Güncelleme Tarihi:
Amerikan Hastanesi’ndeki o sevimli beslenme uzmanının adını verecek değilim. O benim ekmeğimle oynadı, ben onunkiyle oynamayacağım. (Takdir edersiniz ki bu son cümle ince ve kültürel altyapı gerektiren bir espriydi. Öyleydi öyleydi...)
Kolesterolümü azaltacağım diye bir rejim uyguladı bana, kolesterol kaldı, ben gidiyordum.
Bok var reis yok hesabı...
Bir yaz anam ağladı, sonunda kolesterolüm 3-5 puan... yükseldi.
O zamandan beri epey dikkat ediyorum ama (hastalık hastası değilimdir de disiplinliyimdir, rejim yapıyorsam yaparım...) öyle eskisi kadar değil. Daha önce de yazdım, öğlenleri yemek yemiyorum, üstünüze afiyet otluyorum gazetede. 1-2 eksiğiyle eski kilomu yakaladımsa da bu tatsız macera beni sakatladı: Yaklaşık 2 saatte bir beslenmezsem, mideme ağrılar giriyor. Öyle iki grisini neyin de kesmiyor beni...
Şu anda saat 15.10 ve açlıktan kıvranıyorum!
12’de ne yediğimi söyleyeyim mi?
½ tas, içinde ne olduğunu anlamadığım çorba
4-5 ince dilim salatalık ve bir avuç çoban salatası
Bir kaşık zeytinyağlı fasulye
Bir küçük plastik tas (iki kaşık) bademli bir tatlı, süçlaçımtırak...
Benim gibi, boy bos yerinde, endam yerinde, dalyan gibi bir delikanlı bu kadarla doyar mı? Doymaz di’mi? Biraz bir şeyler yemek hakkım di’mi?
Tamam, ben bir şeyler atıştırıp hemen geliyorum...
Dipnot: Bu yazıyla o başlığın ne ilgisi var, diyorsanız, arz edeyim. Bana internetimden ve çevremden sürekli ‘sen de blog yazsana’ diyorlar. Ben blog nedir daha anlamadım ki yazayım. ‘Bir çeşit on-layn günlük, o anda aklından geçenleri, sorunlarını, gördüklerini, duyduklarını paylaşmak...’ dediler. Madem öyle, işte böyle. Ben sürekli yemek düşünüyorum, bırakırsanız sadece ‘KARNIM AAAAAAÇ’ diye yazarım.