Güncelleme Tarihi:
Yetmişlerin başlarında 17 yaşında ‘‘küçük’’ bir kız, ‘‘büyük’’ bir ses ve sesin süzülüp geçerek hâlâ aynı ‘‘naifliği’’ korumayı başardığı onca yıl... Yalnızca yorumculuğu ve sesiyle müzik piyasasında belki de hâlâ başka örneği bulunmayan tarzı getiren tek şarkıcı... Nilüfer şimdi de ‘‘Yediden Yetmişlere’’ adını verdiği yeni albümünde yetmişli yıllarda kırkbeşlik olarak çıkan şarkılarını bir araya topladı...
Başarılı bir albümden sonra ilk şarkıcılık dönemine ait besteleri bir araya getirdin. Neden şimdi?
‘‘Bu tarz çalışmalara ülkemizde ne yazık ki her zaman biraz endişeli yaklaşılıyordu. Biraz da etrafın sesine kulak kabarttığında sen de o endişelere kapılıyorsun, ama geç bile kalındı diye düşünüyorum. 1972-1978 arası dönemini seçmemin sebebi bu şarkıların plakçıya gidip de bulunacak bir repertuar olmaması. Hem benim için çok özel dönemler bunlar. Kendi beğenime göre yapılmış seçimler var. Bunların arasında çok hit olanlar da var, çok fazla ön plana çıkamamış, ama benim çok beğenerek söylediğim slow'lar var.’’
Best Of'ların sayısının arttığı bir dönemde böyle bir albüm yapmış olmak seni rahatsız etti mi?
‘‘Dünyada pek çok şey deneniyor. Ama bizde hep bir tedirginlik oluyor. Elimizdeki malzemeyle yeniden bir şeyleri üretmek açısından yaratıcı değiliz. Benim gibi bir şarkıcı için... Bir önceki albümü iyi bir tiraj yapmış, havası, rüzgarı iyi gitmiş bir albüm yapan biri için böyle bir albüm riskli olabilirdi. Yaptığımız işin tek riski ise bunlara yepyeni birer çehre kazandırmaktı. Birebir yapmanın hiçbir manası yoktu. Önemli olan hem yeni bir sound'u bulmak hem de onları o eski lezzetten, o tattan çok uzaklaştırmamayı başarmaktı. Ben burada doğru bir şey yakalandığına inanıyorum. Dört aranjör de hem yaratıcı oldular hem o tadı korudular. Benim gibi kendini kanıtlamış şarkıcıların yeni, denemeye değer her işe açık olmaları lazım. Böyle bir albüm de yapmak lazım. Bundan sonra yapacaklarım da önemli. Başkalarının seslendirdiği şarkıları bir de ben söyleyebilirim.’’
Söylerken neler hissettin? Yorumun değişti mi sence?
‘‘Böyle bir çalışma elbette beni heyecanlandırıyordu. Çünkü okuldan çıkıp da stüdyoya gittiğim günler film şeridi gibi geçiyordu kafamdan. 17 yaşında bir genç kız için inanılmaz günlerdi onlar. Üstelik şarkı söylemeye bu kadar aşık bir genç kız için... İster istemez yılların birikimiyle olgunlaştıkça insanın yorumu da değişiyor. Eskisiyle kıyasladığım zaman bana onlar da güzel geliyor.’’
O günlere bir özlem var mı?
‘‘İlk stüdyoya girdiğim, ilk profesyonelce şarkı söylediğim o duyguları daha bilinçli yaşamak isterdim. O ilk ses yarışmasına çıktığımda, ilk mikrofonu elime alışımda... Çocuksun, 15 yaşındasın. Belki o heyecanlarını yeniden yaşamak için dönmek isterdim, ama geriye dönük yaşamıyorum, ilerde yapmak istediğim pek çok şey var...’’
Bu albümden sonraki planların neler?
‘‘Sözleşmeme göre yeni bir albüm yapmak zorundayım. Repertuar arayışları başladı işte. 2000 yılında farklı bir albüm yapmak istiyorum.
‘Nilüfer'le' isimli albümün olağanüstü bir başarı grafiği çizdi. Bunu neye bağlıyorsun?
‘‘Doğru seçimlere bağlıyorum. Çok doğru seçilmiş şarkılar vardı. ‘Mavilim', ‘Uzaklarda' zaten tartışılmaz. Şarkı marş oldu sanki
Loreena McKennitt de senin yorumunu çok beğenmiş... Bu seni etkiledi mi?
‘‘Çok duygulandım, çünkü hiç tanımadığınız uluslarası müzik sektöründe başarılı olmuş bir müzisyenin şarkısını alıp söylüyorsunuz.
Onu yapan kişinin sizin yorumunuzu beğenmiş olması elbette etkiliyor insanı. Ben Türkmenistan'da seyrettim Loreena McKennitt'in Kanal D'ye konuk olduğu programı. Gece oteldeki odamda tüm Türk kanalları izleniyordu. Şöyle dolaşırken bir baktım ki klibim dönüyor ve Loreena da izliyor. Çok heyecanlanmıştım. Söyledikleri de beni çok etkiledi.’’
Türkiye'nin en önemli seslerinden birisin. Büyük ses olarak anılıyorsun. Bu nasıl bir duygu. Tanrı vergisi mi bu?
‘‘Ben öyle düşünüyorum. Bazı şeyler öğrenilebilir, ama bazı şeyler tanrı vergisidir. Ben çok kaderciyim. Hayat çizgime bağlı kaldım. Üstelik bir de şanslıyımdır ben. Her şey de yolunda gitti. O ilk başlarda çocuktum daha. Çok doğru ve çok düzgün insanlarla çalışma şansını yakaladım. O da çok önemliydi. O günlerde beni yönlendiren insanlar hâlâ çok önemliler benim için.’’
İlk şarkı söylediğinde değişik bir sesin olduğunu farketmiş miydin?
‘‘Kesinlikle ben çok inanıyordum kendime. Yoksa 15 yaşında ailemi ikna edip bir ses yarışmasına katılmaya kendim karar verdim. Dört yaşındayken babam bana böyle bir makara teyp almıştı. Bir de mikrofon... Ben oraya şarkı söylerdim, babam da kaydederdi. Babam piyano çalardı. Bizim akşamları tek eğlencemiz buydu. Annem de şarkı söylerdi. Demek ki onlar da bana destek olmuşlar.’’
O dönemlerde neler dinliyordun?
‘‘İtalyan okulunda okuduğum için İtalyanca parçalar dinliyordum. Al Bano, Mina'lar...’’
Peki şimdi...?
‘‘Artık Amerikan oldum. Hiç İtalyanca dinlemiyorum... Amerikan müziği dinliyorum. En son Madonna'nın ‘‘Frozen’’ isimli albümüne bayılarak dinliyorum. New Age türü yapıtlar dinliyorum.’’
Artık yaşımı başımı aldım demiyor, aksine genç kızlar gibi oluyorsun sahnede. Müthiş bir enerji üretiyorsun? Nasıl oluyor bu... İksiri ne?
‘‘Otuzlu yaşlara geldiğim zaman şöyle bir durgunluk çökmüştü bana. İşte ben bu işi daha birkaç sene yaparım, sonra yavaşlatırım, yoruldum diye düşünmüştüm. Her insan böyle bir dönem geçiriyormuş meğer. Kendime çizelge bile yapmıştım. Şu anda onu tamamen attım. Şimdi gittiği yere kadar gider diyorum. Yüzüm, vücudum, sesim, enerjim yettiği sürece yapacağım diyorum.’’
Dünyaya şarkı söyleme fırsatını 17 yaşında yakalamıştın. Geri adım attın. Pişman mısın?
‘‘Almanya macerasını kastediyorsun. Evet bu konuda pişmanım. Çünkü üç tane kırkbeşlik yapma şansı... Ama orada da şans geri tepti. Ben de pek çok şeyi göze alamadım. Yanlız kalırım, yapamam, bu adamların istediklerini gerçekleştiremem diye. Almanya'da da kalamadım. Bir televizyon çekimine gittim, bir de kayıtlar için gittim. Sonra şarkılar da yanlıştı.’’
Sanat ortamında pek çok insanın gıptayla baktığı birisin. Yine de o ortamın da içinde değilsin. Etrafında hep bir duvar var sanki... Bunu bilinçli mi yapıyorsun?
‘‘Yaşam tarzım diyelim. Yapım böyle. Ben çocukken de çok içe dönük bir çocuktum. Tek çocuk olmamın etkisiyle da çok sosyal değildim. Gittiğim ortamlarda konuşmazdım. Bu şimdiki halim en çenemin düşük olduğu haldir. Babam da böyle bir insandı. Ben 26 sene önce nasıl bir insansam, şimdi de öyle bir yapıdayım. Ben kendi dünyamda, kendi evimde, kendi sınırlarımın içinde mutluyum. Görüştüğüm insanlar çok, ama dostum çok azdır. Ama bu ortamdan sadece Kayahan benim gerçek dostumdur. Ben evimde olmayı, çoğu kez de yalnız olmayı, müzik dinlemeyi, işimle ilgili bir sürü şey düşünmeyi, böyle olmayı daha çok seviyorum.
Peki yarattığın bu ortamda kuşku ve kaygılarından da uzak kalıyor musun...? ‘‘Unutuluyor muyum, insanlar beni dinlemiyorlar mı, yeni isimler geliyor mu?’’ gibi soruların var mı?
‘‘Amacı, heyecanları ve hâlâ üretme arzusu olan bir sanatçının bu kaygıları hissetmemesi mümkün değil. Eyvah neler oluyor, her şey elden gidiyor mu gibi endişelere kapıldığım olmuştur, ama o anda paranoyakça bir düşüncedir... İnsanın böyle sendelediği, hata yaptığı anlar oluyor...’’
Yaptığın şeyi nereye kadar bir iş, bir hizmet veya nereye kadar sanat olarak görüyorsun?
‘‘Şimdi her şeyden önce ben şarkıcıyım, ses sanatçısıyım... Yorumcuyum. Sanatçı değilim. Sanat dalları arasında müzik insanlara en kolay ulaşabildiğiniz tür. Müziğin çok gerçek bir gücü var. Dili yok, lisanı yok... İnsanları en kolay mutlu eden sanat dalı müzik. Beni de mutlu ediyor.’’