OluÅŸturulma Tarihi: Ocak 03, 2005 00:00
Onlar, nikahın kıyılacağı belediye binasına girerken ünlü artist Marilyn Monroe, peşinde kalabalık bir gazeteci ordusuyla çıkıyordu salondan. O da ünlü beyzbol oyuncusu Joe DiMaggio ile evlenmişti.(...)Askerler yaralıyı alıp hastaneye götürmeyi kabul ettiler. ‘Ama kalabalık arabanın etrafını açsın’ dediler. Feridun inandı onlara. Köylülere döndü, ‘Yaralıyı hastaneye götürecekler. Biraz açılın da inip arabaya alsınlar’ diye bağırdı. Ogün, bir otobüs ve bir cip, Ankara’dan hemen aynı saatlerde hareket etti. Kuşkusuz yolcularının birbirlerinden haberleri yoktu ve yollarının, Bolu’nun Yeniçağa mevkiinde kesişeceğini bilmiyorlardı.Cipte, Tuslog’da görev yapan biri kadın, Amerikalı dört asker bulunuyordu. Neşe içinde çıkmışlardı yolculuğa. İstanbul’da gönüllerince eğlenerek geçirecekleri tatil günleri uzanıyordu önlerinde.Otobüste ise bir grup yedek subay öğrencisi yolculuk etmekteydi. Bu öğrencilerden biri olan Feridun Samuray İstanbul’daki eşi ve küçük kızının özlemiyle yutarcasına sayıyordu kilometre taşlarını. Feridun, yola çıkmadan birkaç gün önce eşine gönderdiği mektupta ‘Sizi özledim. 30 Ağustos Zafer bayramı münasebetiyle İstanbul’a geleceğim’ diye yazmıştı. Eşi Maide ile aynı semtin çocuklarıydılar. Küçük yaştan itibaren sevmişlerdi birbirlerini. Nişanlandıklarında Feridun İktisat fakültesi birinci sınıf öğrencisiydi. Aynı zamanda Türkiye Esnaflar Birliği Genel Sekreterlik yapıyordu. Bakanlarla, politikacılarla dostluk kurmayı başarmış, aktif bir gençti. Büyük bir hayali vardı Feridun’un; ‘Üniversiteyi Amerika’da bitirmek!’ Maide’den ayrı kalmak pahasına gerçekleştirdi de bu isteğini. O makine mühendisliği öğrenimi görürken, dört yıl boyunca özlem yüklü mektuplar gidip geldi San Francisco-İstanbul arasında. Son mektupta ‘Gel’ dedi Feridun. Evlilik işlemlerini başlatmış, nikah gününü bile almıştı. Maide de gelinliğini, duvağını hazırlamıştı zaten. Eşine az rastlanır biçimde, aile arasında ‘damatsız’ bir düğün yapıldı.Ertesi gün Amerika uçağına gelinliğiyle bindirdiler onu. Kalabalık bir topluluk uğurlamaya gelmişti. O zamanlar, ne Amerika’ya gitmek bugünkü kadar kolaydı, ne de Amerika’ya gelin gitmesi bugünkü kadar olağandı. Maide’nin gidişi, ertesi gün kimi gazetelerin ilk sayfalarını süsledi; ‘Amerika’ya gelin gitti.’MARILYN MONROE İLE AYNI GÜN EVLENDİLERSan Francisco’ya gelişinin ikinci günüydü nikah. Maide, yine beyaz gelinliğini giymiş, Feridun ise smokininin yakasına beyaz bir orkide takmıştı. Takvimler, 20 Ağustos 1954’ü gösteriyordu o gün.Onlar, nikahın kıyılacağı belediye binasına girerken ünlü artist Marilyn Monroe, peşinde kalabalık bir gazeteci ordusuyla çıkıyordu salondan. O da ünlü beyzbol oyuncusu Joe DiMaggio ile evlenmişti. Mutsuz evlilikleri sadece dokuz ay sürecek, Marilyn Monroe yeniden
film setlerine dönecekti.Monroe ile aynı gün evlenen Feridun ve Maide ise mutluydular. Feridun, mühendislik fakültesinin yanısıra Şehir Kolejinde otelcilik ve restorancılık kurslarına devam ediyordu. Akşamları ise bir lokantada garsonluk yapıyordu. Kalan her saati, her dakikayı birlikte geçiriyorlardı.Feridun mezun olunca yeni bir yön verdiler yaşamlarına. San Francisco’dan New York’a yaptıkları otobüs yolculuğu unutulmazdı. Amerika’nın Miami, New Orleans, Las Vegas gibi hareketli, ışıltılı kentlerinde uzun molalar vererek tadını çıkardılar yolculuğun.Feridun, New York’ta, arkadaşı Tacettin Canok ile birlikte, Colombia Üniversitesi’nin hemen yanında bir restoran açtı. Amerika’da Türk restoranı hiç yoktu o zamanlar. Amerikalıların ilgi gösterdiği ‘Kampüs restoran’ın müdavimleri arasında Türk öğrenciler de vardı. Fakir öğrencilere yardımcı oluyordu Feridun.New York’taki mutlulukları, 1 Ocak 1956’da kızlarının doğumuyla taçlandı. Yasemin koydular adını. Her şey yolunda giderken gelen ilk kötü
haber, Feridun’un babasının ölümüydü. Feridun’un askerliÄŸini yapma zamanı da gelmiÅŸti. Hem miras iÅŸlerini çözmek, hem de askerlik için o yıl sonunda döndüler Türkiye’ye. Maide ve Yasemin’i Ä°stanbul’a yerleÅŸtiren Feridun askere gitti. Ä°lk kez ayrılıyorlardı, özlem ağır bir yük olmuÅŸtu ikisine de.KAZA YAPAN ASKERLERE TERCÃœMANLIK YAPTI 29 AÄŸustos 1958 günü, Feridun, karısı ve kızıyla birkaç gün geçirmek üzere Ä°stanbul’a geliyordu. Bolu’nun YeniçaÄŸa mevkiinde bir lokantada mola verdi otobüs. Feridun ve yedeksubay arkadaÅŸları, daha ısmarladıkları yemekleri yemeye fırsat bulamadan dışardan gürültüler duydular. Ne olduÄŸuna bakmak için yerlerinden fırladılar.Amerikalı çavuÅŸ William Levis Johannes’in kullandığı cip, otobüsten indikten sonra karşıya geçmeye çalışan yaÅŸlı bir adama çarpmıştı. Kazayı gören köylüler, ellerinde taÅŸlar, tırpanlarla bir anda sarmışlardı cipin etrafını. Hepsi öfke içinde bağırıp çağırıyor, cipi sarsıp duruyorlardı. Amerikalı askerler paniklemiÅŸ, cipin kapılarını sıkıca kapatmış korkuyla bekliyorlardı olacakları.Muhtemel bir linç olayı yaÅŸanmasından endiÅŸe eden Feridun, hiç düşünmeden kalabalığın önüne atıldı. Ãœniformasını görünce duraksayan köylüler yol açtılar ona.Arabaya yaklaÅŸmayı baÅŸaran Feridun, bir yandan kalabalığa sakin olmalarını söylerken, bir yandan da Amerikalı askerlerden camı aralamalarını istedi.O kargaÅŸada Ä°ngilizce bilen biriyle karşılaÅŸmak sevindirmiÅŸti askerleri. Umutla dinlediler onu. Feridun, yerde yatan yaralıyı hastaneye götürmelerini söyledi. ‘Hem bir hayat kurtarmış olursunuz, hem de yaptığınız kazayı biraz olsun telafi etmiÅŸ olursunuz’ dedi. Kabul ettiler askerler. ‘Tamam, biz yaralıyı alıp hastaneye götürürüz ama kalabalık arabanın etrafından biraz açılsın’ yanıtını verdiler. Feridun inandı onlara. Köylülere döndü, ‘Sakin olun. Yaralıyı hastaneye götürecekler. Biraz açılın da inip arabaya alsınlar’ diye bağırdı. Birkaç kez tekrarladıktan sonra geri çekilmeye ikna edebildi onları. Ä°nsanlar yavaÅŸ yavaÅŸ açtılar yaralının etrafını. Feridun, inip yaralıyı almalarını beklerken onlar kaçmaya hazırlanıyordu. Kendilerine yardım etmeye çalışan Feridun’un hayatını tehlikeye atacakları akıllarına bile gelmiyordu. Cipin önü açılır açılmaz, direksiyondaki ÇavuÅŸ William bir anda gaza bastı. Cip kalabalığın ÅŸaÅŸkın bakışları arasında fırladı. Onlar hızla uzaklaşırken, Feridun çılgına dönmüş kalabalıkla baÅŸ baÅŸa kalmıştı.Onu, Amerikalılara yardım etmekle suçluyorlardı. ‘Onlarla fanfinfon konuÅŸup kaçmalarını söyledin’ diyerek tartaklamaya baÅŸladılar önce. Öfkelerini Feridun’dan çıkarmaya çalışıyorlardı. Yedeksubay arkadaÅŸları yardım etmeye çalışsa da araya giremediler.Dizginlenmesi zor bir öfke seli oluÅŸmuÅŸtu. Bir köylünün attığı yumruk, Feridun’un çenesinde patladı. YumruÄŸun ÅŸiddetiyle yere devrilen Feridun tam kalkmaya çalışırken, bir acı hissetti. Sırtına saplanan bıçak, bir anda nefessiz bıraktı onu. Yere serilip kaldı. Gözlerinin önünden Maide ve Yasemin’in gülen yüzleri uçuÅŸtu son kez.AMERÄ°KALILAR ÖZÃœR BÄ°LE DÄ°LEMEDÄ°LERKocasının ölümü sanki Maide’nin içine doÄŸmuÅŸtu. MisafirliÄŸe gittiÄŸi Göztepe’den dönerken Kadıköy iskelesinde içini bir sıkıntı basmıştı. ‘Yasemin’in aÄŸlayıp durmasındandır herhalde’ diyordu kendi kendine.Eve geldikten bir süre sonra ulaÅŸtı kara haber. Kollarına atılmayı beklediÄŸi Feridun’un öldüğünü söylüyorlardı. 30 yaşındaki gencecik adam nasıl ölebilirdi? YeniçaÄŸa’daki kazayı, sonra yaÅŸananları anlatmaya çalışan dostlarını iÅŸitmiyordu. Dünyaya kapanmıştı gözleri kulakları. Günlerce sürdü bu. Mutluluklarının hiç bitmeyeceÄŸine, ebediyen birlikte olacaklarına öylesine inanmıştı ki, gelecek planlarının kumdan kaleler gibi yıkılıp gitmesini kabullenemiyordu.Aylar sonra kendine geldiÄŸinde ilk gördüğü Yasemin’di. Ona söylenmemiÅŸti babasının öldüğü. 2.5 yaşındaki çocuk, pencerede babasını bekliyordu hala.Sevgili kocasını bıçaklayan ‘Çamur Åževket’ (KocabaÅŸ) ise çoktan çıkmıştı cezaevinden. Eski bir sabıkalıydı. Her cezaevine düştüğünde ‘hasta’ raporu alıp dışarı çıkmanın bir yolunu buluyordu. Yine bulmuÅŸtu anlaşılan.Cipin çarptığı 58 yaşındaki Hüsnü Uzun adlı adam, Amerikalı askerler kaçınca kan kaybından ölmüştü. Feridun ile birlikte iki kiÅŸinin ölümüne neden olan Amerikalı askerler ise ortada yoktu.Kazayı inceleyen bilirkiÅŸiler, ÇavuÅŸ William’ı yüzde 100 suçlu bulmuÅŸtu. ABD ve Türkiye arasındaki askeri anlaÅŸmalara göre, Amerikan askerleri görevleri sırasında iÅŸledikleri suçlar nedeniyle Türkiye mahkemelerinde yargılanamıyordu. Oysa ÇavuÅŸ William ve arkadaÅŸları o sırada izinliydi, görev başında deÄŸillerdi. Yine de hiçbir mahkeme yargılayamadı onları.Menderes hükümeti, bu olayın peÅŸine düşmek bir yana aracılar gönderip, Maide’nin tazminat davası açmaması ricasında bulundu. Tuslog yönetimi ise bir özür bile dilemedi ondan. Her iki cephe de bir gencin yok yere ölümünü örtbas etme peÅŸindeydi.ABD KonsolosluÄŸu ve Tuslog yönetimine yaptığı baÅŸvurulara uzun süre yanıt alamadı Maide. Bıkmadan mücadeleye devam edince, Ä°stanbul’daki askeri maÄŸazada (PX) iÅŸ verdiler ona. Geçinebilmek ve kızını okutabilmek için ihtiyacı vardı buna. Çalışmaya baÅŸlarken kendine yeni bir düzen kurdu. Babadan kalma evi ve Amerika’dan getirdikleri arabayı satıp, Harbiye’de yeni bir eve taşındı. Her köşesine Feridun’un anılarının sindiÄŸi evde yaÅŸamaya tahammül edemiyordu.FERÄ°DUN’UN BENZERÄ° AVUKATI BABASI SANDI Maide, iÅŸten her dönüşünde Yasemin’i pencerede babasını beklerken buluyor, içinde henüz kapanmamış yaraları her gün yeniden kanıyordu. ‘Anne babam askerden ne zaman gelecek?’ diye sorup duruyordu Yasemin.Bu sırada aile çevresi de genç yaÅŸta dul kalan Maide’yi evlendirme telaşına kapılmıştı. Uygun bir koca bulma arayışındaydılar. EniÅŸtenin damat adayı bir avukattı. ‘Resmi iÅŸlemlerine bakacak birini buldum’ bahanesiyle onu Maide ile tanıştırmaya çabalıyordu. O ana kadar çok sayıda talibi reddetmiÅŸ olan Maide, yine aynı yöntemin uygulandığını tahmin ediyordu. EniÅŸtesini kırmamak için kabul etti tanışmayı. Randevu saati gelip avukatın bürosuna gittiÄŸinde gözlerine inanamadı. Feridun’un bir benzeri duruyordu karşısında. Açık renk gözleri, kumral teni, boyu bosu, çok benziyordu ona. Tek fark, Feridun’un yüzündeki masum havanın onda olmamasıydı.Hemen terk etti orayı. EniÅŸtesine, ‘Olmaz’ dedi, ‘Bu beyi avukat olarak istemiyorum. Gözüm tutmadı.’ EniÅŸtesi de ısrarcı olmadı.Gene bir akÅŸam iÅŸten yorgun ve mutsuz döndüğünde Yasemin açtı kapıyı. O güne kadar olmadığı kadar neÅŸeliydi. Onu görür görmez kollarına atıldı:- Anne müjde, babam askerden geldi !Sonra onu bırakıp, koÅŸarak salona döndü Yasemin. Maide kızının peÅŸinden gitti. ÅžaÅŸkına döndü o an. EniÅŸtesi ve avukat salonda oturuyorlardı. Yasemin de avukatın kucağına oturmuÅŸ, sürekli tekrarlıyordu; ‘Anne babam geldi.’En yakın koltuÄŸa çöktü Maide. Avukatı, babası olarak tanıtıp küçücük çocuÄŸu aldatmışlardı! Ancak ‘O baban deÄŸil’ diyerek, onu bir kez daha yıkmaya hakkı var mıydı? Cesaret edemedi kızının karşısına çıkıp da ‘Baban öldü’ demeye. Direnmeyi bırakıp, avukat ile evlendi. Kızının mutlu olacağını sanıyordu. Olmadı. Onun gerçek babası olmadığını bir süre sonra içgüdüleriyle anladı Yasemin. Dahası gerçek babasının öldüğünü bir gün okulda öğrendi tesadüfen. O zaman daha çok yıkıldı küçük kız. Maide hanım da mutlu olamadı avukat ile. Bir gün Feridun’un nikah günü yakasına taktığı orkideyi buldu bir kitabın arasında. Oraya koyup sonra unutmuÅŸtu varlığını. O günü hatırlayıp gözyaşı döktü yıllar sonra...OKURA PUSULAAsla unutmadı bu cinayetiMaide hanımın avukat olan eÅŸinden bir de oÄŸlu olmuÅŸtu. Kızı ve oÄŸlu için mutluluÄŸu yakalayamadığı bu evliliÄŸe uzun süre katlandı. Ancak eÅŸinin bir ihanetini yakalayınca daha fazla devam ettiremedi beraberliÄŸini. O gün derhal boÅŸandı. Yıllar sonra yeniden evlenen Maide hanım, ÅŸimdi mutlu. Ancak Feridun Samuray’ın başına gelenleri asla unutmamış. Dönemin koÅŸulları içerisinde onun hakkının teslim edilmediÄŸini, cinayetin kamuoyunda yeterince yankı bulmadığını düşünmüş hep. Yasemin ise büyüdü ama hálá babasını zamansız, haksız ve de anlamsız bir ÅŸekilde kaybetmiÅŸ olmanın izlerini taşıyor ruhunda.ANLATSAM ROMAN OLUR HER PERÅžEMBE KANAL D EKRANLARINDA YaÅŸam öykünüzü bekliyoruzFax: (312) 428 53 18e-mail: fbildirici@ hurriyet.com.tr Mektup adresi: Anlatsam Roman Olur Hürriyet Bürosu Cinnah Cad.No 8 K.Dere/AnkaraWeb sayfası: www.hurriyet.com.tr/anlatsamSONRAKÄ° ÖYKÃœTRABZON’DAN LEJYONERLÄ°ÄžE UZANAN BÄ°R YAÅžAMÂ
button