Ersin Kalkan
Oluşturulma Tarihi: Nisan 12, 2009 00:00
Şimdi 40 yaşlarında olan bu iki kız kardeş, Osmanlı döneminde Afrika’daki köklerinden koparılıp Ege’ye getirilen siyah kölelerin torunları. Yetiştirme yurduna terk edildiklerinde daha minicik olduklarından, ailelerine dair bütün bilgiler de kayıp. Böylece iki kez köksüzleşmişler: İlkin Afrika’dan koparıldıklarında, ikinci olarak da beyazların arasında kimsesiz kaldıklarında.
Karşıyaka Yetiştirme Yurdu’na anneleri bırakıp gitmiş iki küçük siyah kız çocuğunu. Yıllar sonra yurttaki hizmetlilerden biri, annelerinin geri geldiğini söylemiş onlara: “Sizi anneniz getirip bıraktı. Soma kömürü gibi simsiyah bir kadındı. Dört-beş yıl sonra tekrar geldi.”
Yurt yönetimi çocukların kimsesizliği kabullendiğini, böyle kısa ziyaretlerle ortaya çıkan ebeveynlerin miniklerin ruhunda parçalanmaya yol açtığını ileri sürerek izin vermemiş. Ama annenin ıstırabını hafifletmek için yavrularını uzaktan göstermeyi kabul etmişler. Kadın arada bir gelir, bahçe duvarının dışından çocuklarına bakıp gidermiş.
Bu ziyaretler sırasında Fatma annesini fark etmiş: “Simsiyahtı ve gözü yaşlıydı. Uzaktaydı ama bakışlarıyla bize sarılıyor, kucaklıyordu.” Gözlerini kardeşi Ayşe’ye dikip ekliyor: “Son birkaç yıldır Ayşe’ye baktığımda annemi görüyorum. Çünkü kardeşim yaşlandıkça anneme benziyor. Böylece annemin o sisli sureti gözümün önünde yıllar geçtikçe daha çok netleşiyor” diyor.
BİZİ BEYAZLARIN ÜLKESİNDE NEDEN SİYAH YARATTIN
Anne silueti tamamen kaybolup gittiğinde yurttaki hayat tekrar eski rutine dönmüş. Çocukların arasında kendileri gibi siyah ve melez olan birkaç yetim daha var ama onlar yaşça büyükmüş.
Siyahlara karşı gulyabani hikayeleriyle büyüyen beyaz çocuklar, farklı renge sahip bu iki bebeği kabullenmemiş. Hiçbir çocuk onlarla aynı odada yatmak istememiş.
Çeşitli lakaplarla çağırıyorlarmış küçük kızları. En çok kullanılan “Arap”mış. Çünkü ilk köleler, Arapça konuşulan Sudan ve Güney Mısır’dan gelmiş. Siyahlar zamanla Arapça’yı unutmuş ama insanların onlara yakıştırdığı sıfat unutulmamış. İzmir’de yağmur yağdığında arkadaşları onlara dönüp, “Yağmur yağıyor, seller akıyor, Arap kızı camdan bakıyor” şarkısını söylermiş mesela. Kömür, Gündüz Feneri diyenler de olurmuş. Ama kız kardeşler en çok Çamur denmesine üzülürmüş: “Bazen Tanrı’ya dönüp, ‘Neden bizi beyazların ülkesinde böyle siyah yarattın?’ diye sitem ederdik” diyor Ayşe Hanım.
SİZ GÖRMÜYORSUNUZ AMA AFRİKA MENEKŞELERİ KADAR GÜZELİZ
Büyük kız kardeş Fatma Hanım 12-13 yaşındayken, yaşlı bir yardımsever kadının onlara saksı içinde Afrika menekşeleri getirdiğini hatırlıyor. Sevinçten ne yapacağını şaşırmış küçük Fatma: “Hemen bizim gibi siyah olan birkaç arkadaşımı çağırdım ve bakın bu güzel çiçek bizim akrabamız dedim, o da bizim gibi Afrika’dan gelmiş buralara. Çoğalttık, teneke kutulara, yoğurt kaplarına dikerek yurdun orasına burasına serpiştirdik. Demek istedik ki diğer arkadaşlarımıza, siz görmüyorsunuz belki ama biz de bu menekşeler kadar güzeliz aslında...”
Bu menekşeler yurda geldikten sonra Fatma’nın rüyasına bir orman girmeye başlıyor sık sık. Cennet gibi bir yer burası. Mor Afrika menekşeleriyle kaplı bu ormanda minik kuşlar uçuşuyor, sincaplar dans ediyor, ormanın içinden gürül gürül bir dere akıyor. Derenin karşı kıyısında ise yüzü belli belirsiz siyah bir kadın var. Bu kadının anneleri olduğunu biliyor. Fatma her gece, kız kardeşinin elinden tutup derenin karşısındaki annesine gitmek için yola çıkıyor. Her seferinde ya köprünün ipleri kopuyor ya ansızın derinleşen su onları yutmaya kalkıyor. Bir türlü derenin anne tarafına geçemiyorlar. Fatma yıllar sonra, “Ahhh o menekşeleri hiç görmeseydim. Madem ki gördüm bari Afrika’dan geldiklerini bilmeseydim” diye iç geçiriyor.
KIZIN SANA BAKAMAM EMEKLİ MAAŞI ÇOK DÜŞÜK
Çocuklar birkaç yıl birlikte, Karşıyaka Çocuk Esirgeme Kurumu’nun yurdunda kalıyor. Ayşe 5 yaşındayken bir aileye evlatlık veriliyor. Alışıyor yeni evine, ama altı sene sonra 1982’de baba ansızın ölüyor. Anne de, “Kızım özür dilerim ama ben sana tek başıma bakamam, babandan kalan emekli maaşı çok düşük” diyerek onu ablası Fatma’nın kaldığı Buca’daki yurda getirip bırakıyor.
İki kız kardeş kendileri gibi bir siyahla evlenerek bir hayat kuruyorlar. Şimdi Fatma Hanım’ın iki, Ayşe Hanım’ın ise bir çocuğu var. Fatma Recepoğlu Karşıyaka Yetiştirme Yurdu’nda çalışıyor. Ayşe Çemelek ise İzmir Diş Hastanesi’nde.
Mutlular mutlu olmasına ama hâlâ köksüzlük duygusuyla boğuşuyorlar. Annelerinin izini bulurlarsa belki akrabalarına ulaşacaklar. Ya da tam tersi. “Annemize sarılamadık ya” diyor Fatma Hanım, “Hiç büyüyemedik. Bir kere görsek ve sarılsak yeter. Rüyalarımdaki ormandan da çıkacağım böylece. Derede boğulmayacak, kopan köprünün iplerine tutunarak hayatta kalmak için çırpınmayacağım artık...”
ANNELERİNİN ADI YERİNE BAŞKASININ İSMİ YAZILI
1974’te yurdun kapısına bırakıldıklarında Fatma Recepoğlu 4, Ayşe Çemelek ise 2 yaşındaydı. Fakat kayıtlarda, çocukların vasisi olarak annelerinin adı yerine başkasının ismi yazılı. İzmir Ahkamı Şahsiye Hukuk Hakimliği’nin kararıyla bu iki kardeş devletin himayesine alındı. Nüfus kâğıtlarında baba adı olarak Ali Gürün’ün, anne olarak da Hatice Gürün’ün adı var. Hepsi bu kadar.