Güncelleme Tarihi:
Hey gidi serseri çapkın!
Öztürk Serengil'le Kozyatağı'ndaki evinde buluşmak üzere sözleştik. Adresi aldıktan sonra, ‘‘bir de tarif edebilir misiniz’’ dedim. ‘‘Tabii’’ dedi, sonra sustu. Ben ‘‘alo, alo’’ deyince, ‘‘efendim’’ diye cevap verdi. Ondan tarif istediğimi unutmuştu. Belli ki kolay bir sohbet olmayacaktı; olmadı da... Öztürk Serengil'in, geçirdiği iki beyin ameliyatından sonra geldiği vaziyet şu: Hemen hemen bütün gün evde yatıyor. Ya uyuyor ya televizyon seyrediyor. Ama hangi programı sevdiğini hatırlamıyor. Laf bitip ortamda gergin bir sessizlik belirince ‘‘daha daha ne yapıyorsunuz?’’ gibi son derece boş bir soru soruyorum. Dolu bir cevap geliyor: ‘‘Ben kendimle uğraşıyorum, ne demek istediğimi anlıyor musunuz?’’ ‘‘Hı hı’’, diyorum anlayıp anlamadığımdan emin değilim.
Kafayı bulup herşeyi unutmak için içeriz, içeriz, içeriz ya, Öztürk Serengil, sanki içmiş, içmiş, içmiş, kafayı bulmuş; herşeyi olmasa bile birçok şeyi unutmuş. Geçen sene geçirdiği ikinci beyin ameliyatından sonra kendi deyimiyle ‘‘düşünce organları dumur vaziyette.’’ Oysa çok yaşlı sayılmaz; mesela Yıldırım Aktuna'dan üç yaş, Halit Kıvanç'tan yedi yaş küçük. Fotoğraflarını çeken Batuhan Kıran'ın dediği gibi, ‘‘bu beyin acayip bir şey usta!’’
Öztürk Serengil'in bu hasta, yorgun, çaresiz halinde anlatılacak çok fazla şey yok. Başladığı cümlenin sonunu nasıl getiremediği, çocuk gibi ağladığı uzun uzun betimlenecek de, ne olacak? Oysa küçük yaştan itibaren yaşadığı hızlı hayat; ‘‘artistlik’’ günleri, evlilikleri, çılgınlıkları, çok daha ilginç. Hayatının detayları, bugünlerde ikinci kez basılan ‘‘Yeşilçam Benden Sorulur’’ adlı kitabında. Kitap ilk yayınlandığı 1985 yılında, epeyce gürültü koparmış, tartışılmış. Hatta söylediğine göre, bir takım ünlülerin ipliğini pazara çıkardığı için bazı yerleri yayınevinin sansürüne uğramış. ‘‘Kızan olmadı mı size?’’ sorusuna yine ağlamaklı cevap veriyor: ‘‘O zaman çok güçlüydüm, kimse bana kızamazdı!’’
Kitapta yalnızca başkalarına değil, kendine de bol bol dokundurmuş. 27. sayfada şöyle diyor: ‘‘Benim ayıbım ortada: Kumar oynarım (şimdi bıraktım) bir, fahişelere zaafım var, iki... Fahişelerden hoşlanırım. İlla para vererek yattığım karıdan zevk alırım.’’
Öztürk Serengil, Karadenizli bir öğretmen ailenin iki erkek çocuğundan ilki. Babası tahtaya iki eliyle aynı anda yazı yazmakla ünlü bir öğretmen. Ortaokul lise hayatında haylazlıktan başına gelmeyen kalmaz. Ailesi başa çıkamayınca onu İstanbul Haydarpaşa Lisesi'ne yatılı olarak gönderir. Orada kafa dengi arkadaşlar bulmakta gecikmez: ‘‘...Yemekhane protestolarını biz başlatıyorduk genellikle. Züppelik yapanları dövüyor, hocalara kafa tutuyorduk. O yıl Üsküdar Kız Lisesi bizim okulla birleştirilmişti. Gelen kızların en güzellerini bizimle çıkmaya zorluyorduk. Kırdığımız ceviz bini aşmıştı. Bütün bunlar karşılıksız kalmayacaktı bittabi!’’
Karşılıksız kalmaz da. Serengil, hayatı boyunca maddi ve manevi anlamda bir kaç kere batıp çıkar. Kazandığı paraları har vurup harman savurur, kumar tutkusu yüzünden 26 dairesini satmak zorunda kalır, mallarına haciz gelir. Ama dik başlılığı elden bırakmaz. Kitabında yaptığı artist tanımının, ona da az buçuk uyduğunu kabul ediyor: ‘‘Ben artisti şöyle tanımlarım: sağı solu belli olmayan, gülerken ağlayan, dedikoducu, kibirli, uçarı, yalancı, kendisinden ne karı, ne koca olabilen, tahtası noksan, tipik bir şizofren. Malesef böyledir bu tablo!’’
GELİNİN AĞZI KOKUNCA
Ünü, Amerikalıların Türkiye'de çektikleri ‘‘Karasu’’ adlı filmde ikinci önemli rolü oynayarak yakalar. Bu filmde yaptığı sükse sayesinde arka arkaya film sözleşmeleri yapar. İlk günden beri yanında en iyi ‘‘kötü adam’’ Ahmet Tarık Tekçe vardır. Bir zaman sonra araları bozulunca Serengil Artist dergisinin kapağına bir karikatür çizer. Karikatürde Ahmet Tarık Tekçe'yi bir balon olarak gösterir, kendi de o balonu iğneyle patlatmaktadır. Tekçe bu karikatüre o kadar üzülür ki, ertesi gün Hürriyet Gazetesi'ne bir ilan verir: ‘‘Benim bundan böyle Öztürk Serengil diye bir arkadaşım yoktur. Alenen duyururum.’’ En yakın arkadaşlarından biri de Fikret Hakan'dır.
Serengil, kendisinin de söylediği gibi ziyadesiyle çapkın. Mesela ilk karısı Mevhibe Hanım ile evliyken, üniversiteli bir kıza aşık olup kızı babasından istemeye gitmiş. Bir başka karısından üç gün içinde boşanmış, sebep gelinin ağzının kokması. İlk kızı Seren'in annesi Nevin Hanım'la ise iki kere evlenmiş. Bir gün barın birinde çok güzel bir kadın görmüş. Yanına gidip tanışmak istediğini söylemiş: ‘‘Bana, Öztürk hala eski huyundan vazgeçmedin mi? İsabet olmuş seni boşadığım dediği anda anladım ki, kur yaptığım benim eski karılarımdan bir tanesi. Meğer kendini görmediğimden beri burnunu kaldırtmış, dişlerini yaptırmış.’’
1980'den beri Finlandiyalı Seija ile evli. Bu evlilikten 17, 16 yaşlarında iki oğlu, 7 yaşında bir kızı var. Serengil, biraz da hastalığının etkisiyle içinden geçen herşeyi söylüyor. Mesela karısının yanında, ‘‘ikinci ameliyatta evdekilerin de dahli var. Üzerime çok çullandılar, bana hiç hak tanımadılar. Bunlar da melek değil tabii. Onları da söyleyeceğiz’’ diyor. Karısı cevap veriyor: ‘‘Söyle. Elimizden geleni yapıyoruz, ama yetmiyorsa gene söyle’’. Ben arayı yumuşatmak için, ‘‘ama seviyorsun karınızı değil mi, bakın size ne güzel bakıyor’’ diyorum. Sanıyorum ki, evet diyecek: ‘‘Şimdi öyle enteresan bir şey ki, bilmiyorum.’’ Neyse ki Seija anlayışlı. Atışmayı noktalıyor: ‘‘Güne göre değişiyor, bir gün seviyor, birgün sevmiyor. Gayet normal. Aslında hepimiz yaşıyoruz bu duyguyu.’’
Serengil en küçük kızı Seray ile.
En son geçen sene, Ana Kuzusu adlı televizyon dizisinde oynadım. Kandemir Konduk rol yazıyordu. O zaman daha unutkanlık yeni başlamıştı. Sete gidiyorduk. Bakkal rolündeydim. Oturarak oynuyordum, hiç bir şey yapmıyordum.
Karadenizli öğretmen bir ailenin ilk çocuğu olarak 1933 yılında doğdu. Gençlik yıllarında anne babasıyla sürekli çatıştı. Ona göre, anne babası aşırı dürüst insanlardı ve başlarına ne geldiyse bundan geldi.
Öztürk Serengil, tiyatro ile başladığı sanat hayatını sinema ve sahne ile sürdürdü. Gazinolarda kılıktan kılığa girerek yaptığı gösterilerinde kullandığı kelimeler sıkça eleştirildi. Ona göre aşırı milliyetçiliği de zaman zaman dışlanmasına yol açtı.