Güncelleme Tarihi:
2004 yılında ‘The Merchant of Venice’ filminde Shylock karakterini canlandıran Al Pacino yönetmene aynı karakteri yeniden canlandırmak istediğini söylüyor. Yönetmen Al Pacino’yla anlaştıktan sonra tiyatroda izleyip çok etkilendiği genç bir oyuncuyu arıyor. California’da kiraladığı eve gitmek üzere olan Lily Rabe arabasını yolun kenarına çekiyor ve teklifi hiç düşünmeden kabul ediyor.
Genç kadın Tony ödüllü oyun yazarı David Rabe’le büyük bir oyuncunun kızı. Lily’nin annesi Jill Clayburgh ‘An Unmarried Woman’ ve ‘Starting Over’ filmleriyle Oscar ödülüne aday olmuş, geçtiğimiz yıllarda ise ‘Dirty Sexy Money’ dizisinde Letitia Darling rolünde oynamıştı. Özellikle feminist rolleri kabul eden ve kuvvetli, özgür kadınları canlandıran Clayburgh, kasım ayında hayata gözlerini kapadı. Büyük oyuncunun son filmi ‘Nedimeler’ haziran ayının 24’ünde ülkemizde vizyona girecek. Kristen Wiig’in filmi bence bu yılın en komik filmi...
ADALETSİZ DÜNYA
Shakespeare’in ‘Venedik Taciri’ Broadway’de bin 156 koltuklu Broadhurst Tiyatrosu’nda bütün kış kapalı gişe oynadı. 2010/2011 tiyatro sezonunun en başarılı oyunlarından birisi olan ‘Venedik Taciri’ için Broadhurst Tiyatrosu’na geldiğiniz zaman sahnede daire biçiminde, yuvarlak, siyah demir parmaklıklarla çevrili bir set düzenlendiğini görüyorsunuz.
50 yıldır New York’ta sahnelenmeyen bu karanlık, zor oyunu William Shakespeare yazdığı zaman bir komedi olarak yazmış ama bugün oyun sahnelendiğinde komediden çok tragedyadan bahsetmek gerekiyor. Akademisyenler ne kadar Shakespeare’in antisemit olmadığını söyleseler de ‘Venedik Taciri’nin büyük ama antisemit bir eser olduğunu kabul ediyorlar.
‘Venedik Taciri’nde Musevi tefeci Shylock nefret ettiği düşmanı Antonio’ya üç bin düka borç veriyor. Antonio ise borcu ödeyememesi halinde vücudundan yaklaşık 450 gram et keseceğine dair bir senet imzalıyor. Antonio parayı bir arkadaşının sevdiği kızla evlenebilmesi için alıyor. Bassanio isimli arkadaşının sevdiği varlıklı genç kadının ismi Portia.
Verilen borç ödenmediği gibi Shylock’un kızı Hıristiyan sevgilisiyle evlenmek için kaçıyor. Bütün bu olaylar Shylock’u mahkemeye gidip hakkını aramaya itiyor. Mahkemede erkek kılığına girmiş avukat rolünde Portia var ve mahkeme Shylock’un intikam istemesi yüzünden tefecinin hem malvarlığına el konulmasına, hem de dininden vazgeçip Hristiyan olmasına karar veriyor.
ADALET ARAYAN AL PACINO
Al Pacino’nun Shylock’u ne kadar öfkeli olsa da karşısındaki insanlarla konuşurken ses tonunu yükseltmiyor. Sahnede alıştığımız, öfkeli Al Pacino yerine yıllarca ezilmiş, dini yüzünden hakaretlere maruz kalmış, mahkemenin kendisine adil davranmayacağını bilen bir adam var. Shylock için önemli olan para değil, adalet. Shylock mahkemede kaybettiği zaman gözlerinde hep kaybedeceğini bildiğini, adalet ve intikam duygularının hiçbir zaman yerine getirilemeyeceğinin farkında olduğunu görüyoruz.
Davayı kazanmasına rağmen Portia’nın yüzünde zaferden iz yok. Yapmak zorunda olduğunun insanlıkla bağdaşmadığını bilen bir kadını izliyoruz sahnede. Oyun da çıkar ilişkileriyle dolu. Kapitalizm bu mu peki? Kapitalizm aşkın parayla, borcun ise insan etiyle değiş tokuş edildiği bir sistem mi? Broadhurst sahnesinde paranın ilişkileri nasıl kirlettiğini, nasıl yok ettiğini izliyoruz. Kimliği elinden alınan adamla hayatın hiçbir zaman adil olmayacağını öğrenen genç kadının mahkemede birbirlerine baktıkları son anlar oldukça dokunaklı.
Portia rolündeki Lily Rabe henüz tanınmayan genç bir oyuncu olmasına rağmen ateş kırmızı elbisesiyle merdivenleri inmeye başladığı ilk anlardan itibaren seyircilerin nefesini kesiyor. Genç kadının buğulu sesi ve kendinden emin, tutkulu Portia yorumu bu yılın en önemli performanslarından biri. Uzun yıllardır ilk defa sahnede böylesine kuvvetli ve tutkulu bir Portia karakteri var.
YÜREK BURKAN HAVUZ
Seyretmesi oldukça zor bu oyunda en çok rahatsız eden sahne ise bir havuzun etrafında geçiyor. Zorla havuza sokulan Shylock’un vaftiz töreni tüyleri diken diken ediyor. Al Pacino’nun kendini aştığı bu sahnedeki kontrolü, kusursuz asaleti sadece oyunculuğuna değil, tarihin karanlıklarına hapsedilen bütün insanların ruhlarına okunmuş bir lütuf an’ı sanki...
Bu yıl ‘Venedik Taciri’nin 7 dalda aday olduğu Tony ödülleri 12 Haziran akşamı sahiplerini bulacak. Al Pacino ve Lily Rabe En İyi Oyuncu dallarında Tony ödülüne adaylar.
CENNETİ ARARKEN
Zamanımızın en büyük sinemacılarından biri şöhret oyununu oynamamaya kararlı. 30 yıldır röportaj vermeyen Terence Malick, sözü yaptığı filmlere bırakıyor. 38 yılda 5 film yapan Malick’in son eseri ‘The Tree of Life’ (Hayat Ağacı) sabırsızlıkla bekleniyordu. Bu yıl Cannes Film Festivali’nde gösterilen ‘Hayat Ağacı’ festivalin en büyük ödülü olan Altın Palmiye’yi kazandı. Başrolünde Brad Pitt’in sert, otoriter ama sevecen bir aile babası Mr. O’Brien’ı canlandırdığı filmde merhametli anne rolünde Jessica Chastain var. Filmde kısa bir rolü olan Sean Penn ise ailenin büyük oğlu Jack rolünde geçmişe bakıyor.
Hem eleştirmenleri, hem de sinemaseverleri bölen filmi beğenmeyenler olduğu kadar benim gibi filmin bir başeser olduğunu düşünenler de var. ‘Hayat Ağacı’ çocuklarının ölüm haberini alan bir ailenin yürek burkan sahneleriyle başlıyor ve hemen ardından yaklaşık 30 dakikalık bölümde bir belgesel film niteliğinde dünyamızdan kesitler sunuyor. Aile neden başlarına böyle bir acının geldiğini anlamaya çalışırken dinazorlardan volkanlara, ormanlardan deniz analarına, şelalerden kuyruklu yıldızlara kadar geniş bir yelpazede dünyanın başlangıcına, tarih öncesinin evrenine tanık oluyoruz. Gözlerinizi kırptığınız her an başka bir dünyayı, başka bir hayatı kaçırmanız mümkün. Nefes kesici görüntüler ve Alexandre Desplat’yla, Berlioz, Gorecki, Bach, Mahler, Brahms ve Couperin’in müzikleri eşliğinde filmin başladığı 1950li yıllara geri dönüyoruz.
Texas’tayız. Genç bir aile. Baba rolünde Brad Pitt bugüne kadar verdiği en iyi performansı sergiliyor. Ekranda olabildiğince otoriter bir adam var. Kapıyı çarpan oğluna kapıyı 50 kere yavaşça açıp kapama cezası veren baba, Paganini’nin 65 kere uğraştıktan sonra hala kusursuzluğa ulaşamadığını itiraf ettiğini anlatıyor. Çocuklarına annelerinin saf olduğunu anlatan Mr. O’Brien, hayatta başarılı olmak istiyorlarsa insanlara çok iyi davranmamalarını öğütlüyor...
‘Hayat Ağacı’ kusursuz bir film değil. Film zaten kusurları olduğu için hayata benziyor. Bir çocuğun attığı ilk adımları, bir kelebeğin annenin koluna konduğu an’ı, bir çocuğun merdivenleri çıkmaya çalıştığı kareleri Terence Malick bir şair hassasiyetiyle ekrana taşıyor ve sinemaseverlere görsel bir senfoni sunuyor. Bu yılın en güzel filminin, en can alıcı an’ı ise yeni doğmuş bir bebeğin minik ayağını dev ekranda izlediğimiz an. Bu an belki insan hayatının başlangıcının, belki de bir ailenin başlangıcının bugüne kadar çekilmiş en güzel sahnesi olabilir...