Andy Warhol gibi olmak istedim

Güncelleme Tarihi:

Andy Warhol gibi olmak istedim
Oluşturulma Tarihi: Ocak 10, 2012 00:00

Tommy Hilfiger, 20’li yaşlarından beri iç içe olduğu moda dünyasını, Studio 54 yıllarını, markasının gelişimini ve başarısının sırrını ELLE’e anlattı:

Haberin Devamı

Tommy Hilfiger mizansenler yaratmaktan hoşlanıyor. Four Seasons Hotel’in 1200 numaralı kral dairesinde Hilfiger ve eşi Dee Ocleppo’yla birlikte geçirdiğim süre boyunca onun, tıpkı bir tiyatro oyuncusu gibi yaşadıklarını canlandırmasına şahit oluyorum. Bu, rol yaptığı anlamına gelmiyor. Sadece anlattıklarına kendini o kadar kaptırıyor ki küçük canlandırmalar yapmaktan alıkoyamıyor.

Mesela, 70’lerin sonunda, moda arenasının en ünlü Amerikalı tasarımcılarından biri olmadan önce, New York’un şanlı gece kulübü Studio 54’e girişini sahneliyor. “Önünde upuzun kuyruklar olurdu ve saatlerce beklemek bana göre değildi” diyerek ayağa kalkıyor ve yürümeye başlıyor. Hayali kuyruğu aşıp en öne geçiyor ve “Merhaba ben Tommy” diyor. “Tommy de kim?” sorusunu sormanın kimsenin aklına gelmediğini söylüyor. “Kendimi meşhur gibi gördüğüm için diğerleri de bana öyle davranıyordu” diyor ve başlıyor anlatmaya:

ANDY WARHOL GİBİ OLMAK İSTEDİM

“Yaşadığım kasabadan New York’a gidip Andy Warhol ve Halston’la aynı masada oturunca onların ‘gerçek’ insanlar olduklarını fark ettim. İstersem ben de onlardan biri olabilirdim. Onlardan biri olmayı, kalabalıkların içindeki herhangi ‘normal’ biri olmaya yeğlerdim. Çünkü özel ve farklı bir hayat yaşamak istiyordum. Heyecan verici bir şey yaratarak bunu yapmayı hedefliyordum. Büyük bir şirkete sahip olmayı hayal ediyordum. Çok varlıklı bir ailede büyümediğim için zengin olmayı arzu ediyordum.”

Bugün, Avrupa’da 600, dünyanın geri kalanında da 400 Tommy Hilfiger mağazası olduğunu düşünürseniz, azimli tasarımcının düşlediklerine sahip olmayı başardığını anlayabilirsiniz.

BU ADAM KENDİNİ NE SANIYOR!

1985 yılında, New York’taki Times Square’de, Tommy Hilfiger’ın ismi, dönemin üç büyük Amerikalı tasarımcısının yanında ilan olarak yer aldı. Bu, Hilfiger’ın ilk reklam kampanyasıydı. O, halen bu kampanyadan gururla söz ediyor: “Amacım, insanları şaşırtmaktı. Büyük bir risk alarak onların “Tommy Hilfiger da kim?” sorusunu sormasını sağladım. Tabii ki herkesten olumlu tepkiler almadım. “Bu adam kendini ne sanıyor? Moda okulunda eğitim bile almamış” diyenler çıktı. Ne olursa olsun ismimi duymayan kalmadı.”

New York’un Elmira adlı küçük bir kasabasında, dokuz çocuklu mütevazı bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelen Tommy Hilfiger’ın azmine hayran kalmamak elde değil. Gençliğinde, rock müziğe tutkuyla bağlanınca bir rock yıldızı olmaya niyetlenen Hilfiger, “Fakat ne yalan söyleyeyim pek de iyi bir müzisyen değildim. Ben de bir rock müzisyeni gibi görünmek istediğime karar verdim. Bunun için saçlarımı uzatıp ‘cool’ kıyafetler giymeye başladım. Tüm arkadaşlarım benim gibi görünmek için çabalıyordu. Bunun üzerine, People’s Place adlı minik bir dükkan açtım. Burası sayesinde bambaşka bir dünyaya adım attım. New York’a gidip tasarım yapmaya başladım. Aslında bu konu hakkında hiçbir şey bilmiyordum” diyor.

1975 YILINDA GELEN İFLAS

Hilfiger, 20’li yaşlarının başında açtığı People’s Place mağazalarında rock’n’roll ve hippi kıyafetler satarak dönemin ruhunu yakaladı. Ama 1975’te iflas eden Hilfiger’ın People’s Place macerası böylece son buldu. Hedeflerine ulaşmak için çılgınca çabalayan bir yapıya sahip olduğu için yeni bir şeylerin peşinden koşmaya başladı.

33 yaşına geldiğinde Hintli iş adamı Mohan Murjani’nin finansal desteğiyle Tommy Hilfiger markasını kurdu. Kuruluş esnasında yaşadığı zorlukları daha dün gibi hatırlıyor. “Hindistan’daki fabrikada günler boyunca ne şekilde dikim yapılması gerektiğine dair fikirler vermiştim. Hindistan ve New York arasında mekik dokumuştum” sözleriyle anıyor o günleri.

Artık ekonomi sınıfında uçmuyor pek tabii. Arzu ettiği özel ve ayrıcalıklı hayata sahip. Ancak bu durum ona, kararlılığından ve azminden hiçbir şey kaybettirmemiş. Eşi Dee, onu, ağzındaki kemiği asla bırakmak istemeyen bir köpeğe benzetiyor. Tam bu esnada Hilfiger köpek taklidi yapıyor. Dee devam ediyor: “Çok inatçı ve tuttuğunu koparan bir adam.”

TOMMY’Yİ YARATIRKEN KÖKLERİME DÖNDÜM

Peki hippi estetiğinden fersah fersah uzakta olan “preppy” estetiğine nasıl geçiş yapmıştı Hilfiger? Amerikalı elit ailelere mensup, sporun farklı dallarıyla ilgili, özel okullarda okuyan öğrencilerden oluşan alt kültürü tanımlamak için kullanılan ‘preppy’ kelimesinin modadaki karşılığı Tommy Hilfiger markası.
“Çocukluğumdan itibaren ‘preppy’ kıyafetlere düşkündüm. ‘Khaki’ pantolonlar, polo yaka tişörtler ve spor kıyafetler her zaman tercihimdi. 15-16 yaşlarımdayken bu ‘preppy’ görüntüden çok sıkıldım. Çünkü bana göre fazla tutucuydu. Ben de bunun karşıtı olan şeylere ilgi duymaya başladım. People’s Place yıllarım, bu ilgimi karşıladı. Ardından, ismimi taşıyan markam için kalıcı bir kimlik oluşturmak için neler yapmam gerektiğini düşündüğümdeyse köklerime geri dönmenin iyi olacağına kanaat getirdim. Böylece, ‘preppy’ kıyafetleri daha önce hiç tasarlanmamış şekilde tasarlamaya karar verdim. Varolan ‘preppy’ estetiğine taze kan pompalayarak onu daha heyecan verici hale getirdim.”

ÜNLÜ MODELLERİN YERİNİ KARISI ALDI

Tommy Hilfiger’ın anlattıklarını dinlerken, onun 1950’ler Amerika’sında seri üretim ve tüketimle birlikte “satışa sunulan” Amerikan Rüyası’nın tipik bir örneği gibi göründüğünü düşünüyorum. O dönemde, arabası, müstakil bir evi, güleryüzlü bir karısı olan Amerikan erkekleri için hayat kusursuzdu. Bugün de dilediği her şeye sahip olan Hilfiger için her şey tıkır tıkır işliyor.

Çocukluğunda Walt Disney ve beyzbol gibi Amerikan ikonlarından etkilendiğini söyleyen tasarımcı, “Markam, Amerika’yla ilgili tüm ilham kaynaklarımın bir toplamı. Sevdiğim her şey markanın bünyesinde birleşiyor. Müzik, sanat, eğlence dünyası, Hollywood, rock’n’roll, spor... Zaman içerisinde, onu popüler kültürün etrafında büyüttüm ve böylece Tommy Hilfiger markası ‘cool’ hale geldi” diyor.

Popüler kültür ve ünlüler, Tommy Hilfiger markasının belkemiğini oluşturuyor. Ünlüleri kullanarak markasını güçlendiren Hilfiger, artık eskisi kadar ünlülerden beslenmiyor. Ünlülerin, markaları giymelerinde dürüst olmayan bir taraf var ve insanlar da artık bunun farkında. Baksana benim kıyafetlerimi giyen güzel bir karım var” diyor.

MARKASINI 3 MİLYAR DOLARA SATTI

7 yıldır birlikte olan ve 2008’de evlenen çift, birbirleriyle son derece uyumlu görünüyor. Dee’nin eşini çok takdir ettiğini şu sözlerinden anlıyorum: “Tommy çok çalışkan. Bugün bulunduğu noktaya gelmesinin sebebi bu. Onun yerinde başkası olsa pes ederdi. Tommy ise durmaksızın çalıştı. Tüm başarısını hak ettiğini düşünüyorum. Her şeye tırnaklarıyla kazıyarak sahip olduğu için ona saygım sonsuz. Onunla gurur duyuyorum.”

Tommy Hilfiger’ın başarılı bir tasarımcı olduğu su götürmez bir gerçek. Ancak o her şeyden önce, yaşadığı dönemde havayı koklayıp ona göre doğru stratejiler üreten zeki bir iş adamı. Geçtiğimiz yıl markasını, dünyanın en büyük tekstil holdinglerinden Phillips Van Heusen’e tam 3 milyar dolar karşılığında satması da bunu kanıtlıyor. Hayatının sonuna kadar markanın yüzü olmayı sürdürecek olan Hilfiger, kendine özgü esprili üslubuyla “Markaya dair her şey eskisi gibi işliyor. Sadece artık büyük bir abimiz var” diyor.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!