Güncelleme Tarihi:
Say Yayınları çocuk ve gençlik kitaplarımı basmaya başladığından beri yolum Sirkeci’ye, Cağaloğlu’na daha sık düşer oldu. Onlarla birlikte hareket edebilmek için, imza günleri için gittiğimde Sirkeci’deki otellerden birinde kalıyorum. Otelim Nöbethane Caddesi’ne açılan küçük bir sokakta. Sirkeci, benim için İstanbul’a ayak basmak anlamına geliyor. Nöbethane Caddesi’ndeki her adımımda yıllar öncesine gidiyor aklım: Şurada filanca yazıhane vardı... Elimde değil, o sokaklarda çocuk gölgemi arayıp duruyorum. 15 yaşında, Eylül 1961’de Edirne Erkek İlköğretmen Okulu giriş sınavlarının sözlü bölümü için yollara düştüm ve ilk olarak orada İstanbul’a ayak bastım. O zamanlar Sirkeci’nin bu daracık sokakları Anadolu ve Rumeli garajı görevini görüyordu.
Sınav sonrası Edirne’den kendimi İstanbul’a atışım harikaydı ama saat henüz 20.30 olduğu halde, İzmir’e son otobüs az önce kalkmıştı. Pek ufak yapılıyım, küçücük bir çocuğum. İstanbul’da kalmaya korkuyorum, üstelik param bitmek üzere. Bir taksici imdadıma yetişiyor. 5 liram varsa, beni az önce kalkan Ege Jet’in otobüsüne, Kabataş’ta otobüs ‘arabalı’ya binmeden yetiştirebileceğini söylüyor. Güvenmek zorundayım. Taksiye atladığımız gibi fırlıyoruz. Yolda da ekliyor: Eğer arabalı vapura beni yetiştiremezse, öbür vapurla geçip, bu beş kâğıda İzmit’e kadar otobüsü yakalamaya çalışacağını, eğer yine yakalayamazsa beni orada bırakacağını söylüyor. Kim olduğunu hiçbir zaman bilemeyeceğim o has insanın, arabalı vapura son taşıt olarak binmiş otobüsün elinde biletle koşan şoför yardımcısına seslenirken, benim kadar sevindiğini nasıl unuturum! Nöbethane Caddesi’nde, o günkü Ege Jet yazıhanesinin bulunduğu dükkânın yerini bile az çok kestirebiliyorum. Sonraki yolculuklarımızda kalkan tava yediğimiz köşe başlarını da.
Aziz Nesin'den şipşak talep
Nöbethane Caddesi’nden tramvay yolunu atlayıp karşıya geçince, yukarda İpek Oteli ve Şehir Oteli karşılıklı köşelerdedir. Aklımda ‘Şehir Lokantası’ diye kalmış ama emin olamıyorum şimdi.
Dostlarım “İpek Oteli’nin altındaki lokantaydı” diyorlar. Orada bir güzel öğle sonrası geçirmiştik: Kadim dostum Aydın Yalkut, Selahaddin Hilav ve Gelişim Yayınları’ndan arkadaşlar… Unutulmaz bir gündü. Şimdi, Sirkeci’den Cağaloğlu’na doğru tırmanmaya başlayınca önünüze bir ucube çıkıyor: Marmaray! İnşaatın biteceği yok. Yokuşu adeta tıkamış. Sola, İstanbul Valiliği’ne doğru girerseniz ‘demir perde’lerin gerisinde kalmış Say, Morpa, Broy yayınları var. Vilayet’in yanında ise Görsel Yayınlar’ın kurulmasıyla Görsel Han adını alan, bir zamanların İkdam Han’ı vardı. Görsel ve Can Yayınları oradaydı. İkisi ortaktı. İzmir’de dağıtımcılıkla uğraştığım dönemlerde İstanbul’a indiğimde çoğunlukla önce oraya uğrardım. Görsel’le yakın ilişkim vardı. O koca şirket battı sonra. Sahibi Ragıp Yazır öldü. Son gelişimde oraya kadar çıkıp baktım: İkdam ya da Görsel Han’ın yerinde Hotel Levi var şimdi.
Oysa benim unutulmaz anılarım vardı orada. Can Yayınları’nın kurulduğu yerdir. Erdal Öz’le orada kim bilir kaç kez görüşmüşüzdür. Bir gün Aziz Nesin’e orada rastladım. Erdal Öz, ortağından ayrılışını kısaca özetleyiverdi bize. Aziz Nesin “Benim kitap (Şimdiki Çocuklar Harika) hanginizde kaldı” dedi. Erdal Öz, “Bende” deyince, Aziz Nesin parmaklarını şıkırdatarak, “Ver paramı öyleyse” dedi. Erdal Öz bana döndü:
- Herife bak yahu, dedi, daha eldeki kitaplar buraya bile gelmedi.
O gün orada genişçe söyleşme olanağı bulduk. Aziz Nesin, Erdal Öz’ün diğer ortaklığını yanlış buluyordu. Erdal Abi de “Ne yapayım, param mı var ki benim” diyordu: “Sıkıştım mı 300 bin istiyorum, 10 dakikada geliyor…” Yusuf Atılgan’ı orada tanımıştım. Can Yayınları’nda editörlük yapıyordu.
Yaşar Nabi'ye rahmet
Şimdi de karşıya, çatalın sağına geçiyoruz. Ankara Caddesi ya, asıl Cağaloğlu Yokuşu orası. Sağdan yürüyüp çıkarken, levhası orada son günlere kadar asılı duran Varlık Yayınları, Cağaloğlu Yokuşu’ndaki Edes Han’daydı. (Hey gidi Yaşar Nabi… Sen tarihsin, edebiyat tarihi! Minnet ve rahmet sana!) Bu daracık bir sokaktan ibaret yokuşun bitiminde, solda Bakış Yayıncılık vardı. Daha çok harita basardı. Babası ölünce, orası oyuncu Hakan Altıner’e kalmış. Altıner, Bakış diye bir dergi çıkardı. Dergiyi Attilâ İlhan yönetti. Bir kez orada İlhan ve dergideki arkadaşlarla toplandığımızı anımsıyorum.
Manzaralı cemiyet lokali
Bab-ı Âli yokuşunun sonunda İran Konsolosluğu var. Karşısında ise Gazeteciler Cemiyeti. Sol karşısında (yanık) İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü. Gazeteciler Cemiyeti’nde dostlarla buluşurduk. Bir gün Cemal Süreya’ya rastlamıştım. Keyifsizdi. Bir iki arkadaşıyla kısa süre kaldı ve ayrıldı. Çınar Yayınları’nı yeni kurmuş olan Aydın Ilgaz’la iki kez iş için orada buluştuğumuzu anımsıyorum.
Ünlü yazarlara, gazeteciler de Cağaloğlu’nda sık sık rastlayabilirdiniz. Altın Kitaplar’ın o günlerdeki ortaklarından ve yöneticilerinden Uğur Gergin’le ünlü bir köfteciye gitmiştik bir gün. Hasan Pulur da oradaydı. Yemeği birlikte yedik, sohbet ettik. Benim için müstesna bir zaman dilimidir.
Anıların izinde Sirkeci’de ve Cağaloğlu’nda dolaşmak güzel de insanın içini acıtıyor. Cağaloğlu, Bab-ı Âli yayın dünyasının merkezi olmaktan çoktan çıktı. Bugünkü unutulmuş, gözden düşmüş haliyle, öksüz bir çocuğa ya da yüzüne bile bakılmayan bir ihtiyara benzetebiliriz onu.
Anıların iziyse belleklerde…
Geçmişi çinkoyla kaplamışlar
İran Konsolosluğu’ndan sağa dönünce İstanbul (Erkek) Lisesi’nin görkemli yapısı karşılar sizi. Önünden geçerken içim cız eder. Öğrencileri Çanakkale Savaşı’na gitmiş ve dönmemiştir. Her geçişimde burnumun direği sızlar. İstanbulspor’un formasındaki siyahın o acıyı anlattığı, anımsattığı bilinir.
Solda Karacan Yayınları vardı. Attilâ İlhan’la orada Sanat Olayı döneminde epeyce buluştuk. Ali Saydam kuruluşun yetkili adıydı. Ülkü Karaosmanoğlu’nu YAZKO’dan tanıyordum ama asıl orada dost olduk. İzmir’den, öğrencilik döneminden tanıdığım Soner (Atadan) Olgun da orada çalışıyordu o dönem. Aynı sokaktaki Tabipler Odası’nın konferans salonunda kaç toplantıya katıldım kim bilir! Türkiye Yazarlar Sendikası, YAZKO...
YAZKO’yla Erol Toy döneminde, Hayati Asılyazıcı, Hüseyin Haydar, Can Yücel, Bekir Yıldız, Muzaffer Buyrukçu gibi yazar ve şairlerle pek çok birlikteliğim oldu. Az ileride Cumhuriyet gazetesi vardı. Refik Durbaş, Konur Ertop, Kemal Özer orada çalışırdı. Eski bina Pembe Konak şimdi çinkolarla perdelenmiş. İttihat ve Terakki’nin bu tarihi binası ölüme terk edilmiş.
Sıhhiye Apartmanı’nın unutulmaz sakinleri
Bab-ı Âli Caddesi’nden yukarı çıkarken Örgün Yayınlar’a uğrayıp sahibi şair, yazar Nurer Uğurlu’yu görmek için sağa, Nuruosmaniye Caddesi’ne sapardım.
Bab-ı Âli 19 numaradaki Sıhhiye Apartmanı anılarımda en çok yer alan hanlardandır. Bu han, Bilgi Yayınevi sahibi Ahmet Küflü ile akrabalarına aitti.
Gelincik Günleri adlı kitabımı yayımlayan Mehmet Ali Yalçın’ın MAY Yayınları bu işhanındaydı. Hasan İzzettin Dinamo’yu, Zihni Anadol’u orada tanıdım.
Bir defasında birkaç şair oradaydık. Sivil polisler geldi, MAY’da arama yapıyorlar. Ömrü polis kovalamacası ve hapislerde geçmiş Dinamo çok rahatsız oldu.
“Bu şairler niye toplanmışlar burada, hepsi de solcu, ne yapıyorlar diye düşünürler. Hüseyin, biz gidelim” demişti o gün.
Aynı odalarda bir dönem Görsel Yayınlar’ın ekibi çalışırdı. Bir ara Can Yayınları da orada bulundu.
Tarık Dursun K.’nın danışmanlık yaptığı dönemde Bilgi Yayınevi temsilciliği gibi kullandığı odada müzmin karamsar şair Tevfik Akdağ’ı, çizer Semih Poroy’u, çizer Mümtaz Arıkan’ı tanıdım. Poroy, Akdağ’a, “Hadi Tevfik Abi, moralimizi boz” derdi, gülerdik.
Cem-May Dağıtım, Ragıp Zarakolu’nun eşi Ayşe Zarakolu tarafından yönetilirdi. O ise girişte, merdivenleri çıkınca sağdaydı. Hanın, antika bir asansörü vardı.
Tel kafes biçimindeydi. Binince ürperirdim. Sıhhiye Apartmanı yıkıldı. Şimdi yerinde modern bir yapı var.