ANNEMİ KAYBETTİKTEN SONRA ÖLÜMDEN

Güncelleme Tarihi:

ANNEMİ KAYBETTİKTEN SONRA ÖLÜMDEN
Oluşturulma Tarihi: Aralık 20, 2012 10:17

Onu Altın Portakal kazandığı “Mutluluk” filmi ile tanıdık. Sonra “Vicdan” ve ardı ardına diziler geldi.

Haberin Devamı

Şöhret o ağırbaşlı, efendi halinden hiçbir şey götürmedi belki amama Murat Han’ın içinde, o sakin tavrın altında meğer bir de yaramaz çocuk varmış. Sarı jeep’i, bunu dışa vuran en iyi örneklerden biri sanırım. Bilkent’te tiyatro okuduktan sonra parasız pulsuz Amerika’ya gidip oyunculuk okuması da maceracı ruhunun bir başka göstergesi. Amerika’da okuyabilmek için bahçıvanlıktan garsonluğa 20’ye yakın işte çalıştığını söyleyen ünlü oyuncuyla buluştuk, okul hayatını, Amerika’yı, oyunculuğu ve hayat felsefesini konuştuk. 

Mesleğini ne olarak tanımlıyorsun?
- Mesleğim yazılı metni aksiyona çevirmek. Çevirmenlik. Zaten “aksiyon” da “aktör” de oradan geliyor. Aktör, yazarın dilini kendi yorumuyla aktarmak zorunda. Anlatım dili benim yeteneğimi gösteriyor, beni diğerlerinden ayırıyor.

Çocukken ne olmak istiyordun?  
- İlkokuldayken bunu sorduklarında uçaklara merakım dolayısıyla uçak mühendisi olmak istediğimi söylüyordum.

Hâlâ var mı öyle bir merak?
- Pilot olmak isterdim aslında, Amerika’dayken düşündüm de bunu... Ama 11 Eylül olaylarından sonra başım belaya girer diye bir daha gitmedim. Belki vize bile alamazdım.

Oyuncu olmaya ne zaman karar verdin?
- Lise birdeyken okul tiyatrosundaydım. Yunus Emre ve Shakespeare’in “Beğendiğiniz Gibi” oyunlarını sahneledik. Edebiyat öğretmenlerim “mutlaka oyuncu ol, sahneye yakışıyorsun, ses tonun iyi” diye tutturdu. O zamanlar aklıma girdi oyunculuk, bir daha da çıkmadı. Devlet tiyatrolarına gidiyordum hep, kendimi orada hayal ediyordum.

Alkış mıydı seni bu kadar çeken acaba?
- Kesinlikle onun da etkisi var. Alkışlanmayı, değer verilmeyi seviyoruz. Aslında hepimizin egosu bunu istiyor. Coşkulu alkış, en çok duymak istediğimiz şey. Ama sahneye neden çıktığını çok iyi bilmek lazım.

Sen neden çıkıyorsun?
- Sadece yazılanları ezberleyip, arkasına biraz da duygu koyarak onu oynamak ilginç ya da yeterli değil. İzleyiciye onların hayatlarından daha iyi bir şey vermek zorundasın. Ya da onlara iki saat boyunca kendini izletebilecekeri kadar enteresan olmak zorundasın. Sadece ezberleyeyim, biraz da duygu koyayım demekle olmuyor. Ben sahnenin bir sorumluluğu olduğuna inanıyorum. Rusya’da bir sanatçı üzerindekileri yırtarak dönemi eleştiriyor. Bunun üzerine insanlar sokağa dökülüyor, burjuvaziyi parçalayalım diye kendilerini parçalıyorlar. Sanat, rol model olduğun için büyük bir sorumluluk. Orada olmayı hak etmeli, alternatif yaşamler sunabilmelisin. Sanat işte o zaman sanat.

HAMLET’İ TÜRK GİBİ OYNAMAK BENİ RAHATSIZ EDİYORDU
Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi Tiyatro Bölümü’nden mezun olduktan sonra Amerika’ya oyunculuk okumaya gitmişsin. Böyle bir şeye neden
gerek duydun?

- Buradaki eğitim daha çok tonlama, mod ve ses üzerineydi. Radyo tiyatrosuna yönelik bir anlatım vardı. Tonlamanın tek başına bir şey ifade etmediğini düşündüm. Biz aksiyon işini de bilmeliyiz. Sıkıcılıktan da böylece kurtuluruz. Mod oynanmaz, aksiyonu yaratmak gerekir. Yazarlar arasında da ritm farkı vardır. İki ayrı yazarın yarattığı üzgün adamları farklı oynamak gerekir. Yazarların hangi akımdan geldiklerini ve ritmlerini de bilip, ona göre oynamak gerekir. Arthur Miller’ı oynarken yaptığın aksiyon entonasyonuyla Tennessee Williams’ı oynarken yaptığın farklı olmalı. Biri daha gerçekçidir, diğeri metaforlara önem verir. Aynı şekilde bir Anadolu kadınının ölüme verdiği tepkiyle bir İngiliz kadınınınki farklıdır. Hamlet’i oynarken Türk hareketlerini yapmak beni rahatsız ediyordu mesela.

Oyunculuğu, sinemayı, sanatı bu kadar ciddiye alıyorken, her hafta 90 dakika çekilen ve zamana karşı yarışan dizilerde rol almak zor olmuyor mu?
- Zor tabii. Sinemada değil ama dizilerde özellikle karakter yaratmak zor. Çünkü başı sonu bell değil. Karakter bir hafta başka davranırken, diğerinde ona uygun olmayan şeyler yapabiliyor.
Aileye, üniversite yıllarına dönelim mi yine... Nasıl bir aile ortamın vardı. Annen, baban?
- Babam Maden Tetkik Arama Enstitüsü’nde çalışıyordu. Memur ailesiydik, sade, düzgün insanlar olarak büyüdük. Ben Mimar Kemal Lisesi’ni bitirdim. Bir ablam matematik öğretmeni oldu, diğeri memur. Herkes öyle devam ediyor hayatına. Ben de çevirmen oldum.

Memur çocuğuyken Bilkent’te okumak, sonra Amerika’ya oyunculuk eğitimi almaya gitmek. Nasıl oldu bunlar?
- Bilkent’te burslu okudum. Öğrenci başkanlığı yaparken rektörümüz bana Amerika’da dekanlık yaptığını, oraları iyi bildiğini söyledi. “Bu ekomomik şartlarda gitme, mecaraya atılıyorsun, çok ezilirsin” dedi.

Dinlemediğin ortada! Nasıl oldu peki bu yolculuk?
- Eski bir otomobilim vardı, onu satıp gittim. Zaten iki yıl önceden gitmeyi kafama koymuştum. Uzun süre yazıştım. “Deneme yapar, bakarız” dediler. Ben o sürede hazırlıklarını yaptım. Üniversite ikinci sınıf bittiğinde Amerikan Kültürü ve Edebiyatı derslerine girdim, TOEFL aldım. Orada bir Türk arkadaş buldum, Emin diye, onun yanında kaldım. Sonra okuldan bulduğum Rus bir ev arkadaşım oldu.

AÇ KALDIM, GARSONLUK VE BAHÇIVANLIK YAPTIM
Okurken gereken parayı nasıl kazandın?
- Çalışarak. İlk pizzacıda başladım. Bana çalışma izni sordular, “var” dedim, “iki gün sonra getir” dedi. Bir yerden sahte belge ayarladım, onu götürüp işe başladım. Sonra bizim bir hocamız vardı, “tanıdığınız bahçıvan var mı” dedi. Hemen atladım ben yaparım diye.

Var mı ki bahçıvanlığın?
- Yok! Ama o şekilde okulu bitirdim işte... Her işe atlayarak. Restoranda çalıştım, garsonluk yaptım, eşya taşıdım, garsonluk ve bodyguard’lık yaptım, barda çalıştım. 20’ye yakın iş değiştirdim. Hepsi nakit iş çünkü nakit para gerekiyordu okula ödeme yapmak için.

Hiç aç kaldın mı?
- Bir ara kaldım. McDonalds çarşamba ve pazarları 19 cent’e hamburger veriyordu. 1 dolara 4-5 hamburger yiyip doyuyordum.
Mutlu musun yaşadıklarından?
- Mutluyum. Her şeye ayak uydurabilmemin faydasını tiyatroda da gördüm. Oyuncu olarak çok beslendim. Hiç “iki üniversite bitirdim, şimdi nelerle uğraşıyorum” diye düşünmedim. İyi ki yaşamışım o günleri...
Hep böyle maceracı mısındır? Adrenalin tutkun var mı? Hiç öyle görünmüyorsun gerçi...
- Risk almaktan korkmam. Macerayı, doğayı da hep sevmişimdir. Bungee jumping, paraşüt gibi tutkularım var mesela. Amerika’da bir vinç var kaldırıyor seni, oradan serbest düşüş yapıyorsun. Asfalta üç beş metre kala duruyorsun. Denedim, inanılmaz zevk aldım.

ANNEMİ KAYBETTİKTEN SONRA ÖLÜMDEN KORKMAZ OLDUM
Korkmuyor musun ölümden?
- Korkmuyorum artık.

Artık derken?
- Annemi kaybettiğimden beri korkmuyorum. Üç yıldır yani... Öncesinde de “ölüm yaşamın bir parçasıdır” diyordum gerçi, ama annemin ölümünden sonra iyice korkmaz oldum.

Nasıl bir anne-oğul ilişkiniz vardı?
- Çok iyi, arkadaş gibi... Çok düşkündüm anneme. Kanser çok ağır psikolojiydi, çünkü karşındaki kişinin yavaş yavaş öldüğünü görüyorsun.

Kaç yıl sürdü?
- İki yıl. En kötüsü de her gün karşılıklı yalan söylemek... Sana söylenen şeyler başka, sen ona iyileşeceğini söylüyorsun. O da sen üzülme diye ne kadar kötü olduğunu gizliyor. Ama bir gerçek var, gözünün önünde eriyor. Ve sonunda da o yıkımı yaşıyorsun. Her gün bunu yaşamak işkence ile yavaş yavaş ölmek gibi. Eskiden rengarenk ve heyecanla bakardım her şeye. Artık daha gri bakıyorum.

Baban nasıl peki? Ona nasıl destek oluyorsunuz?
- En çok acıyı ve yıkımı bence o yaşadı, hâlâ da yaşıyor. Birlikte geçen 40 yıl var, dile kolay. Bizim yapabileceğimiz tek şey, mümkün olduğunda onunla beraber zaman geçirmek. Yılbaşını mesela her yıl Ankara’da, evde geçiririm.

Her yılbaşını evde, ailenle mi geçirirsin gerçekten? Sevgilin, arkadaşların bir şey demiyor mu?
- Onlar anlayışla karşılamalı. Aile geleneği bizimki. Diğer günler zaten arkadaşlarımla, sevgilimle olabiliyorum. Şu anda babamın elinde kalan tek şey o belki de... Bir gün onu da kaybedeceğiz, o yüzden bu özel günleri onunla geçirmeye devam edeceğim.

RUHEN HENÜZ EVLİLİĞE HAZIR HİSSETMİYORUM
Aile olma fikrine nasıl bakıyorsun?
- İyi bakıyorum ama benim için yaş olarak değilse de ruh olarak erken... Çok şey yaşadım son dönemde.

Baba olmak için geç kalırsam diye korkmuyor musun?
- 37 yaşındayım. Bir beş senem var herhalde. İleride isterim tabii.

Kız çocuk mu, erkek mi?
- Kız isterdim.

Nasıl bir sevgilisin?
- Evcimenimdir. Eğlence gece olur gibi bir takıntım yok. Gündüz de eğlenebilirsin. Bilmediğim yerlere gidip yeni şeyler keşfetmek benim için eğlencedir yani...

Yemek yapıyor musun?
- Mantı dışında her yemeği yaparım. Fırında somon mesela, çok güzel olur. Kendime has bir sosum da var. Kanadalı bir arkadaşım var, ki biliyorsun onlar somonun her türünü yerler, dünyada böyle bir somon yemediğini itiraf etti bana.

Şu sosun tarifini alsak.
- Söylemem. Yaparım yersin (gülüyor).

TÜRKİYE’DE EKSİK OLAN ŞOV İŞİ VE PAZARLAMA
Müzikle aran nasıl? Konserlere gider misin?
- En son Jennifer Lopez’in konserine gittim. Konser değil tam bir şovdu aslında. Amerikalılar şov işini gerçekten iyi biliyor. O şovu da ağzım açık izledim. Çıksa, sadece şarkı söylese bu kadar keyif almazsın ve Jennifer Lopez de o Jennifer Lopez olmaz zaten. Türkiye’de eksik olan şov işi ve pazarlama. Bir oyuncunun pazarlama kısmıyla da ilgilenmesi lazım. Ürünü gösteremezsen son kullanma tarihi gelir, geçer.

Böyle bir korkun var mı?
- Yapmak istediklerini başaramazsan, son kullanma tarihini geçirebilirsin.

Tatmin olmamış bir halin var? Oysa “Mutluluk”la gelen bir Altın Portakal söz konusu.
- Henüz tatmin olmadım. İyi bir sinema filmi bekliyorum. “Mutluluk”tan sonra “Vicdan” oldu, ikisi de iyi filmlerdi gerçi... Ama sonrasında 20 senaryo geldi, hepsini yarısında bıraktım. Çok özledim sinemayı. İyi bir işin içinde olmayı çok istiyorum. Bekliyorum.

HAYATIMDAKİ KADIN CIVIL CIVIL OLMALI
Aşk acısı çektin mi hiç?
- Herkes kadar.

Aşkın tarifi ne senin için? Gerçek aşkı yaşadığına inanıyor musun?
- Çok geçici bir şey. Uzun süre yalnız kalınca, biriyle bütünleşeceğin hissi geliyor ve o coşkuyu yaşamak için birini bulmak gerekiyor. Bulduğun kişi ile kimyasal bir çekim söz konusuysa da aşık olduğunu düşünürsün ama o zaman onu tanımıyorsundur. Tanımadığın birine nasıl aşık olursun? Sen içindeki enerjiyi boşaltmış oluyorsun sadece. Zamanla ve tanıdıkça aşk yok olabiliyor. Yok olmuyorsa, işte o gerçek aşk oluyor. Gerçek aşk ilişki başladıktan bir-iki yıl sonra gelişiyor bence.

Senin aşık olacağın kadın nasıl olmalı? Ya da olmamalı?
- Bu zor bir soru. Çünkü kime aşık olabileceğini kestiremiyorsun. Biraz cıvıl cıvıl olması lazım ki dengeli olalım; ben sakinimdir, mantıklıyımdır çünkü. Benim gibi mantıklı konuşan biri olursa, kendime, egoma aşık olmuş gibi olurum. Ben karşımdakinde kendimi tekrar ediyor gibi olmak istemem. Benden farklı olsun, ondan bir şeyler öğrenebileyim.

Kıskanç mısın?
- Çok değil. Kıskançlık çok anlamsız bir duygu. Karşındaki insanı başka birine bakıyor mu diye kıskanıyorsam, ben işi o duruma gelmeden bitirmeliyim. “Savaş Sanatı” diye bir kitap okumuştum. O kitaba göre savaş dehalarının hiçbiri sıcak savaşı sevmezmiş. Dahi insan herkesin göremediğini görüp, tehlikeyi tehlike arz etmeden ortadan kaldırabilendir. İlişkide iş kıskanma ve şühelenme noktasına gelmişse sıcak savaşa gelinmiş demektir. O zaman senin zekan nerede? İşi oraya getirmeden bitirmen gerekir.

Kolay güvenir misin insanlara?
- Kolay güvenmem, zaman alır. Serbest bırakır gözlemlerim. Sabırlıyımdır.

NEW YORK BORSASINDAN SERTİFİKALIYIM
Sarı otomobil satın almak nasıl bir ruh hali? Göz önünde olmak mı, dikkat çekmek mi, çılgınlık mı?
- Maceracı ruhum. İnsanlar beni çok ciddi, soğuk, arızalı biri gibi görüyor, ama tanıdıkça öyle olmadığımı anlıyorlar. Ben bu aracı çok seviyorum, çocukluğumdan beri sevdiğim bir modeldir. Aslında Sahra beji renkli olanı istiyordum ama sarıyı görünce gülümsedim, fikir değiştirdim. Bejin içine oturdum, bir şey hissedemedim, sarının direksiyonuna geçtim içim kıpır kıpır oldu, aydınlandım. Yaramaz çocuk havasını ve güneş veren enerjisini sevdim.

Halkın ilgisi hoşuna gidiyor mu? Yoksa fazla ilgiden rahatsız olanlardan mısın?
- Yok rahatsız olmuyorum, herkese saygı duyarım. Vay baba diye yaklaşana da iyi davranıyorum, Murat Bey diyene de.

Parayla ilişkin nasıl?
- Yatırım yaparım genelde... Amerika’da ekonomi olayına da girmiştim. Basketbol oynarken biriyle tanışmıştım, Yunan asıllı bir Türk borsacı... Konuşurken günde 20-30 bin dolar para yaptığını falan yaptığını öğrendim, kanım dondu. Ben de şansımı deneme kararı aldım. Bir yıl boyunca bu çocukla işe gittim. Bana bir bilgisayar ayarladı, grafik okumayı öğretti, işin inceliklerini öğretti. Sonra belge bile aldım New York borsasından. Ama baktım ki çok zaman alıyor, “Buraya para kazanmak değil oyunculuk için geldim” dedim ve bıraktım. Kazandığım bütün parayı oyunculuk work shop’larına yatırdım.

Yaptığın en çılgınca harcama?
- Bir dönem otomobillere çok harcadım. Alıp satarken çok para kaybettim. Çocukluktan kalan bir açlıktı belki... Şimdi geçti.

Bugüne kadar hiç psikolojik yardım aldın mı? Ya da buna gerek duydun mu?
- Hayır almadım. Çok fazla kitap okurum ama... Amerika’da kişisel gelişim, iyileştirme, enerji üzerine kurulu bir gruba katılarak çok şey öğrendim.

Nedir öğretilerinin cümlesi?
- Zaman ile ilgili anlattıklarım falan var işte içerisinde.

Haberin Devamı

HAYAT BANA DERT VERMESİN GERİSİNİ HALLEDERİM
Hayattan en büyük beklentin?
- Hayattan beklentin olursa hayal kırıklığı olur. Hayat bana dert vermesin, gerisini hallederim.

“Mutluluk”, Altın portakal mıdır senin için?
- Film olan “Mutluluk” için evet. Ama gerçek mutluluk için tabii ki hayır.

Nedir mutluluk peki?
- Çok beklentide olmamaktır. An içinde mutlu olmaktır mutluluk. Bence problem yoktur, çünkü problem belki gelecek zamana aittir ve şimdiki an o zamana ait olmadığı için de problem yoktur. Önemli olan içinde yaşadığım andır benim için. Annem hastayken çok üzülüyor, altı ay sonra öldüğünde ne olacağını düşünüyordum. Sonra dedim ki ne yapıyorsun, annen şu anda burada, anın tadını çıkar, git ona sarıl, altı ay sonra olacak şey için şimdiden üzülmek gereksiz. Endişe ve korku geleceğe, zamana ait şeylerdir. Endişe ve korku insanı hareket ettiriyor ama bir yere taşımıyor, sallanan sandalye gibi.

Haberin Devamı

Doç.Dr. M. Özkan Pektaş (Psikiyatr): Murat Han’da bağımlı kişilik yapısı yok
Dışarıdan sakin, mantıklı ve dingin bir yapısı olduğu düşünülse de yaşam hikayesi son derece renkli. Risk almayı seviyor, belirlediği hedeflere ulaşmak için gösterdiği çabalar ne kadar mücadeleci olduğunu kanıtlıyor.

Sahne sanatını seçtikten sonra yetersiz olduğunu düşündüğü alanlarda kendini geliştirmek için hem bol kitap okumuş hem de eğitimi için yapmadığı şey kalmamış. “Sıcak savaş”ı sevmiyor ancak bu yarın olacakmış gibi kendini donatmasına da engel olmuyor. Amerika’da verdiği mücadele de bence kişiliğinin güçlenmesinde çok etkili olmuş.

Annesine ve ailesine bağlılığını açıkça ifade eden oyuncumuz konu kendi mesleki gelişimi olunca yuvasından bilinmeze doğru uçmayı becermiş. Onun bağımlı kişilik yapısı yok; her zaman eksikliklerini görüp yardım istemeden çözmeye çalışıyor, kendine özel tarz geliştiriyo, sarı otomobili de bunun bir kanıtı.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!