Barış AKPOLAT
Oluşturulma Tarihi: Aralık 18, 2010 00:00
Hani o eski Amerikan şarkıları vardır ya Dean Martin, Nat King Cole ve elbette muhteşem Frank Sinatra gibi efsanelerin oturaklı, kendine güvenli ve tok sesleriyle söyledikleri... Artık hiçbiri yaşamasa da Amerika yeni Sinatra’sını uzun yıllar önce seçti bile. Simavi Uluç, Türkiye’de neredeyse hiç tanınmıyor ama Amerika’da ‘Yeni Frank Sinatra’ yakıştırması çoktan yapıldı. Amerika’da çıkan Memories Of You albümü burada da yayınlanınca, Uluç’la albümünü ve hayatını konuştuk
İstanbul’da doğsa da, babası Doğan Uluç’un mesleği gazetecilik yüzünden ilk önce Londra’ya ardından da 12 yaşındayken New York’a gitti. Burada müziğe ve özellikle caza karşı aşkını keşfetti. 14’ünde piyano dersleri almaya başladı. 1985’te Hürriyet’in Altın Kelebek Yarışması’nda Amerika’yı temsil etti. Fakat ‘Yeni Frank Sinatra’ (New Frank Sinatra) ünvanını, Birleşmiş Milletler’in 1980’deki bir etkinliğinde şarkı söyleyerek kazandı. Konser sonrası New York Observer’daki bir eleştiri yazısında ilk kez kullanılan bu tabiri Simavi Uluç çok beğendi ve o gün bugündür bununla gurur duyuyor. Bütün bu başarılarının yanında Türkiye’de neredeyse hiç tanınmıyor olmasıysa ilginç.
“1981’de New York Hürriyet bürosu kurulmuştu. 1985’te ben de orada gazetecilik yapıyordum. Bir yandan da müzisyenliğe devam ediyordum. İşler çok büyüyünce müziğe ara vermek zorunda kaldım. Fakat müzikten kopamayacağımı anlayınca bir süre sonra esas yapmak istediğim işe geri döndüm. Arada çok uzak bir mesafe olunca Türkiye’de tanınamadım ama zaten Türkiye’de ünlenmek için bir fırsatım da olmadı” diyen Uluç, her perşembe Miami Shores Country Club adlı bir mekanda sahneye çıkıyor.
BABAMIN YARDIMI DOKUNMADI
“Babam müziği ve özellikle cazı çok iyi bilir çünkü yıllarca sanatçılarla ve müzisyenlerle röportajlar yaptı. Yaptığım şeyi her zaman destekledi ama beni ünlü etmek gibi bir derdi hiç olmadı” diyen Simavi Uluç, albümünün ilk baskısı için de her şeyi kendi ayarladı. Şarkıları düzenledi, aranjmanları yaptı, çalışmak istediği müzisyenleri buldu ve kayıt aşamasına da imzasını attı: “Albümü büyük zorluklarla hazırladım. 100’den fazla müzisyen çalıştı, bu müzisyenlerin geliş gidişlerine kadar tüm organizasyonu ben yaptım.”
Uluç’un albümündeki parçaların hepsi cover yani yeniden yorumlanmış fakat hiçbiri orijinalinin aynısı değil: “Şarkıları seçtiğimde orijinalleri gibi söylememeye karar vermiştim zaten. Sinatra’nın ünlü, Fly Me To The Moon’unu yorumladım fakat orijinaliyle alakası yok. Aynısını dinlemek isteyen, benden değil Sinatra’dan dinler. Ben de orijinalini tercih edebilirim ama tarzım biraz daha pop. Eskiler daha bir ‘crooner’ tarzı yani çok klasik. Ama ben böyle olmak istemiyorum. Gençlerin de dinlemesini sağlamak için farklılıklar yapmak gerekiyor. Kulüplerde veya albüm kayıtlarında bu şarkıları söyleyenler genelde 3-5 kişilik orkestralarla çalışıyor fakat ben 50’nin üstünde müzisyenle kaydettim albümü” diyor.
22 cover parçadan oluşan albümde ‘crooner’ şarkıcılarının pek tanınmamış şarkıları da var: “My Way ve Strangers in The Night gibi parçalara yer vermedim, çünkü bunları herkes biliyor. Sinatra’dan daha iyi bile söyleseniz kimse dinlemez. Örneğin Elvis Presley de My Way’i muhteşem söylemişti ve iyi de arkadaşlardı Sinatra’yla. Fakat herkes Sinatra’nın yorumunu hatırlar. Bunlar Amerikan deyişiyle ‘imza şarkılardır’ (signiture song)” diye anlatıyor Uluç.
FRANK SİNATRA’YLA TANIŞTIM
Müziğe başlama sebebim Sinatra’ydı, dolayısıyla her zaman çok sevdim. Bu sevgimi anlatmak için üniversitedeyken ona bir mektup yazdım. O zaman üç evi vardı. Mektubumun eline geçmeyeceğini tahmin ettiğim için elden vermek istedim, fakat bunun çok zor olacağını da biliyordum. Los Angeles’tan Las Vegas’a gitmeye karar verdim, çünkü orada her hafta Caesars Palace’da konser verirdi. Bir konseri bittiği anda sahneye fırlamıştım, Sinatra bana dönüp çok sert bir şekilde ‘Sahneye çıkmayınız!’ dedi. Güvenlik beni tutup aşağı indirdi fakat bir şey yapmadı. Mektubu veremedim. Bu olaydan iki yıl sonra Carnegie Hall’daki konserine gittim. Konserden önce saat 15.00’te provaya gelirdi. Hayranları ona seslenirken etrafına bakmadan merdivenlerden çıkardı. Arkasından “seni seviyorum” diye bağırdım. Normalde arkasına bakmadan yürüyen adam sesime döndü ve aşağı doğru yürümeye başladı. Biyografisini imzalatırken sürekli konuşuyor ve onu ne kadar çok sevdiğimi söylüyordum. O ise sadece “teşekkür ederim” dedi. Ben ellerini bırakmıyordum o da kımıldamıyordu. İnsanlar ondan çok korkardı ama o bana çok iyi davranmıştı.
BİR YIL MAİLLEŞTİKTEN SONRA TANIŞIP HEMEN NİŞANLANDILAR
Simavi Uluç, Amerika’da albümüyle uğraşırken aldığı bir mail üzerine Sema Çinkaya ile konuşmaya başladı. Bir yıl durmadan mailleştikten sonra Uluç, İstanbul’a geldi, tanışmalarının üstünden bir ay geçmeden nişanlanmaya karar verdiler. O süreci Çinkaya anlatıyor: “Simavi’nin ‘To The Ends Of The World’ klibini izleyip çok beğenmiş ve hemen mail atmıştım. Daha fazla klibi var mı diye merak ediyordum. Ardından sürekli mailleşmeye başladık, arada da webcam’den konuşuyorduk. Konuşmalarımızın sıklığı arttı. Türkiye’ye de gelmek istediğini söylüyordu. Albümünün çıktığı gün tüm işlerini bırakıp doğum gününü kutlamamamız için buraya geldi. Aynı gün buluştuk ve ilk defa yüzyüze görüştük. Biraz zaman geçirdikten sonra nişanlanmaya karar verdik. Beni de en çok alçakgönüllülüğüyle etkiledi. Her şey çok hızlı oldu. Şimdi evlenmeyi düşünüyoruz. Benim Amerika’ya gitme ihtimalim var çünkü onun sürekli sahne aldığı mekanlar var. Yakında her şey şekillenecek.”