Annesi onu metin yazarı sanıyor

Güncelleme Tarihi:

Annesi onu metin yazarı sanıyor
Oluşturulma Tarihi: Kasım 20, 1999 00:00

Haberin Devamı

Her pazar İstanbul Kemancı'da stand-up yapan Figen Şakacı, artık tiyatro sahnesinde.

Çok gençti, 18 yaşında. Bir sabah erkenden evi terketti; devrim yapacaktı. Yapacaktı ama, sabahın beşinde sokakta onun kadar ‘‘bilinçli’’ bir tek insan olmadığı için vasıta bulamadı! Nasılsa okula vardığında, arkadaşları onu kadın kurtuluş hareketinin lideri ilan etti. O biiiir Roza Lüksemburg'du! Birden kalçası çıktı, topallayarak yürümeye başladı, ama bir döndü, arkasında kimse yok! Gece kalacak yeri de olmayan bir liderdi O.

Hikayeyi anlatmaya ve güldürmeye böyle başlıyor. Kuşağının yaşadığı şeyleri yaşadı o da. Ama kimse yaşarken bunların bu kadar komik olduğunu düşünmemişti herhalde. Darbeler, darbe sonrası baskılar, suskunluklar, kadınlığın farkedilmesi, erkeklerle didişmeler, okumalardan yazmalara geçmeler, ama bu arada bir türlü tutunamamalar. Sürekli çekip giden erkekler. Erkek çekip gittiği için sürekli kendini suçlayan kadınlar: ‘‘Çocukluğumdan itibaren sürekli anlatıyor, konuşuyorum, ondan’’, ‘‘topuz sevmiyor işte, niye yaptın, ondan’’ vs. Ama bir türlü ‘‘adam g.t gitti’’ diyememeler... Hele ‘‘gizemli kadın’’ olma çabası... Felaketlerle sonuçlanan iş toplantıları... Bardan adam kaldır(ama)ma girişimleri...

Figen Şakacı hálá çok genç. 28 yaşında. Annesi onu BRT'de bir kadın ve bir çocuk programında metin yazarlığı yaptığını sanıyor. Ama o her pazar Kemancı Kültür'de, 8 kasımdan beri de Beyoğlu Ada Kültür Merkezi tiyatro salonunda. Yani bu akşam yine Ada'da, ‘‘aile salonunda’’ gösterisi var.

Geçiyor spotların altına, ne mi yapıyor? Kendini anlatıyor. Kendini ve herkesi. Herkesi güldürüyor, herkesle birlikte gülüyor. Birileri de buna stand-up diyor...

Türkiye'nin ilk kadın stand-up'çısı olamadın. Üzgün müsün?

- Valla yurtdışındaydım.

Nereden çıktı bu stand-up'çılık? Ben seni son bıraktığımda gazeteciydin.

- Gazeteciydim, dergilerde çalıştım, sonra televizyoncu oldum, yönetmen yardımcılığı, dizi senaristliği, ilk soap operaydı filan, tam bir medyacıyım ben. Medya jokeriyim hatta. Sonra bir gün ‘‘ben neredeyim’’ diye sordum. Bir buhran, gelecek kaygısı.

Kaç yaşındaydın?

- O buhran her zaman var. Darbe gibi geliyor. Viyana'ya kaçtım. Avrupa'da dolaştım biraz. Gitmeden önce de arkadaşlarım bana hep şöyle diyordu: ‘‘Kızım bak, stand-up acayip patladı, hiç kadın da yok. Gel sen bu işi yap, becerirsin.’’ Ben de diyordum ki, ‘‘Bir tane olsun da ben öyle olurum, şimdi ilk olurum, ilk olduğum için kabul görürüm filan...’’

‘‘Yurtdışındaydım’’ cevabı, doğru muydu? Ben onu ‘‘elektrikler kesikti’’ gibi bir şaka sanmıştım.

- Yok sahiden öyleydi. Bir gittim geldim, almış yürümüşler. Yokluğumu bilmişler yani. Havaalanından aramışlar, Figen gitti, hadi, diye... Hakikaten yaparsın, dediler. Ben de yapamam, dedim. Çünkü duramam, sahnede duramam, düşerim. Heyecandan. Maymun olmak da var işin içinde.

Niye diğer işlerine devam etmedin de bu uzlaşmaz çelişkilere düştün?

- Kendim için değildi ki onlar. Para kazanmak için yapıyordum. Bir kere de eğlenmek için iş yapayım dedim. Sonra dedim ki, ben ne yapacağım peki? Arkadaşlarla biraraya geldiğimizde, içiyoruz, ‘‘Tamam’’ diyorum, ‘‘Dağılın, yapacağım.’’ Sonra sabah arayıp, ‘‘Ne oldu? Dağıldınız mı? Tamam neyse, boşverin, unutun’’ diye kendime geliyordum. Sonra o kadar sıkıldım ki bunu düşünmekten. Bir erkek arkadaşım Kemancı'da stand-up yapıyordu, beni düşünüp düşünmeyeceklerini sormasını istedim. ‘‘Figen gel, ben konuştum, sahne boş, çık diyorlar’’ dedi. Ben sanıyorum ki, bunun protokolü, prosedürü de çok uzun sürecek ve ben yine kaçacağım! Hiç öyle olmadı. Pazarları boş, gel dediler. Ben de düşüneceğime çıkarım, olmazsa inerim aşağıya, dedim. Sonuçta iki basamağa bakıyor.

OLAYI HATIRLAMIYORUM

Nasıl hazırlandın?

- Öyle abuk sabuk kurgular yapmama gerek yoktu. Benim de güldüğüm, herkesin de başına gelmesi muhtemel şeyleri, çok intimmiş gibi görünenleri, kadın erkek gibi durup da gereksiz kasılmaları filan alıp, çomak sokayım, dedim. Zaten hayattaki varlığım da böyle birşey. İlişkileri ele alayım ama ilişkiler deyince, ilk temas filan değil, işin membaına gireyim...

Menbaı nedir bu işin?

- Kadınlık erkeklik durumu. Nelerden kaçınırız, ne tuzaklar kurarız birbirimize, nelerden sıkılırız... Bunlar hepimizin ayrı ayrı yaşadığımız şeyler gibi görünür, hiç öyle değil. Ben de o çok özelmiş gibi duran şeyleri kamulaştırayım, ben eğlenirken insanlar da eğlensin istedim.

Ne anlattın?

- Anlata anlata bitiremediğim ya da anlatsam da kurtulsam dediğim ne varsa hepsini alt alta yazdım. Okudum, okurken güldüklerimi ayırdım, diğerlerini attım. Sonra sahneye çıkınca hepsini unuttum.

HEPİMİZ KASKATIYIZ

Düştün mü peki?

- Yok, ama az daha sandalyeyi tutturamıyordum bir keresinde...

Sonra nasıl hatırladın?

- Temas ettim...

Sandalyeyi demiyorum, söyleyeceklerini!

- Dilim çözüldü. Hesaplanmış birşey değildi. Çözülmese olmaz zaten; yani ağzından çıkanı kulağın duyacak, kulağın beynine götürecek, beynin onaylayacak ve bütün bunlar bir saniye içinde olacak, kimse de sıkılmayacak.

Kimi anlatıyorsun peki?

- Hem ben, hem değil.

???

- Yemedi mi? Tamam. Hürriyet'tendi değil mi! Kendimi anlatıyorum tabii. Hepsi birebir yaşadığım şeyler. İlk gecenin bence şöyle bir önemi vardı; Sadece ben mi güldüm, bitti, yoksa herkesin gülebileceği şeyler miydi? Yoksa komiklik olsun diye anlatılacak şeyler değil bunlar. Trajikomik. Ama neyin altını çizdiğine, neyin üstüne bastığına ve neyin içinden zıpladığına bağlı hikayeler.

Neyin altını çiziyorsun?

- Yaa, Hürriyet'i arasanız, stajyer biri yok mudur, bu saatte buraya gelecek!

Anlattığın hikayelerde hep okuyan yazan, ülkeden düyadan haberli, ama tutunamayan insanlar var.

- Tamam işte çevir bunu benim cevabıma. Öyle işte. Büyük laflar etmek istemiyorum, ama hakikaten bir hayatın altını çiziyorum. Nedir bu hayat; eğer dünyada kazananlar ve kazanamayanlar varsa, ki kazanamayanları çok kaybedenler sınıfına da almak istemiyorum, ama kazanamayışın ya da bir adım geride duruşun tercihle ilgili olduğunu düşünüyorum. Kazanmak istedim de birşey mi beceremedim, yoksa hayır bu yoldan mı gitmek istiyorum. İkincisi doğru ama çok meşakkatli. Hem bir kadın olacaksın, hem yükselen ve kazanılan değerlere ait olmayacaksın, hem de kendi istediklerini yapacaksın. Bunlar çok lüks şeyler.

Sen ne kadarını yapabiliyorsun?

- Hayatta yapamıyorum. Ama sahnede kendimi çok özgür hissediyorum. Bu, ‘‘Şimdi ben anlatıyorum, kontrol bende’’ gibi bir iktidar duygusu değil, tam tersi. Kaskatıyız. Kurumsal ilişkiler, kadın erkek ilişkileri, sokaktaki ilişkiler. Birlikte çözülelim istiyorum.

Bu oluyor mu?

- Bugüne kadar 500 kişi geldi, 500'ünü de çözdüm gönderdim gibi bir iddiam yok ama, önce temkinli yaklaşıyorlar. Sonra bakıyorlar ki, orada artistlik yapan yok, çözülüyorlar. Mesela çok hanım hanımcık oturuyor kadın, ama yarım saat oturuyor! Kimi sevgilisine, ‘‘Bak gördün mü, ben de bunu sana demiştim’’ diyor. Bir erkek ‘‘Ben hiç kadınların böyle düşündüğünü düşünmemiştim’’ dedi.

Sosyal içerikli birşey yapıyorsun yani.

- Tamamen. Mesaj verecem diyorum ya. Herhangi bir Yavuz Özkan filminde oynayabilirim.

SEYİRCİYE DOKUNMAK

Sahneden seyirci yanına inmeye başladığımda, bir kasılma oluyor. Şimdi gelecek, beni seçecek, ağzıma s...cak. Kimisi yapıyor bunu: Ben şimdi seni önce biraz okşayacağım, tam zayıf düştüğün anda kafana çökeceğim. Ahlaki değil bu. Bense, ne var ya birlikte konuşacağız işte diyorum, gidip dokunuyorum, korkacak birşey olmadığını anlıyor. Öbür türlü, biri mağdur/ mağdure, diğeri tüccar oluyor. Ben halkım adına konuşuyorum yani, bilmiyorum.

NEDEN BU KADAR KÜFÜR

Hayatta da var. Hani derler ya, ‘‘Kadınsın, ağzına yakışıyor mu?’’ Bana yakışıyor valla. Adamlar edince doğal, kadınlar edince niye olmasın? Özel olarak yapmıyorum. Ben nasılsam öyle olmaya çalışıyorum. Normalde küfür ederim. Has..tir demek bu ülkenin en büyük özgürlüğü. Can Baba'yı saygıyla anıyorum.

BAZEN YALNIZLAŞIYORUM

Seyredilen olmaya çok yabancılaşıyorum bazen. Kendimi yalnız hissediyorum. Son Ada Kültür Merkezi'nde başıma geldi: Önceden sahneye baktım, nasıl gireceğim diye prova yaptım. O zaman bir dekor vardı, suntalar arasından labirent gibi çıktım. Oyun öncesi yine suntalar var sanıyorum, perdeyi lay lay lom bir açtım, millet bana bakıyor. Geri dönülmez, ‘‘Pardon bir dekor vardı, alabilir miyim?’’ denmez. Pazar yerinde kaybolmuş gibi oldum.

STAND-UP SANAT MI?

Sanat olduğunu sanmıyorum, biraz kabare gibi. Barda da tiyatroda da kaldıran, oyun da olmayan, oyunsa da izleyiciyle birlikte oynanan. Ama bir yetenek işi. İnsanlarla kurduğun iletişim çok önemli, çok bıçak sırtı birşey ve onu çok iyi götürmen lazım. Sıkılanı da alman lazım, güleni de, söylediklerinin anlaşılabilir olması lazım ve bütün hikayelerle senin aranda bir mesafe olmaması lazım. Ben bunları siz gülün diye anlatıyorum, aslında öyle biri değilim deyip geride durmamak lazım.

TOMBUL TOMBUL MEMELER

Niye Tombul Tombul Memeler'le başlıyorsun?

Mesaj orada güzelim! Kadınların kendilerini ortaya atma biçimleri var. Sürekli geriye atılmalarından, herhalde. Mesela İbo'nun konserlerinde bir adam yoktur, sürekli kadınlar ortaya atılıp oynarlar. Milyonların önünde. Bu şarkı olmasa da kullandıkları uzuv birebir o. Ama bir yandan da ‘‘Of aman ne güzel memen var’’ desen iki tane çakar! Benimki de kendini ortaya atma biçimi. Ama o sözü geçen uzuvlarla değil. Beyin de bir uzuvdur ya... Programa böyle başlıyorum, hemen oynayanlar oluyor, sonra da ‘‘Hop n'oluyo’’ dediğimde, hakikaten ya, deyip oturuyorlar. İstiyorum ki biz o arada ve deredelikte konuşalım.

Çok interaktif birşey yapıyorsun. Her zaman karşılıklarını alabiliyor musun?

- Gırtlaklarına yapışıp almadan bırakmıyorum. Bir keresinde o kalabalığın içinde bir çifte yöneldim. Adama siz ne düşünüyorsunuz, dedim. Adam kör, kadın da Danimarkalı'ymış, Türkçe bilmiyor! Yanlışlıkla gelmişler.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!