Amerika’nın köküne kibrit suyu döken, pozitif düşünme saplantısı mı

Güncelleme Tarihi:

Amerika’nın köküne kibrit suyu döken, pozitif düşünme saplantısı mı
Oluşturulma Tarihi: Aralık 26, 2009 00:00

Barbara Ehrenreich, ABD’li bir feminist, sosyal demokrat, pop sosyolog, politik aktivist, ve gazeteci yazar. Bazıları bestseller olmuş 16 kitabı var. New York Times gazetesi ve Time dergisinde yazılar yazıyor. Birkaç ay önce Bright-Sided adlı son kitabını çıkardı. Her şeye iyi tarafından bakmaya programlı Amerikalıların, bu son krizle nasıl hayal kırıklığına uğradığını, hatta pozitif düşünme saplantısının ülkenin altını mayınladığını anlatıyor.

Pozitif psikoloji ya da diğer adıyla mutluluk bilimi, psikolojinin sonradan icat olmuş bir alt dalı. Hatta tam olarak 1998’de ortaya çıktığını söyleyebiliyoruz. O gün bugündür, olumlu düşünmenin erdemlerini bir vahiy gibi yaymaya çalışıyor pozitif psikologlar. O kadar popüler bir bilim dalı ki, Harvard Üniversitesi’nde 2006’de 855 öğrenci bu dersi aldı. Böylece kampustaki en çok tercih edilen sınıf unvanını elde ettiler.
Mutluluk bilimi öğretisi birkaç yıl önce buralara kadar geldi, yerli misyonerleri ortaya çıktı. Onlarca kitap var bu konuda yayınlanmış. Kitapçıların kişisel gelişim köşelerinde satılıyorlar ve bazıları çok satanlar listelerinin üst sıralarına uzunca süre demirleyebiliyor. Hayatın sırrını çözenler, evrenden torpili olanlar var.
Ehrenreich, pozitif düşüncecilerin Amerika’yı her bakımdan ele geçirdiklerini ve felakete sürüklediklerini söylüyor. Kanserden kariyere, işsizlikten fakirliğe, ekonomiden politikaya her alanda meseleye olumlu yanından bakmamız telkin ediliyor, diyor.
Kitabına kendinden örnek vererek başlamış. 2000’de meme kanserine yakalandığında yaşadıklarını anlatıyor: “Kanser sanki bir problem, rahatsızlık yaratan bir şey değil de hediyeymiş gibi davranmanız bekleniyor. Onu minnettarlıkla kucaklamanız isteniyor. Hastalar öfkelenmekten alıkonuyor, şerden bir hayır çıkarmaları söyleniyor.”
Ona göre, işte bu düşünce sistemi, Amerika’nın köküne kibrit suyu döken şey oldu. Amerikalılar hiç işsiz kalmayacak gibi harcadılar, büyük borçların altına girdiler, bariz kriz sinyallerini görmezden geldiler. Kötü günleri, krizi, işsizliği akıllarına getirmezlerse, başlarına da gelmez diye umdular. Bugün içine düştükleri şaşkınlık da bundan.

İŞTEN ATILANLAR ŞİKÂYET ETMESİN DİYE ŞİRKETLER TARAFINDAN İCAT EDİLDİ

Böyle bir kitap yazmaya sizi iten ne oldu?
- Pozitif düşünce dayatmasıyla ilk kez meme kanseri tedavisi görürken karşılaştım. Bundan 8 yıl önceydi. Düşünce şu; hastalık hakkında olumlu düşüneceksiniz, hatta minnettar kalacaksınız. Yoksa hayatta kalamazsınız. Birkaç yıl sonra, işten çıkarılanlarla ilgili bir rapor hazırlarken, aynı tavsiyenin işsiz kalmış insanlara da verildiğini keşfettim: Olumlu düşün, işini kaybetmen aslında büyük bir fırsat olabilir. Eh, ondan sonra şüphelenmeye ve araştırmalar yapmaya başladım.

Araştırmalarınız sırasında bu salgının kökleriyle ilgili bir şeye rastladınız mı?
- 1980’lerin sonundan itibaren şirketler, küçülme dönemlerinde çalışanlarını idare edebilmek için kullanmaya başladılar pozitif düşünceyi. Motivasyon konuşmacıları çağırıp, bu alanda basılmış kitaplar dağıtıp, duvarlara motive eden posterler asıp insanları, işlerini kaybetseler bile morallerini bozmamaya, olumlu düşünmeye davet ettiler. Tenkisatlardan kurtulanlar için de geçerliydi bu; iki kat çalışmaları için kullandı. Böylece motivasyon endüstrisi çıktı ortaya. İnsanları talihsizliği şikayet etmeden veya direnmeden kabul etmeye adanmış bir iş kolu.

Başka yerde değil de ABD’de ortaya çıkmasının özel bir nedeni var mı sizce?
- Elbette. 18 ve 19. yüzyılın, burada çok güçlü olan Calvinist inanışına bir tepkiydi. Hepimiz lanetli sefil günahkarlar olduğumuzu, sonsuza dek cehennem azabı çekeceğimizi düşünüyorduk.

Neden insanların daha mutlu veya pozitif olmak için böyle bir disipline ihtiyacı var?
- Mutlulukla pozitif düşünmeyi birbirinden ayırmamız lazım. Mutluluk tanımlaması zor ama iyi bir şeydir ve daha fazlasına ihtiyacımız var. Ama pozitivite kültü, sahte bir iyimserlik hatta mutluluk içeriyor. Gerçekte ne hissettiğiniz önemli değil.

Peki mutsuzluğa veya hayal kırıklığına bu tahammülsüz neden?
- ABD’de asla mutsuz olamaz, hayal kırıklığına uğrayamazsınız. En azından böyle şeyler hissediyorsak da belli etmemize izin verilmez.

Kitabınızı yazarken onlarca pozitif düşünce kitabı okudunuz. Zehirlendiğinizi düşündüğünüz oldu mu?
- Neredeyse depresyona giriyordum. Sırf entelektüel yüzeyselliklerinden dolayı değil, aynı zamanda edebi bakımdan oldukça fakir oldukları için. Dili kullanış biçimlerinde zevk alabileceğiniz en ufak bir şey yok.

Kitabınızda sorduğunuz bir soruyu ben size sorayım; bu kadar konforlu bir çağda neden bu kadar çok olumsuzluk var?
- Konforlu bir çağ mı? Amerika’da yoksulluk dağ gibi yükselerek artıyor. Orta sınıf uzun süreliğine küçüldü. Küresel olarak bakıldığında, manzara buradan daha kötü.

Mutsuzluk sektörüne pazar yaratmaya çalışıyorlar

Betsey Stevenson’ın, kadın mutluluğu ile ilgili son çalışması hakkında ne düşünüyorsunuz? Feminizmin kadınları mutsuz ettiğini iddia ediyor.
- “Feminizm kadınları sefil etti.” Bu, Wahrton School’un yakın tarihli araştırmasından çıkarılabilecek en popüler sonuç. Araştırmaya göre kadınların mutsuzluğu 1972’den itibaren düzenli olarak artmış. Araştırma ortaya çıktıktan sonra bir, çok makale yayınlandı. Örneğin bir internet sitesinde yazan Christine Rosen, 1960’larda ortaya çıkan feminizm hareketinin, kadınlara şikayetlerini manifesto süsü vererek ortalığa dökme hakkı tanıdığını yazmış. Cinsel özgürleşmenin de fahişeliğe, meme piercing’ine yol açtığını iddia ediyor. Phyllis Schlafly ise feminizm yüzünden kadınların kendilerini kurban gibi görmeye başladıklarını söylemiş. Çünkü feministlere göre kadının gerçek değeri asla verilmezmiş.
Oysa genel olarak mutlulukla ilgili araştırmalarda ve bu son araştırma özelinde, üzerinde düşünülmesi gereken çetrefilli noktalar var.
Bir defa mutluluk tanımlamak veya ölçmek için çok kaygan bir zemin. Filozoflar yüzyıllardır üzerinde tartışıyor.
En basit haliyle, olumlu duyguların olumsuzlardan daha fazla olmasıdır diye tanımlasak bile, bir insana mutlu olup olmadığını sorduğumuzda içinde bulunduğu ruh halinden genele bakıp, pek çok duygunun ortalamasını almasını bekliyoruz. Belki o soruyu sorduğumuz günün sabahında keyfi çok yerindeydi, ardından yolunda gitmeyen şeyler oldu, fatura zarflarını açtı... Bu insana ne diyeceğiz şimdi? Mutlu mu mutsuz mu?
Araştırma sonuçlarına başka teknik itirazlarım da var. Ama diyelim ki, kadınlar 1972’den bu yana erkeklere kıyasla daha mutsuz. Bu hayatlarını feminizmin mahvettiğini gösterir mi? Çalışan ya da ev kadını, çocuklu ya da çocuksuz, evli ya da boşanmış, genç yaşlı, eğitimli ya da eğitimsiz tüm kadınlar üzerinde yürütülmüş araştırma. Kabahat feminizmde olsa boşanmışlar, çalışanlar, çocuklular mutlu çıkmalıydı. Stevenson’a bakarsanız kadınların ruh hali ayrımcılıktan, yoksulluktan, yaşam koşullarından etkilenmiyor.
Bana sorarsanız, bu çok eski bir hikaye. Bir şey satmak istiyorsan önce iyi geldiği bir hastalık bulmalısın. 1980’lerde silikon satmak için doktorlar micromastia’yı keşfetti. Yani küçük meme hastalığını. Kadın Viagra’sını satmak için, kadınların cinsel fonksiyon bozukluğundan mustarip olduğu ortaya çıkarıldı. Şimdi de mutluluk reçeteleri satmaya çalışıyorlar. Kadın mutsuzluğunun ilacı belli: İçki, çikolata ve pembe diziler.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!