiler.
• Bu süreçte öğrendiklerimi kitabımda anoreksiya hastaları için anlattım. Kitabın ismi ‘Oksijen Maskesi Kuralı.’ Bu şu anlama geliyor. Uçakta her yolcuya, acil bir durumda oksijen maskesini çocuğundan bile önce kendisine takması talimatı verilir. Hayatta da mutluluğu ‘diğer yolculara’ yardım ederek buluruz, ama bunu yapabilmek için önce kendimiz hayatta kalmalıyız.
- Hürriyet Gazetesi Dış Haberler Servisi Şefi Emre KIZILKAYA’nın iletişim bilgileri ve bloguna http://about.me/emrekizilkaya adresinden ulaşılabilir.