Güncelleme Tarihi:
Mustafa Alabora, Şile'deki evlerinin alınma hikâyesini şöyle anlattı: “Şile'ye çocukluğumdan beri gelirdim. Rahmetli İsmet Ay sevdirmiştir burayı bana. Yakın dostum Haldun Dormen de burada oturur. Aslında tüm derdim bir arsa alıp, ev bitkileri yetiştiren bir sera yapıp ticarete girmekti. Arazileri gezdim, ama sonunda burada karar kıldım.”
Ağva yolu üzerinde, çam ormanları arasında ilerlerken arabanızın camını açın. Temiz havayı ciğerlerinize çekerken belki ormanın içinde yükselen kahkahalar çarpar kulaklarınıza. Sakın şaşırmayın, paniklemeyin! Muhtemelen Mustafa ve Mehmet Ali Alabora’nın evinin yakınından geçiyorsunuzdur.
“Geel geeel,” diye yüksek sesle bağırıyor Mustafa Alabora. “Sen de geeel... Taaze çıktııı...”
“İşte bizim ev, hoş geldiniz” diyor bir yandan oğul Mehmet Ali...
Mustafa Alabora, aktörlük yeteneğini öyle konuşturunca, birden balık pazarında gibi hissediyoruz kendimizi. Sabah
BU EVDE OCAĞIN ALTI HİÇ SÖNMEZ
“Eş dost bir arada olmak için yaptırdık bu evi. Ben de vakit buldukça buraya kaçıyorum. Zamanın nasıl geçtiğini hiç anlayamadığım bir yer bu ev. Bir bakmışım akşam olmuş” diye anlatmaya başlıyor Mehmet Ali Alabora. İstanbul’daki koşuşturmacadan sonra bu ev ona çok iyi gelmiş. “Evde ocağın altı neredeyse hiç sönmüyor gibi... Devamlı bir yemek pişirme durumu var” diyor gülerek.
İnsanın kendini yabancı hissetmesi diye bir şey Alaboralar’ın arasındayken söz konusu bile değil. Nasıl olsun ki zaten? O kadar sıcak ve samimi bir baba-oğul duruyor ki karşımızda... Hayran kalmamak imkansız. Sosyalleşmenin had safhada olduğu, misafirlerin dolup taştığı bir ev onlarınki.
“Birazdan seyreyleyin gürültüyü asıl siz. Evin gerçek halini göreceksiniz” diyor muzipçe Mehmet Ali Alabora. Misafirleri var bugün. Baba Mustafa mutfakta güveç başında. “Kuru fasulye ve pilav var mönümüzde. Yanında acur turşusu. Durun bir tadın” diyerek kavanozu getiriyor. O yapmış, hakikaten çok lezzetli.
Oğlu “Babam iyi aşçıdır, bakmayın siz. Ben de yamak işte” derken, söze Mustafa Alabora karışıyor. “Bu konuda mütevazı olamayacağım hiç, kusura bakmayın” diyor ciddi bir ses tonuyla. Geçenlerde oğlunun 10 arkadaşıyla geldiğini, üç gün onlara kap kap nasıl yemek yaptığını anlatıyor. “Bugün İstanbul’un en iyi lokantasının mutfağına sokun beni, iddia ediyorum, ne yüzümü, ne tenceremin dibini kara çıkartırım” diyor ciddi bir ifadeyle. “Oğlum sen de masayı hazırla bir zahmet” diyerek de direktif veriyor Mehmet Ali’ye...
Şu an Garaj İstanbul’un yöneticiliğini yapan Mehmet Ali Alabora o kadar yoğun çalışıyormuş ki, her hafta sonu buraya gelemediğini söylerken sesi değişiyor. “Kim bilir ne muhabbetleri kaçırıyorumdur” diyor hayıflanarak. Aralık ayında da devam edecek olan "Histanbul" adlı oyunda başrol oynuyor. Orada zemin etüdleri yapan bir mühendisi canlandırıyor.
Bir sokak arasında karşılaştığı kadının İstanbul mu, yoksa bir tahayyül mü olduğunu anlaması için yedi tepeyi dolaşması gerekiyormuş. Yedi meze tarifi, yedi şarkı, yedi bölüm, yedi animasyon. Oyunda izleyiciyi bugünün İstanbul’u bekliyor. Aynı zamanda oyun sorgulatıyor, İstanbulluları İstanbul’la yüzleştiriyor. Şiirler hep bu şehir için okunuyor.
Bu evleri de bir tiyatro sahnesinden farksız zaten. Kesintisiz kapalı gişe devam eden, farklı hikayeleri olan ve başrolleri baba-oğul Alaboralar’ın paylaştığı...
ŞİLE'Yİ İSMET AY SEVDİRDİ BANA
Buranın alınma hikayesini Mustafa Alabora anlatıyor fasulyeyi karıştırırken: “Şile'ye çocukluğumdan beri gelirdim. Rahmetli İsmet Ay sevdirmiştir burayı bana. Sonra yakın dostum Haldun Dormen de burada oturur. Çok sık gidip geldiğim bir yerdi. Aslında tüm derdim bir arsa alıp, ev bitkileri yetiştiren bir sera yapıp ticarete girmekti. Arazileri gezdim, ama sonunda burada karar kıldım. Mehmet Ali askerdeydi o dönem. Sonra bu sera işinden çok zengin olacağımı düşünüp karakterimin de bozulacağını göz önüne alarak, ‘Bu sevdadan en iyisi vazgeçeyim ben, zenginlik başa bela’ dedim. Oğlum dönünce de ‘Gel buraya biz bir ev yapalım, içinde de sevdiklerimizle güzel güzel oturalım’ dedim. Onun da kafasına yattı. Hikayesi budur.”
Ardından söze Mehmet Ali Alabora giriyor, “Çok genç ama yakın arkadaşım olan Serhat Başdoğan ile uzun uzun nasıl bir ev istediğimize dair görüşmeler yaptık. Ama ne uzun görüşmeler. Bu işe çok kafa patlattık anlayacağınız” diye anlatıyor.
Güzel de dökmüş çünkü ortaya çıkan sonuçtan baba-oğul çok memnun kalmışlar. “Hele de bu evde kullandığımız siyah taşın buranın yerel taşı olduğunu öğrendiğimde nasıl sevinmiştim. Çünkü bu taşı ilk gördüğümde çok beğenmiştim” diyen Mehmet Ali Alabora, çizim işlerine de amatör olarak meraklı olduğunu anlatıyor. Yemek masasını ve yatak odasındaki yatağı kendi çizmiş. “Ahşabı, taşı ve betonu ham haliyle görmeyi seviyorum. Bu evi yaparken de özellikle buna dikkat ettim” diyor.
İNŞAAT TAM BİR YILDA TAMAMLANDI
2006 Mayıs’ta başlamışlar inşaata, 2007 Mayıs’ta da taşınmışlar. Eve giriş üç cepheden olabiliyor. “Tabii kot farkından dolayı ilk baştaki projeden farklı şeyler olmadı değil” diyor Mehmet Ali Alabora. Altı ayda tamamlanan ev iki kattan oluşuyor ve içinde dört oda yer alıyor. Bir oda dışında hepsinde banyo var.
Alt katta açık mutfağın bulunduğu salon kısmı geniş sürgülü bir camla havuza açılıyor. Karşısında ise müthiş bir orman manzarası var. “Şöminemiz bu evi güzel ısıtıyor. Üzerine ısıyı yukarılara kadar yayan bir sistem koydurduk çünkü” diyor. Asma katta Mehmet Ali Alabora’nın sevdiği bir antika çalışma masası var. Bu masayı Horhor’da gezinirken beğenmiş ve almış.
Evi özellikle sıkışık yaşama fikrinden dolayı da küçük yapmak istemişler. “Herkes birbirine görmeli, kavga edince kaçacak delik aramamalı... Yoksa ne anlamı var beraber yaşamanın” diyor gülerek. İlginç bir bakış açısı ama doğru da... Peki bu eve hangi ünlü dostları gelmiş acaba?
“Tarık Akan, Rutkay Aziz, Haldun Dormen” diye saymaya başlıyor Mehmet Ali Alabora. “Aman Göksel’i -Kortay- unutma, küser sonra bize” diye takılıyor oğluna Mustafa Alabora. Babasının buranın tadını ondan daha çok çıkardığını anlatan Mehmet Ali Alabora “O perşembeden gelip pazartesiye kadar kalır” derken, “Son bayramda 10 gün kaldım” diye bir hatırlatma geliyor Mustafa Alabora'dan. Burayı çok sevdiği o kadar belli ki... Her anın tadını çıkarmaya bakıyor.
MÜJDAT GEZEN SAYESİNDE RESME BAŞLADIM
Evde her yerde Mustafa Alabora’nın yaptığı tual üzerine yağlıboya çalışmalar dikkat çekiyor. “Bu işi de başıma sağ olsun Müjdat Gezen sardı. Allah razı olsun ondan yine de” diyor gülerek ve devam ediyor: “Dört sene önce bir sabah beni aradı. 'Oğlum resim yapsana. Git fırça mırça al, tual al, başla bir yerden' dedi. Ben ne anlarım resimden diye düşündüm, ama demek ki çok karaktersizmişim, hemen lafını dinledim, gidip aldım verdiği listeyi. Başlarda o kadar kötü yapıyordum ki, ‘Bunlar bir şeye benzemiyor’ diye onu arayıp durdum. ‘Devam devam’ dedi. Şaka maka dört senedir de yapıyorum. Hoşuma da gidiyor ne yalan söyleyeyim.” Hasankeyf’deki baraj yapımını protesto eden bir tablosu bile var.
Evinden gün batımını anlatan tablosu diğerlerinin arasından hemen sıyrılıyor sanki. “Aslında o dolunay” diyor düzelterek, “Ben öyle yorumladım.” Bu resmi çok sevdiği birini düşünerek çizdiğini belli ediyor. Çünkü gözleri parlıyor o tabloya bakarken. Hemen yanında ayakta duran bir kadın figürü yer alıyor. “Soyutlarını da göster babacığım” diye şakayla karışık sesleniyor Mehmet Ali Alabora... Bu baba-oğlu evlerinde izlemek en az sahnede olduğu kadar zevkli... Ve birden bahçeden misafirler gelmeye başlıyor. “Burada gördüğünüz gibi zil pek kullanmıyoruz” diyor misafirlerini karşılarken Mustafa Alabora...